MEMURLUĞA GİRİŞTEN ÖZELLEŞTİRME SÜRECİNE

Geçmişler, çok geçmişler. Çok yaşamak, deneyimlemek, görmek, zaman zaman anımsamak geçmiş günlerde yaşananları. 1976 yılı Kütahya ili, Tavşanlı ilçesinde Posta, Telgraf, Telefon Kurumu’nda gişe memuru olarak göreve başladım. Hani şimdilerde iş aslanın midesinde ya o dönemlerde de çok farklı değildi. Lise bitiyor, benim üniversiteye gitmem bir hayal. Hem maddi hem manevi hem de siyasi nedenler var. Babam sağ görüşün hakim olduğu ilde sol görüşlü olmasıyla bilinen bir memur. Azot Sanayi denilen Gübre Fabrikaları A.Ş.’de memur olan ablam komünist Zeliha olarak biliniyor. Evde okunan gazete ve kitaplardan dolayı benim de fikirlerim sol üzerine filizlenip gelişiyor.

1975 yılı Temmuz ayında ablam yerel gazeteyi getirip “PTT’ye memur alımı için sınav var sen de katıl” deyince ben de koşarak PTT’ye gittim. Elimde gazeteyle başvuru yapıp hemen işe başlayacakmış gibi heyecanlandım. Ama önce yaş engeline takıldım. 18 yaşından küçük olduğum için görevli amir bana “Yaşını büyüt öyle gel, bak son 2 gün” deyince bütün hayallerim kırıldı. Nasıl yetiştirecek, nasıl başaracaktım bu işi bilemiyorum ama eve gitmeden doğruca Valilik Özel Kalemliği’ne geçen babama giderek “Seni mahkemeye veriyorum” dedim. Duyar duymaz şaşkınca yüzüme bakan babacığım sebebini sordu. Olanları duyunca “Ben hakim beyle konuşayım” diyerek gitti. Dönüşünde “Tamam, yarın duruşmamız var” dedi gülerek.

Ertesi sabah ilk duruşma bizimdi. Hakim amca bana “Kızım seni evlendirecek mi yoksa baban” diye sordu. Ben “Yok hakim amca, iş başvurusu yapacağım ama yaşım tutmuyor” deyince kabul etti ve 10.11.1958 olan doğum tarihimi 01.10.1956 olarak değiştirdi. Hani tanıdık olunca her işin 5 dakikada biter ya o gün de aynısı oldu ve ben öğleden sonra tüm belgelerimi hazırlayıp PTT’deki amire teslim için gittim.

O dönemde il müdürlükleri değil bölge müdürlükleri vardı. Kütahya, Afyon bölgesine bağlıydı ama sınav şansıma Kütahya’da yapılacaktı. Tam tarihini hatırlamıyorum. Bir yaz sıcağında, şehir stadyumunda yaklaşık 5 bin kişi sınava girdik ve hepimiz için sancılı bir bekleme zamanı başlamış oldu. Her gün adresinize gelen postacıyı kapıda bekleyip “Benim adıma sarı zarf var mı?” sorusunu sorarak, olumlu bir yanıt bekliyordum belki. Her seferinde “Yok kızım” deyince kederlenip umudumu yarına erteliyordum. Sanki sınavı kesin kazandım da sonucu bana geç ulaşıyormuş gibi emindim kendimden.

Eylül ayının başında beklenen sarı zarf geldi. 15 Eylül’de mülakat için Kütahya Belediyesi’ne çağırılıyordum. O günkü sevincimi anlatamam. Zira ailemin benim çalışıp getireceğim maaşa gerçekten ihtiyacı vardı. En azından sosyo-ekonomik olarak daha rahat geçecekti günlerimiz. 15 Eylül günü geldi çattı. Ben yazılı sınavda sorulan sorular gibi vatan, millet, devlet büyüklerinin geçmişleri ile ilgili bazı bilgilere göz atarak sınav binasına geldiğimde gözlerime inanamadım. Tüm salon benim gibi umudu yüreğinde, bazıları iktidara yakın torpillerinden dolayı bizden daha farklı olsa da hepimiz bir araya gelmiş orada bekleşiyoruz. İğne atsan yere düşmez bir kalabalık.

Müdürün odası cam fanus gibi, dışarıdan odanın içi tamamen görünüyordu. 6-7 kişilik bir heyet içeriye aldıklarını soru yağmuruna tuttukça bizler konuşmaları duymasak da el kol hareketleri, vücut dilini izliyorduk rakiplerimizin. Hepsi gözümüzün önünde gelişiyordu, tabii ki hepimiz birbirimizin amansız rakibiydik. 100 ya da 200 kişinin sınav sonucunda işe alınacağı bir ortamda o kadar çok kişiydik ki sayısını söyleyemem mümkün değil.

Akşamüzerine doğru sıra bana geldi ama heyet yorgun, ben onlardan da yorgun üstelik de çok heyecanlıyım. Ortada oturan şişmanca görevli soruları soruyordu. Heyette hiç kadın yoktu, bu da cesaret kırıcı bir durum oluyordu özellikle biz kadın adaylar için. Adımı sordu, ben “Zale” dedim, “Anlamadım” dedi, tekrar sordu. Ben yine “Zale” deyince bu sefer ne anlama geldiğini sordu. Bilmediğimi söyleyince suratını asarak “İnsan isminin anlamını bilmez mi?” dedi. Ben de babaannemin annesinin ismi olduğunu söyledim. Yanındakilere dönerek “Bunlar nasıl insanlar, daha isminin anlamını bilmiyor” gibi sözler sarf edince öyle üzüldüm ki bu lafın altında kalmamak adına hemen “Belki de Zeliha’nın kısaltılmışıdır, olamaz mı?” diyerek kırgın ve yüksek bir sesle yanıt verdim. Artık ne olacaksa olsun diye geçiriyordum içimden. Bu çıkıştan sonra nasılsa beni kabul etmezler diyerek “Doğduğum yerde bu tarz kısaltmalar çoktur: Abdo, Fato, Zalo…” diyerek örnek verdim öfkeyle.

Birden soruyu soran kişi kahkahalarla gülmeye başladı. O gülünce yanındakiler de ona katıldı. Tabii dışarıdakiler toplanmış ilgiyle içeriyi izliyor, ben ise şaşkın, öfkeli hatta mahcup öylece dikiliyordum odanın ortasında. Gülme krizi geçince “Mmm bak bu çok iyimiş, benim adım da Nuri’nin uzatılmışı o vakit. Hep bunu düşünürdüm, hiç aklıma gelmemişti, tamam gidebilirsin” dedi gülmeye devam ederek. Ben üzgün bir şekilde odadan çıktım ve kimseyle konuşmadan binadan ayrıldım. Yol boyunca ağladım, eve gidene kadar. 17 yaşında birinin tüm hayalleri yıkılmış, çöp gibi ortada bırakılmıştı.

Evde kimseye bir şey demedim. Sonucun haber verileceğini söyleyerek konuyu açmadım bir daha. Ekim-Kasım geçti, 17 yaşımı tamamladım. Mağazalarda tezgahtarlık, kısa süreli sekreterlk gibi işlerde çalışıp aileye katkıya devam ediyordum. Bir yandan da her kadın gibi o yerlerde gördüğüm davranışları, yaşadığım tacizleri… Neyse onları da bir başka zaman anlatırım.

Aralık 1975 ortasında postacı kapıyı çalıp “Sana sarı zarf getirdim” deyince hiç de oralı olmadım. Sonuç istediğim gibi değildi. Tahmin ediyordum zaten, hala o günün kızgınlığını yaşıyordum. Ara sıra aklıma geliyor, kendi kendime hayıflanıyordum “Şunu da deseydim, böyle de yanıt verseydim” diye. Akşam ablam zarfı açıp listedeki evrakları tamamlayarak en kısa sürede Tavşanlı ilçesinde memurluğa başlamam gerektiğini bildiren yazıyı okuduğumda yaşadığım şoku anlatamam. Kağıdı elime alıp imza kısmına baktım, başmüdürün adının Nurettin olduğunu gördüm. O günden bugüne 3 aydır boşu boşuna üzüldüğümü fark ederek sevinçle, huzur içinde uyudum o gece. Demek benimle alay etmiyormuş.

Çok kısa bir sürede her şeyi tamamlayıp, babamla bir Cumartesi günü nerede kalacağımı araştırmaya başladık Tavşanlı yollarında. Tavşanlı Kütahya’dan da daha bağnaz düşünceli insanların yaşadığı bir ilçe olduğu için yalnız bir kadına kimse ev kiralamıyordu. PTT şefi bizim santral binasının bir odasında kalmamızı önerince, yine mahalleden tanıdığım, sınava birlikte girdiğimiz Nuriye ile oraya yerleştik. Böylelikle ben de devlete bir memur olarak ilk adımı atmış oldum.

1976-1996 yılları arasında 20 yıl görev yaptığım kurum Turgut Özal döneminde başlatılan özelleşme furyasından ilk nasibini alanlardandı. Önce Posta, Telgraf ve Telefon olarak ikiye ayrıldı. 90’lı yıllarda en çok kar elde eden bölüm olan telefon idaresi satılığa çıkarıldı. Posta memuru olan bizler özelleştirme furyasında Telekom memuru olarak tescillendik. Özelleştirme karşıtı bir grup personel çeşitli eylemlerle satışın engellenmesi için mücadele ettik. O dönem Haber-İş Sendikası devletçe ele geçirilmemişti. İşi bırakıyor, kapı önlerinde grev benzeri eylemler yapıyorduk. Acıbadem Telekom’dan Kadıköy’e yürüyor, yine Sirkeci Büyük Postane’de toplanıp kendimizde elimizden ne geliyorsa yapmaya çalışıyorduk. Bir yandan da hakkımızda açılan ceza dosyalarıyla uğraşıyorduk.

1994’te kızım Gökçe doğmuştu. Çoğu eyleme onunla birlikte gidiyordum. Derken 96 yılı başında beni çok seven müdür yardımcımız yanına çağırıp “Kızım, senin dosyan iyice kabardı, başına bir şey gelmeden dilekçeni ver emekli ol” deyince Mayıs 1996’da resmen emekli oldum. Biraz olayların dışında kalmaya çalıştım ama pek de mümkün olmadı. O günlerden bugünlere her türlü hak mücadelesinin içinde, yanında, köşesinde olmaya gayretleri hep sürdü. Sözün özü bu. Coğrafyada işsizlik ve devletin olanaklarının çarçur edilmesi hep olmuş, bundan sonra da olacak. Babamın iş bulup yerleşmesi de benim hikayeme çok benzerdir.

Emeklilikten sonra devletle yolumuz kesişmedi hiç. Çocuklarım özel kurumlarda çalıştı. Gelen günler neticesinde bizim dönem çok rahattı diyorsak hala hiçbir zaman yönetilemediğimizin işaretidir. Ne diyeyim ki? Halklar layık oldukları gibi yönetilir diye bir söz var. Seçim bizim olduğundan sonucuna katlanmak da bize düşüyor maalesef. Bundan başka bir çaremiz yok gibi gözükse de biz yine de mücadelemize devam edelim, işsizlik denen bu girdaptan geleceğimizi kurtarmak için mücadele edelim.

Sevgiyle kalın…

Bir Cevap Yazın