KANTARIN TOPUZU

Sapla samanın karıştığı, ya tümden ya da hiç sevmemelerimiz, kabullenişlerimiz… Sevindiğimize, sevdiklerimize öylesine yükler yüklüyor, kamburlaştırıyoruz ki; tarafların hepsine de ağır geliyor, eziliyor, yoruyor veyahut hüsrana uğruyor, sebepsiz düş kırıklıkları yaşıyoruz… Sevgi kadar, öfkemiz, nefretimiz de öyle…

Kusur toplumsal genetiğimizileberaber, belki de artık sevinecek şeylerimizin azlığı, bunun yanında; bozulan toplum dinamiklerimizin etkisidir sanırım fanatizm ve mahalleler arası öç alma, sidik yarışını da getiriyor…

Dönüşmeye başladık! Dönüşme çok da olumlu görünmüyor ama… Karşımızda düşmanlaştırdığımızın diline, öfkesine, şekline bürünüyor; sevinç nidaları dediğimiz şey, holiganik figürlere dönüşüyor… Ortada öfkeden örülü bir top var, bir o kaleye gidiyor, bir bizim mahallenin ağlarında.

Her şey bekâ sorunu, her şey üstünlük savaşı, her şey taraflardan birinin diğerine”koyduk mu” nobranlığında, bel altı veya ergenvari sevinmelerine dönüşüyor…  Tıpkı spor müsabakalarında olduğu gibi…

HER ŞEYE RAĞMEN…

Öncelikle; kadın zaferi olduğu için, büyük paralar dönen erkekler dünyasındaki haksızlık içinde, yokluklarla getirilen bir başarı olduğu için de Filenin Sultanlarını, canı gönülden kutluyorum.

Kadınlara alan açılır ise, önleri ketlenmediğinde neler başarabildiklerini görmek açısından da ayrıca çok önemliydi… Bravo!

Kuşkusuz ki, bu birçok genç kadın ve kız çocuğu için motive edecek, belki ailelerini ikna etmek için, kapı da aralayacaktır…  Kadın için; bir şey, çok şeydir de aslında. Her alınan bayrak, biz kadınları daha ileriye taşıyacak, ayrıca da azim ve cesaret döngüsüne sebep olacaktır…

Buraya kadar her şey tam! Bu coğrafya zorludur, kadın ve göz önünde olan için; her an tuzaklarla, nefret ile örülü olduğu aşikâr.

Kadın iseniz her şey ama her şey olabilirsiniz ama kendiniz olamazsınız, kadın olamazsınız… Kadınlığımız birileri için hep ya eksik, kusurlu yahut düşmanlaştırılmaya açıktır…

Etiniz, bedeniniz gerek nefret edenler gerek ise de sevenleriniz için istismara açıktır, siz bir hükümranlık alanısınızdır…  

Siz, siz değil; herkesin kafasındaki dünya, arzu ettikleri Türkiye için bedenleriniz üzerinden savaşlar, galibiyetler kazandıkları simgeler, ikonlar, objelersinizdir… Fakat artık sporcu, kadın, insan değilsiniz…

Siz, artık bir meta, kimileri için baş taşı, diğer taraf için ise; tehdit, düşman dahası da “şeytan”, “günaha kapı aralayanızdır…

Ortada profesyonelce oynanan top oyunu, zevkli bir müsabakanın sonucu; medeniyetler çatışmasına, dindar laik mahallelerin oyun ve de oyuncu üzerinden hesaplaşmasına dönüşüverdi…

Oysa sadece bir müsabaka; zafere ulaşan aynı toprağın insanı, kaybedenleri de hepimiziz… Birbirimize tahammülümüz, varlığımıza sevgiyi geçtim, saygımızı biraz daha öldürdü…

Herkes ülkenin, devletin sahibi, herkes biricik, karşı taraf dış kapının mandalı, istenmeyeni… Hepimiz mekâncı, mülk sahibi, kiracı kimse yok ama… Ya da kimse sorsak; herkes ailenin öz çocuğu, diğer çocuklar evlatlık…

SADECE SEVİNEBİLMEYİ ÖĞRENEBİLSEK…

Evet, yaşam tarzı olarak laik görünümlü, şortlu ve saçları görünen kadınlar başarı yakaladılar, üstelik de büyük başarıydı. Hepimizi de mutlu edemeseler de büyük coşkuya, yanında da bazılarında öfkeye yol açtı…

Aslında; ‘o tarafın’ ne dediği veya yaptığından çok, ‘bizim tarafın’ sevinç gösterilerindeki ölçüsüzlük, nobranlık, savaşçı höykürmeleri, beni afallattı ve de düşündürdü de açıkçası…

Aklıma şu ve türevi soruları düşürttü:” Aynı sporcular, kadınlar başları kapalı olsaydı sevinmeyecek miydik? Başarılarını başarı saymaz mıydık?”

Sanki biraz hüsrana uğrardık gibi geliyor. Ortada dolaşan görseller, yorumlar ve tepkiler gösteriyor ki, sevinmek ve mutlu olabilmek için de “bizim gibi olması” gerekliymiş galiba…

Şayet öyle ise; “karşı tarafın” hüsranına, tüm karşı duruşlarına da kapı aralıyor olmaz mıyız? Dahası, oluş(turul)an kutuplaşmaya, bizler de odun taşımış olmaz, büyümesine de hizmet etmez miyiz?

Spor müsabakası, bir başarı olduğu için sevinmek yetmiyor mu? Kimin ne giydi/giymediği sevinçlerimize gölge düşürmek, hazzımızı katlamak, hayal kırklığı yaratmak zorunda mı?

Başarıya giden yolda, emeğin değeri “mahalleye göre” kıymetlenip, yok sayılabilir mi? Başarı ve sevgi kalıba sokulabilir mi?

Gerçi sevginin kalıba sokulduğu ortada; cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine de yaşam hakkı tanımıyoruz … “Bizden” değiller malum…

Bir Cevap Yazın