DÖNÜŞ YOLUNDA SON GEZMELER

Nihayet beklenen kış kapımızı çalmak üzereyken bendeniz de İstanbul’a, evime döndüm. Antalya’da hala deniz sefası sürenler olsa da geceler orada da serin artık. Yine de gündüzleri 25 derecelerde. Hatta 7 gün evvel ben Side’de denize girdim mesela.

Side denince size 2 günlük Alanya-Side kaçamağımızdan bahsedeyim. Pazar günü can yoldaşım ile çarşıda alışveriş yapmak için dolaşırken. Kız kardeşi ve yeğeni “Biz Alanya’ya gidiyoruz, gelmek ister misiniz?” diye çooook güzel bir teklifte bulundular. Biz de hemen acilen birer küçük çanta hazırlayarak peşlerine takıldık ve yola koyulduk.

Niyetimiz bu iki ilçedeki ören yerlerini gezmekti. Öyle de yaptık lakin müzeler çok pahalı. Öyle aman aman da bir bakımları yok tarihi eserlerin. Kaçakçıların ellerinden ne kurtarabildilerse, ne kaldıysa o işte. En ucuz yer Alanya’daki Kızıl Kale. 12 TL’ye girdik oraya. Kaleye giriş 70 TL. Side’de bu rakam 80 TL’ye kadar çıkıyordu. Böyle yerlere gitmek isteyenlere önerim bir yıllık müze kartı almaları. Onunla çok çok ucuza gezilebilir. Yine de ben bu rakamların çok yüksek olduğundan eminim.

Alanya’ya ilk gittiğimde küçük bir çarşısı, burnundan kıl aldırmayan esnafı vardı. Her şey yabancı turiste yönelikti. Bir yaşındaki kızım Gökçe’ye bir kase çorba verecek restoran bulamamıştık. Yerli turiste servis açmıyoruz gibi bir gerekçeleri vardı nedense. Bu sefer her yer restoran, kafe, kebapçı, pek çok yeme içmeye yönelik işletmelerle doluydu. Yolda yürümeye bile izin vermiyorlar. “Bize gelin, her şey uygun…” Aslında hepsi ateş pahası.

Mesela her markanın satış noktası ikişer üçer katlı binaların tamamını kaplamış durumda. Bağdat, Bahariye caddeleri gibi ışıl ışıl her yer. Zira ilçede hiç AVM yok. Sınırsız sayıda otel, motel, apart gibi konaklama yerleri… Hemen hepsi de doluydu sezon kapanmış olmasına rağmen. Demek ki her mevsimde rağbet görüyor bu yerler. Merkezde pek gezecek yer yok. Aracınız varsa çevredeki ören yerlerine gidebilir ya da denize girebilirsiniz. Bu da tercih meselesi.

Biz Kale’ye, Damlataş Mağarası’na ve limana yaptığımız tur ile sınırlı tuttuk bu gezimizi. En son Dim Çayı’nda soluklanmak istedik serin serin esintilerin altında bir şeyler yiyip çay içmek için. Ama her yer kapalıydı. Bütün işletmeler erkenden kapatmışlar, pılıyı pırtıyı toplamışlar. Ancak fotoğraf çekebildik orada. Sonraki gün erkenden yola çıkarak Side’ye geldik. Orası da eskiden hatırladığım gibi değildi yine. Alanya kadar şehirleşmemiş, daha otantik kafeler, mağazalar, sokaklar ile sanki burada daha fazla keyif alırsınız gibi.

Side Antik Kenti, tiyatro, müze ve Apollon Tapınağı gezilip, sahilde de denizi girilip yorgunluk atılacak imkan veriyor. Sonrasında da deniz manzarası eşliğinde yemek yenecek çok keyifli bir yerdi Side. Biz tüm bunları sırayla yaptıktan sonra sahilde başlayan nostalji trenine binerek aracımıza geri döndük. Sezon sonunda Side günübirlik turlar için ideal bir yer bence. Zaten küçük olan kasabada konaklamak anlamsız sanki.

Dönüş yolunda Manavgat’tan geçiliyor. Arzu edenler Manavgat Şelalesi’ni de görebilirler. Antalya Düden Şelalesi’ndeki hayal kırıklığımdan sonra bu kadar kültü şoku yaşamak yeter diyerek, anılarımdaki gibi kalmasını istedim. İnanın 30 yılda elde, avuçta ne varsa acımadan hepsi tükenmiş. Doğadan, tarihten, ormandan, bitki örtüsünden geriye bir şey kalmamış. Hepsini talan etmiş insanoğlu. Artık kimse tarla, bağ, bahçe ile uğraşmıyor. O güzelim narenciye bahçelerini, bostanlarını açgözlü müteahhitlere peşkeş çekiyor mal sahipleri. Emlak zengini olma yolunda ilerliyorlar hepsi de. Oysa ki bilmiyorlar ki ekosisteme ne kadar zarar verdiler… Bütün bunları göz ardı ediyorlar.

Herkes bugünü, bu anı kurtarmanın peşinde. Sahillerde boş bir köşe, şehir ve kasabalarda nefes alacak yeşillik alan bırakmamışlar. Göz alabildiğince beton yığınları kaplamış doğayı. Antalya’da hemen her apartman bahçe içinde. Hiç olmazsa 5-10 ağaç var bahçelerde, şimdilik bununla idare ediyorlar. Peki ya yarınlarda?

Nüfus alabildiğine artarken, sınırlarımızın dışındaki kargaşadan kaçıp gelen sığınmacı ve mültecilerle kişi başına düşen payımız giderek azalıp fakirleşirken, bir de sebze meyve yetiştirecek alanımız kalmazsa, tamamen dışa bağımlı olmaz mıyız?

Sözün özü bu yıl yine yollardaydım. Aralıklarla 5 ay evden uzaktaydım. Pandemiden sebep tam istediğim gibi olmasa da yine hatırı sayılı sürelerde istediğim yerlere giderek tatil yaptım. Artık evimde huzur içinde gelecek faturaların, yaşanacak zorlu günlerin plan projesini yapabilirim. Bütçesi yeterli olmayan herkes gibi… Ben de bu kış nasıl geçer diye kara kara düşünmekteyim.

Yine de diyorum ki her şeyin başı sağlık. İki yıldır yaşadıklarımızdan sonra ne para ne pul. En önemli aldığımız bir nefes galiba. Kendimize iyi bakalım ki bizi sevenler, sevdiklerimiz ardımızdan üzülmesinler.

Bir Cevap Yazın