HELALLEŞMEYE DEVAM

Cin şişeden çıktı, Pandora’nın kutusu açıldı, tabiri caiz ise yer yerinden oynadı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, dökülen bardağa su geri dolmayacaktır…
Oysa, sen halim selim, ponçik tatlıca bir adamdın. Mutfağında çayını içer, kuzinede kestane kavurur, etliye sütlüye pek karışmadan ömründen de parti başkanlığından da günleri birer birer ipe düzerdin.
N’olurdu, suyu bunca bulandırmasan, çarşıyı pazarı hallaç pamuğu gibi dağıtmasaydın… Ah Kemal Bey Amca ah… Hayır, içine ergen mi kaçtı, ne yedin içtin de birdenbire başımıza “devrimci” kesileceğin tuttu?
Kerameti kendinde saklı, sözleriyle gündemin içine bomba gibi düşen; CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu’ndan söz etmekteyiz, evet efendim.
Sağır sultanın bile kulağına ulaşmıştır şimdiye… Eskiköyeyeniicatçıktı; “helalleşme” aşkımız depreşti. Hani az daha devam etse; big bangi de yeniden başlatacak, pek muhterem adam. Elinin de dilinin de zembereği boşaldı…
Geçen hafta dillendirmişti, gece vakti mutfak sohbetlerinden birinde. Duyanlarda bir şaşkınlık, herkesin içinden geçen; “Netflix dizisini başa sarıp sarıp yeniden izledi. O duygu yoğunluğuyla da videoya sardı zaar” afallamasıydı… “Kulüp” tetiklemesi sanmıştı/k/m. Değilmiş!
Hal böyle olunca, göze fener tutulan tavşan misali; ilkokul çocuğu tadında, eteğimizdeki taşları döktük, biraz da ivedilikle, eksik gedik de olsa. Yolu nereden geçer, nasıl etmeli, nereye varma?
Ürkütmeden, tatlı tatlı pazartesi gecesi yazdım yazımı. Amanın o da ne? Salı günü, grup toplantısında eli daha da yükselti Kılıçtaroğlu. Benim yazım, daha yayına girmeden, neredeyse boşa da çıktı.
Öyleyse, günah bizden gitti. Sanrı değilmiş, topluca aynı rüyayı görmedik madem; açtığınız yoldan sormaya, deşmeye devam. De haydi önden buyurunuz, bey efendiciğim.
BAŞKAN ÇOŞTU!
“Varlık Vergisi”, “6-7 Eylül” derken, yanına “Diyarbakır Zindanları”nı da kattınız. “İkna Odaları” dediniz, “Ali İsmail Korkmaz” eklediniz, “Soma” vardı yeni ilavelerinizde. “Sivas”, “Çorum”, “Maraş” hepsiyle “helalleşeceğiz” dediniz.
Ki, inanın biraz mest olarak, yürekler ağızlarda da dinledik… Rüyaysa bile, uyanana kadar iç yağlarımız erirken, kulak kesildik sözlerinize. Hiç uyanmayalım da istedik. Bünye alışık değildi; kendini çimdikleyenler bile olmuştur, abartı da değil…
Arkası yarın tadında, parça pinçik de olunca, kimi söylemleriniz belki de arada kaynadı şimdiden. Kaynama sebebi; aslında söylemlerinizin samimiyetinin sorgulanmasıydı, bu da başka gerçeklik… Bu kez de siz bizi ikiye böldünüz; “inananlar”, “yok canım yapamazcılar” olarak.
Sevgili başkan; gerçi biraz çıtlattınız da “yasaları ayrı olacak”, “tazminatı ayrı.” Peki, buna da sonra dönelim. Her olayın, her zulmün kodlarının farklığının bilincinde de olmanızı umalım, öylesinizdir de elbet.
Varlık vergisi ve 6-7 Eylül’le başlayalım. Öncelikle burada kimden hesap soracaksınız, soracak mısınız? Mirasçılardan, torunlardan özür dileyip, tazminat ve gasp edilen mallarını iade ile mi çözme hedefindesiniz?
O kadar ile kalınırsa, tabiriniz ile “helalleşme” olmuş mu olacak? O dönem ki kendi başbakanınızın, adının olduğu çeşitli yerler var: Fenerbahçe Stadı misal.
Adı orada duracak mı? Duracaksa; perhiz-lahana turşusuna dönmez mi? Hadi, samimiyet gösterin! Stadın adını değiştirilmesi girişiminde bulunun. Tabiidir ki, iktidar değilsiniz; meclis geri çevire de bilir, sayınız da yetmiyor amenna. Samimiyet kanıtının başkaca yolları var; imza kampanyası başlatın, yetinmeyin sembolikte olsa bir tabela yaptırıp; maç günü stadın önüne asın…
İsim önerim; camia için kıymeti de olan “Ali İsmail Korkmaz Stadı” olsun. Size, hangi taraftar hayır der ki? Halktan kaç kişi karşı çıkar ki? Sözden, eyleme artık, lütfen. Bazı şeyler için ille de iktidar olmayı beklemek de lüzumsuz… Adım, adımdır!
Söz Ali İsmail’den açıldı madem; bir davasına tüm vekillerinizle salonu doldurmaya engel neydi? Bundan sonrası için, düşünür müsünüz yahut? Mutlak ki partide görev dağılımı, komisyonlar var, fakat bir kere de tüm hepinizin mahkemeye gitmesi olanaksız da değil.
Ali İsmail, bir kere ölmedi/öldürülmedi; her gün yeniden öldürülüyor. Nasıl mı; adına kurulan vakfa her sene verilen burs amaçlı bağış kampanyasına, bu sene izin çıkmadı. Aynı gün ve aynı saatlerde, Emel Anne (Korkmaz) ile, aynı koşuda, köprüdeydiniz; elini sıkıp, anma tshirtlerinden birini üstünüze geçirmeniz, aslında ne kadar da anlamlı olurdu bilemezsiniz…
Nur Serter eski vekilinizdi. Partiniz ile ilişiği nedir şu an da? İkna odaları denince; ilk uygulayıcısı, kurucusu olduğu geçti tarihe bilindiği gibi. İlişiği devam etmekteyse, ihraç fikriniz var mı? İhraçla devam edelim; her söylemi ırkçılığı körükleyen, mültecilere nefreti harlayan Bolu Belediye Başkanı’nı partide tutmaya davam mı edeceksiniz? Önününüz de engeller mi var acaba? İhraç mekanizması çalıştırılırsa, Deniz Baykal ille de Baykal unutulmasın… Yoksa yumuşak karnınız mı?
Ailelere, geride kalanlara tazminat ödediniz -ki kesin ödenmeli-, 302 can yitirildi, telafisi zor… Fakat sadece canlar yitirilmedi ki azizim; işsiz kalanlar, tazminatlarını alamayanlar, hakları için yollara dökülen madenciler ve aileleri de vardı; yalnız kalan, yalnızlaştırılan da… Soma; dinmeyen yara… Madencinin sadece yerin altında değil, yerin üstünde, adalet önünde de etleri liğme liğme…
DEVLETİN ÖDEVİ
Bakın! Baştan şunun için tebrik etmeliyim, çok kişi de aynı fikirdedir; “devlet” adına, en azından üstünü örtmemeyi seçtiniz. Yaparsınız, sadece söylemdir, seçim için rüzgâra açmışsınızdır yelkenleri… Neden, niçin, sonuçları bunlar da şu an konum değil; durduğunuz nokta, geldiğiniz yer, partinizin kodları açısından oldukça zor bir tavırdı. Bu bile taktire şayan aslında. Oldukça da kıymetli… Parti içinde otoriter, eski asker kökenli, erk’leşen bir kanat olduğu, azınlık olmadıkları da ortada.
Meselem; bu eşiği nasıl aşacağınız, direnci nasıl kıracağınız? Sizle aynı görüşte, kaç tane vekil arkadaşınız var? Yola çıktığınızdan, sırtınızdan bıçaklanmayacağınıza emin misiniz?
Nerede ise, partinizin ve partinizin kurucusu olduğu sistemin temellerini sarsmak üzeresiniz, bununla kolay baş edemezsiniz diye de korkmaktayım açıkçası.
Çoğu zaman, vasat veya edilgen bulmak ile beraber, alkışladığım zamanlar da oldu, temel de dürüst ve iyi bir insan olarak da görmekteyim sizi. Az kirlenmiş diyeyim veya…
İnanın, söylemlerinizden bırakın yarısını, yüzde onunun bile başarabilseniz çok kişi mutlu olacaktır. Bu bir bayrak yarışı, belki açtığınız kapıdan ilerleyecek siyasetçilere cesaret aşılar, devamını da onlardan görebiliriz. Umut işte, belli mi olur?
Devlet diyordum; devlet vatandaş için olan, vatandaşı için var olması gerekli bir kurumdur. Maaşını ödediğimiz, hizmet için görevli organdır. Sorumluluğu; benim mutluluğum, refahım ve ihtiyaçlarımı öncelemektir; memurunu, organını kollamak, onların kirini pasını örtbas etmek değildir…
Çıkmayı hedeflediğiniz yolda; aslında gizli dehlizlerine de ışık tutup, “yanlış”, “hata”, “suç” üzerinden, yüzleşmeye de götürürken; engellerinizin çok olacağı, ayağınızın sürekli sert kayaya çarpma ihtimali var. Arzunuz bile yetmeyecek, ne acıdır ki…
Tam da burada; “Diyarbakır Zindanları” hem devletin gizli ve karanlık köklerini hem de doğurduğu sonuçları ile de unutulmaması gerekli mim noktamız.
İnsan onurun ayaklar altına alındığı, insanlığın toptan çürüdüğü çukur… Ömür tüketenlerin, sağ çıkmayı başaranların anlatısını dinlemeye; bırakın yürek dayanmasını, taşlar çatlar, utancından un ufak olurlar…
Yurttaşına eşitlik, adalet, hakkını, hukukunu korumamanın yanında; “Kürt Sorunumuz” meselesinin, ayaklarındandır da Diyarbakır Zindanları…
Peki, artık zindanlar, cezaevleri daha mı konfor alanları? Hayır, yüz bin kere hayır! Günümüzde; hiç olmadığı kadar çocuk mahpus damlarında büyümekte, doğmakta, ıslahevlerinde türlü eziyetlere uğramaktalar…
Şu çağda, ülkenin orta yerinde 40’a yakın kadın “çıplak arama” feryadıyla kulaklarımızı sağır etti. Öncesinde, sonrasında kayda düşmeyenler, her kesimden kadının da yaşadığı çıplak arama işkencesi apayrı… Kime yapılırsa yapılsın işkencedir, suçtur, cinsiyetten de azade… Diyarbakır Zindanları; isim değiştirdi, en ücralarına kadar yerleşti memleketin, yanında her gün yenileri eklenmekte… İnsan, onuru ile insandır! Ceza da ölçülülük, hukuk unutulmaya…
YOL AYRIMI
Artık ne dünler ne de yarınlar aynı olacak. Kulaklar gördü, gözler duydu Sayın Kılıçtaroğlu. İvme kazandırırsınız, kazandırmazsınız fakat bu noktadan sonra sizin de boyunuzu aşar geldiğimiz nokta.
Demeye çalıştığım; evet, engelleriniz olacaktır o kaçınılmaz. Sadece bu noktadan sonra dönüşün olmadığıydı. Herkes biliyor; zarların hileli, kralın çıplak olduğunu…
Cancağazım, lütfen adım adım gidin. Gerekirse emekleyelim ama; başladığımız şeyin içine de samimiyet katalım. Söylemle, eylem de aynı çizgide buluşsun.
Farz edelim ki, tüm bunlar birer secim yatırımı olsun. Öyle ise tam da meyvelerini toplayacağınız günlerden geçiyoruz; akşamdan sabaha paramız 40-50 kuruş eriyor, açlık, sefalet bacayı aşmış, canlar burundayken; yeni bir şarkı söylemek lazım. İçinde barış olan, umut olan…
Açtığınız hayaletli evin kapısında; dik durabilirseniz, milyonlarca omuzdaşınız olacaktır, bizden yana kuşkunuz olmasın. Belki de bu sefer, süreriz motorları maviliklere…
Sizden biraz ışık, samimiyet gören, nice fenerler düşer peşinize, siz bile şaşakalırsınız… Çok da bir şey istemiyoruz; biraz adalet! Adalet; ekmeği de doğuracaktır…
