FAİLLİK İLİNTİSİ

Bâzen farkında olmadığımız, suçla/ortaklıkla ilişiklik haller vardır. ‘Bilincinde’ bile olmadığımız için “suçlu” hissetmemekteyiz, dolaylı olarak da pür-i pak hayatlarımız sekteye uğrayamadan devam etmektedir…  

Bilmek ya da bilmemeyi seçmek de bir sorumluluk yükler mi? Sonuçta ikisinde de bilinçli bir tercih durumu olduğuna göre, kanımca yük yükleyeceğidir.

Yalıtımı seçmek, ‘olanı biteni bilmek istemiyorum’ demek de bir tercihtir. Seçim size ait olsa da bu sizi tüm olan bitenden soyutlamamakta… Dışında kalma tercihi dışarıdaki pis kokuların bilincine haiz olup, kendinden ıraksamayı seçmek, bir nevi ”bana dokunmayan yılan”ı da kabullemektir.

Vicdanımızı Mı Rahatlattırıyoruz?

Devasa bir apartman. Uzun koridorları olan, geniş sahanlıklarıyla daireler arasında, kopuşu, derinliği ve de sınırları daha da netleşmiş bir bina.

İzlediğim bir filmdeki sahneden söz edeceğim. Filmin kahramanı yetişkin, 40’lı yaşlarda bir “erkek.” Bu efendi, 12-13 yaşlarında bir çocuğa önce sözsel, sonra fiziksel şiddet uyguluyor.

Konusunda haklı olan çocuk, ilk anda apartmanın girişinde yaşanan bu olayın peşini bırakmıyor ve komşularına anlatmak için bir üst kattaki dairelerin zillerine basıyor. Her yer kapı duvar…

Yetişkin olansa komşularına rezil olmamak adına, olaya yeniden müdahale etmeye çalışıyor. Çekiştirme, tokat atma derken; çocuk merdivenden yuvarlanıyor. Tüm süreç boyunca, çocuğun çığlıkları hiç durmuyor ama.

10-15 dakika gibi süren olayda, her yerde ölüm sessizliği… Çocuğun çığlıkları arşı inletirken, bir Allah’ın kulu da “n’oluyor, nedir bu sesler” ya da “gürültüler” diye kapıyı açmıyor…

‘Evde değillerse’ veya ‘bu bir film’ gibi savunuya geçtiğinizi, mırıltılarınızı duyar gibiyim. Diyelim ki evet, evde olmamış olsunlar hatta ve hatta diğer savınız olan ‘bu bir film.’ Peki buna da kabul. Gerçek hayatta durum farklı mı?

Bunca mesafeyi, koruma kalkanını salt fiziksel güvenliğimiz ve mahremiyetimizi önemsediğimiz için mi alıyoruz? Bu kalın çizgililerle çizilen sınırlar; öte yandan ‘sen de kendi işine bak’ demek mi? Benim alanımda olanlara, ‘dahil olma’ talebine yönelik, sessiz uyarı mı?

Üç Maymunu Oynamaktayız…

Olayda özne değilsek, “görmedim, duymadım, bilmiyorum”, bahanelerinin arkasına saklanmak, ’insani sorumluluktan’ bizi soyutlamamalı, soyutla(ya)maz.

Öyle düşünmek, içimizi rahatlatıyordur, o da bir an’lık belki de. Hoş, hiç rahatsızlık duymadan, hayatını sürdürenler yok mu? Gayet tabii ki de var… Onlara da ne isim takmak lüzum eder, fikir beyanı yersiz…

Kişisel çıkarlar, kaygılar, zaman zaman korku duygusuyla, ‘başımızı her öte çevirişte’, öyle yahut da böyle, ‘göz yumduğumuz’, ’bildiğimiz/bilmemeyi seçtiğimiz’ her ne ise, faili kadar suçluyuz. Faille ilişiğimiz; ortaklıktır!

Bu, sokakta görüp müdahale etmediğimiz kadına karşı suçta da böyle, komşunun evine giren hırsızın eşkalini vermemekte de böyle, dolaylı veya direkt yönetimde olan dünyadaki tüm devletlerin icraatlarının, suçlarının faturalarında da böyle…

Kötülük Kazanmıyor…

Söyleyenine veya milletine dair, net anımsamadığım çok güzel bir söz var. ”Kötülüğün kazanması, kötülerin çokluğundan değil, iyilerin sessizliğinden”  Buna belki çıkarları sebebiyle sessiz kalanları (bu daha az mı kötü yapar), korkaklıktan ötürü susanları da eklemeli miyiz?

Korkmak, pek tabii ki çok insani! Kısmen anlaşılır durum da denebilir, haklılık payı da var. Korkup sustuklarımızla nasıl yaşarız? Ölmek mi bizi bunca korkutan? Sinerek, göz yumarak, nispi ortaklıkla yaşamak, yaşamak mıdır?

Şüphe götürmeyen gerçek; hepimizin kaybedecekleri var. Kimimizin belki daha fazla… Geride bırakılacak, gözü yaşlı insanlar için, kuşkusuz ki çok acıdır. Aksini kimse iddia edemez, etmez de.

Onlarla beraber, şâyet varsa çocuklarımıza, sevdiklerimize, dostlarımıza, en önemlisi de aynalarda kendimize “erdemden, insanlıktan, onurdan” ne hakla bahsedebiliriz? Mümkün müdür ayrıca?

Çözüm Mü Nedir?

Aslında, alıntısını yaptığım filmdeki çocuğun tavrı… Çözüm o! Haklı olmaya da gerek yok o şekilde failin karşısına dikilmek için. Demek istediğim; kendi haklarımızla beraber, başkaları için de sesimizi yükseltmek, olana-bitene sırt çevirmemek, “banane”ci davranmamak, yönetenlerin icraatlarıyle yakinen ilgilenmek… Hepsi.

Şuna emin olabilirsiniz; susmayanlar, sessiz kalmayanlar, bir olayda müdahil olanlar, ”yürek yemediler”, kimsenin canı, sizlerinkinden kıymetsiz de değil…

Onlar sadece, herkes için daha iyi bir dünyanın peşindeler. Omurgalı olmayı seçenler! Korku, korktukça güçlenen bir duygudur. Her seferinde artan dozuyla, hücrelerinizin tavanını daha aşağı çeker… Bir noktada, yaşamınızın tamamını ele geçirir, benliğinizi, özgüveninizi yutar…

Artık, sizin için hiçbir yer konforlu ve yaşanılası olmaktan çıkar. Kaçtıkça, gölgenizden daha hızlı belirir… Ta ki, korkunuz size dönüşür, ruh ve de beden bütünlüğünüzün bozulmasına kadar götürebilir…

Çelik kapılar, devasa duvarlar, bilmemek, alınacak her türlü korunma önlemi, sırça köşklere hapsolmak koruma sağlamaz. Güvencesi bir yere kadardır. Korku; zehirleyicidir, paranoyayla en yakınlarınızdan şüpheye kadar sürükler… Eline düşmeye görün…

İçinde ol(a)madığınız bir hayat, yaşamak mıdır? Kale duvarlarının ardından izlemek, insanlarla aranıza mesafeler koymak, yalıtılmış hayatlar, hayat mıdır?

Hadi gelin, çocuklar gibi karışalım hayatın içine. Zırhlarımızı, kalkanlarımızı, korkularımızı yıkalım. Çok düştük, dizlerimizi, kollarımızı, kalplerimizi yara bere içinde bıraktık çocuklukta, gençlikte. İçinde olmaktan, yaşamaktan sakınmadık.

Herkesle arkadaştık, oynuyorduk. Her kavganın içinde değil miydik? Arkadaşlarımıza sataşanlara, biz de ses çıkarmıyor muyduk?

Büyümek, kaybedeceklerimizin büyüklüğü, hepimizi çekinikleştirdi. İnsanları tanıdık, kötü olabileceklerini öğrendik, kötülüğün kokusunu aldık, deneyimledik belki de. İyi de önceden yok muydu kötülük, bunca mı değildi? Hayır, belki dünya aynıydı. Biz, merkezindeydik hayatın, gözümüz karaydı…

Üstümüze vurduğumuz her kilitle; koptuk, sindik. Aramıza görünür/görünmez duvarlar ördükçe, korkunun her hücremize sirayet etmesine izin verdikçe; daha da az  yer kaplar olduk, yaşadığımızı sandığımız hayatta…

Bugün, yeni bir gün. Kayıp gitmesine izin mi vereceğiz hayatın? Susarak, pısarak, bir kilit daha kilitlerin üstüne, olanın olmasına, ölenin ölmesine izleyici, “etliye sütlüye karışmadan” tutsak, korkakça, bilmediğimiz suçların ortaklığına devam ederek mi sürdüreceğiz günlerimizi?

Dışarıda kocaman bir yaşanmamışlık var. Güvenli diyemem! Sana “gül bahçesi vaad etme” lüksümüz yok…  Diyeceğim; yaşamak zor zanaat. Yaşabilmek içinse; kâh dövüşmek, avaz avaz bağırmak yeri gelirse, varını yoğunu ortaya koymak, sırf kendin içinde değil, göz yummamak lazım kötülüğe…

İçinizdeki iyiyi özgür bırakın, çocuğu öldürmeyin büyüdükçe. Konu insan hayatıysa, ‘her şey sizin işiniz, meseleniz olsun’, göz yummayın, karanlık bizi ele geçiremesin lütfen…

Bir Cevap Yazın