NEREDE ESKİ ÜSKÜDAR, NEREDE ESKİ GÜNLER

2021 yılının son demlerini yaşıyoruz. Aralık ayının 11’inde 18 dereceyi yaşayan biz İstanbullular hemen kendimizi sokağa attık. Gidebilenler sahillere akın etti. Ben de pandeminin başından beri görmediğim arkadaşlarımla Üsküdar’da uluşup deniz ve çay keyfi yaptım. Buluşma ne kadar keyifliyse de kalabalık, insan seli bir o kadar yıpratıcıydı. Malum maske, mesafe ihlalinden dolayı çok dikkat etmek gerekiyor. Hala büyük risk var bu konuda.

Üsküdar’da gezip dolaştım. Biraz eskiyi aradım. Çocukluğumun, gençliğimin bulmak için çok zorlandım desem yalan olmaz. Kütahya’da yaşadığımız dönemde, İstanbul’da yaşayan akrabalarımıza ziyarete gelirdik sık sık. Babamın yakınları karşı denilen Kurtuluş, Bakırköy, Zeytinburnu’na yerleşmiş, teyzem ise Üsküdar’da yaşamaktaydı. Teyzem ile benim aramda 10 yaş olduğu için birbirimizin dilinden çok iyi anlardık. Birlikte çılgınlıklar yapıp çok keyifli vakit geçirirdik.

50 yıl öncesinin Bakırköy’ü bahçeler içerisinde müstakil evleri barındıran, mahalle kültürünün yoğun yaşandığı bir yer iken, Kurtuluş genelde iş yerlerini barındıran apartmanlarla bezeliydi. Zeytinburnu o yıllarda gecekonduların olduğu, çok göç alan kenar semtlerden biriydi. Şimdi hepsi merkez oldu. Bir ucu Tekirdağ, bir ucu Kocaeli ile birleşik büyük bir metropole dönüştü güzelim İstanbul.

Yaklaşık 10 yıl görev yaptığım Şişli, Eminönü, Sirkeci semtlerinin de yer aldığı İstanbul’dan ziyade, Kadıköy ve Üsküdar’ı barındıran Anadolu Yakası’nı daha çok sevmişimdir hep. 40 yıl ikamet ettiğim eski Üsküdar’dan bahsedeyim biraz size. Tarihi dokusuyla, yokuşlu, merdivenli sokakları ile, bahçe içinde ahşap evleriyle, sessiz, sakin, huzurlu bir semt olan Üsküdar sahilinde o zamanlar piknikler yapılır, kayalıklardan denize girilir, Salacak’ta çay içilir, isteyen bir duble rakısını içer, geceleyin de denize sıfır bahçelerde kuruyemiş ve bira eşliğinde eğlencenin merkezi olan karşı semtlerin gazinolarındaki müziği doyumsardı herkes.

O vakitler bira alkollü içecek sayılmıyordu. Bütün çay bahçelerinde rahatlıkla temin edilebilirdi. Şimdiki ses ve görüntü kirliliği olmadığı için şarkılar net duyulurdu sahilden. Kız Kulesi’nin karşısına düşen alanda Orduevi, oradan vapur iskelelerine doğru giden tarafta tekel fabrikası uzanırdı. Sahilde pek çok meyhane, birahane vardı. Salacak’tan itibaren film şirketleri için doğal plato olan, fonda Kız Kulesi’nin de olduğu siyah beyaz filmleri izlemeyeniniz yoktur sanırım.

Kız Kulesi’nin yanında durup karşıya bakınca Topkapı Sarayı, Galata Kulesi, Tophane, Dolmabahçe Sarayı, Galatasaray Üniversitesi, Ortaköy Camii ve boğazın incisi olan Boğaz Köprüsü eşliğinde büyük bir panoramayı seyre dalardınız. Şimdilerde bu güzel yapıların önünde, arkasında, yöresinde yükselen gökdelenler yüzünden başımı kaldırıp karşıya bakasım gelmiyor. Çok çirkin bir görüntü var.

Sahilden içerilere doğru yürüdükçe sağlı sollu camiler ve etrafa yerleşmiş külliyesinin içindeki tarihi dokuyu hisseder, o zamanların izlerini taşıyan mimariye hayran kalırdınız. İçinde yaşarken çok dikkatinizi çekmeyen bu güzellikler, biraz uzakta kalınca daha çok özleniyor. Eski halini bilen bizler, farkındalık yaratma telaşına düşüyoruz işte böyle.20 yıldır ülkenin başında olan düşünce yapısına göre, daha çok abad edilip, korunup kollanması gereken bu yapılar uzun yıllar boyunca çeşitli amaçlarla yağmalandı, içi boşaltıldı. Geriye en azından dış görünümü kaldı diye sevinirken maalesef restorasyon hilesiyle hepsinin orijinalleğini bozuyorlar şimdilerde.

Cumartesi günü dolaştığım ara sokaklarda pek çok yapının çepeçevre tenekeyle kaplı olduğunu görünce, içim cız etmedi değil. Yıllar önce Topbaşı Cezaevini bir vakfa peşkeş çekip içine özel üniversite inşaa ettikten sonra, bir de tarihi dokunun dışına cam yapıp turnike yerleştirdiklerinde ümidim kalmamıştı zaten. Ama neyse…

Şimdi Mihrimah Sulta Camii önündeki bir vakitler ortak buluşma noktamız olan çeşme dahil pek çok tarihi yapı çarşafa dolanmış, restorasyon sırasını beklemekte. Toptaşı Caddesi’nden başlayıp iskeleye kadar uzanan yol boyunca gördüğüm bu değişimlerden sonra yarınlara aktaracak hiçbir mirasın kalmayacağını idrak ettim bir anda.

İktidara gelirken İstanbul ve Üsküdar bizim kutsalımız diyenlerin parsel parsel sattıkları, yeşil alanlardan sonra sıra yıllardır yerlerinde duran geçmişin günümüze yansımalarına gelmiş anlaşılan. Uzun yıllar kurdukları vakıflar ile talan ettikleri yetmemiş anlaşılan. Keyifle başlayan hafta sonu gezimin böyle hüzünle, hayal kırıklığı ile sona ermesi canımı öyle çok yaktı ki…

İnşaat ya kulum diyen düşünce yapısının icazetiyle taş yığınına dönen, hala göğe yükselen binaları, konvoy konvoy yolları kaplamış taşıtlarıyla üstüne üstüne gelen insanlarıyla yaşanacak bir yer olmaktan çıkan İstanbul’u o kadar çok sevmeme rağmen çekip gitmeye ramak kaldı sanırım. Beni bile bu hale getirdiniz ya ne diyeyim. Sebep olanın bahçeleri bahar görmesin. Böyle, sadece İstanbul’dan bahsettim. Vaktiniz varsa sizler de çıkın, gezin görün, neler yapılıyor, enler yaşanıyor, eskinin izleri nasıl siliniyor kendiniz tanık olun derim. Keyifli gezmeler.

Bir Cevap Yazın