KÖYDE ÇOCUK OLMAK

Geçtiğimiz günlerde bu mecrada paylaşım yapan çok sevdiğim can dostumun tweet’indeki fotoğraftan yola çıkarak sizlerle çocukluğumda her yaz gittiğimiz -özellikle harman zamanı- köy anılarımı paylaşmak istedim.

Sene 70’lerin öncesi. O dönemde daha köylerde biçer-döver gibi teknolojik aletler yok ya da çok az. Traktör yalnızca köyün ağasında ya da muhtarında mevcut. Kiremitli çatı hiç yok, yalnızca caminin kubbesi teneke. Evlerin damı toprak. Ev dediğim de geniş bir bahçe içine konuşlandırılan samanlık, ahır, iki oda bir mutfak sığacak kadar yaşam alanı ve bina dışında bahçenin en uzak köşesindeki tuvaletten oluşuyor. Ben geceleri çok korkardım elimde gaz lambası ile tuvalete gitmeye.

O dönem evlerde su tesisatı yok. Kiminin bahçesinde açılmış kendine ait kuyudan ya da mahallede ortak kullanımlı kuyudan su alınıyordu. Daha sonraları önce mahalleye ortak çeşme, daha sonra evlere su ve elektrik girdi. 70’lerde “Almanya yolcusu kalmasın” diyen hükümet neznindeki girişimlerle köyün genç erkeklerinin çoğu gurbetçi olup yurt dışına çalışmaya gidince geride bıraktıklarına yolladıkları harçlıklarla önce evler yenilendi. Sonra harman, bağ, bahçe işi bırakıldı ve tarlaların çoğu boş kaldı. İşte o yıllarda babamın da yurt dışına gitme sevdasına engel olan büyükleri -iyi ki öyle yapmışlar- sayesinde ailemiz bölünüp parçalanmadı. Köyde yalnız kalan diğer kadınlar gibi anneciğimin de gözü yollarda kalmadı…

Her neyse… Bizim köy maceralarımız işte böyle bir kaosun ortasında yaşanıyordu. Temmuz-Ağustos ayı İç Anadolu Bölgesi’nde çok sıcak ve kurak geçer. Lakin kışın bir metreyi aşan kar yağınca, damlardan içeriye su akmasın diye loğ denilen büyük bir taş ile sıkıştırılırmış. Ben bu işlem yapılırken hiç görmedim ama dedemlerin samanlığının bir köşesinde tüm heybetiyle duruyordu loğ denilen alet. Ona bakarak ne çok hayaller kurardım. Çocukluk işte… Onu bir safkan ata da benzetirdim, bizi ezip geçecek bir kayaya da.

Samanlıkta loğa eşlik eden çuval çuval samanların ardında da düven (döğen) dururdu. Bir yüzü çakıl taşlı, öteki yüzü düz. Onunla da çok hayallerim vardı. En çok da uçan halıya benzetirdim. Harman yerine serilen tarladan tırpan ya da orakla biçilmiş kuru buğday, sapları ve tanelerinden ayrıştırılmak için at veya öküze bağlanmış düven ile sürülürdü. Başaklar, saman ve tanelere ayrılır, bunlar da savrularak samanlarından da ayıklanır ve kışın un, bulgur ihtiyacı için önce iyice yıkanır, sonra büyük kazanlarda kaynatılıp damlara serilen temiz örtülerde kurutulurdu. Eğer hasat çok olmuşsa bahçeye de serildiği olurdu tabi. Sıcak sıcak buğdayın tadına doyum olmazdı. Avuç avuç yerdim gizli gizli.

Erkek kardeşim ve ben düvene binmeyi çok severdik. Dedemle birlikte üzerine oturur, dolap beygiri gibi dönen hayvanların ardından o zamanlar bize çok büyük görünen köyün evlerine bakardık. Bir gün dedem düvenden inip hayvanları dinlenmeye bıraktığında bunu fırsat bilen biz ikili çete düvene oturup deh dememizle atlar birden coşup ekinlerin üzerinden çıkarak dedemlerin evine doğru koşmaya başladı. Bizdeki korkuyu tahmin edersiniz. Aslında çok uzak olan eve kadar sarsıla sarsıla gelip orada duran düveni öyle bir terk edişimiz vardı ki sormayın.

Bizim bu densizliğimiz yüzünden düvenin bütün taşları dökülmüş, kullanılamaz hale gelmişti. Çok sert bakışları olan dedemden korkumuzdan nereye saklanacağımızı bilemezken, dedemin bize şefkatle yaklaşıp “Olur böyle şeyler, korkmuşsunuz, biraz su için dinlenin” sözleriyle rahatlamış ve çok da utanmıştık. Ben 15 yaşıma kadar süren bu köy tatillerimi asla unutamam. Şehrin kalabalığında görünmeyen yıldızlar gökyüzüne halı gibi serilir, her yeri aydınlatırdı. Böyle gecelerde damda yatmak, o yıldızlara gitmeyi hayal etmek, ılık ılık esen rüzgarda oturup sohbet ederken dedemin tandırda kavurduğu nohut, kabak ve karpuz çekirdeklerinden oluşan çerezimizi, bağdan topladığımız meyvelerimizi büyük bir iştahla yemek öyle keyifliydi ki…

Önce insanlar, sonra ekmekler bozuldu. O yıllardan bu günlere saflığını yitirmiş, bencil, çıkarcı, kurnaz köylü güruhu kaldığı için ara ara geçmişin saf, temiz günlerini yad etmekle yetinir olduk. Sanki dünler bugünlerden çok çok daha güzel ya da tertemizdi. Bana göre öyle. Siz ne dersiniz?

Bir Cevap Yazın