HEDİYE GİBİ HEDİYE

Âdettendir sanırım, yıl sonu yaklaştıkça; yılın, günlerin, gecelerin bilançosu yapılır… Kazançları, kayıpları, getirisi, götürüsü… Kimimizden çok şey götürdüğü de su götürmez gerçek bitmekte olan senenin…

Kişisel olarak, ilk golü yiyenlerdenim, yeni yıl başta beni çökertmişti. Bilmeyenleriniz ya da beni ilk kez okuyanlar olacaktır; manevi bir kız annesiydim. Di’li zamandan da anladığınız üzere, kızçem artık aramızda yok…

Bazı insanlar hayata üç dört sıfır geriden başlarlar. Benim “denizkızım” da öyleydi…  Özcesi; zor bir hayatı oldu. Her konuda yaşadığı zorlukların yanında, daha öncesinde de deneyimleriyle, intihar ederek, hayatını sonlandırmayı seçmişti, 1 Ocak gecesi…

Denizkızı” dedim ve artık yazım kurallarından da âzâd ederek birleşik yazdım; kızım denizi çok severdi ve denizle bütünleşmeyi seçti…  Hiç bitmeyen 2 Ocak tarihinin sabahına doğru, oturduğum yerde 3-5 dakikalık iç geçmesinde “Mommy! Bak, ben deniz kızı oldum!” demişti kabusumda… Öyle de olmuş, güzel gözlüm…

HAYAT ALIYOR DA VERİYOR DA…

Sonrasını tariflemeye ne tümceler ne de okumaya sizin yüreğiniz yeter…  Kızçemle olanı, olmayanı, öncesi, sonrası kâh gözyaşı, kâh yüzde tebessümdü.

Gel zaman, git zaman oldu; “bulaşı”ydı, bulaşığıydı, kovidiydi, pandemisiydi derken devir döndü Mart, Nisan, Mayıs aylar aldı gitti başını…

Deldi geçti, geldi geçti günler… Zaman bazen sardı, çoğu zaman deşti yaramı, hoş pandemi denilen zaman biraz da can derdine itti, orası da ayrı…

Yine bilmeyenleriniz vardır; dezavantajlılar merkezli, evsizler üzerine gönüllü çalışanlardanım da. Nisan sonlarına doğru, gönüllülerinden olduğum Sokak Lambası Derneği’nde, bir kedimiz vardır Suellen, o yavruladı.

Kedinin, kızımızın adını garipsemişinizdir, anlıyorum da sizi. Bu yavru, bize geldiğinde yoğun hastalık süreci yaşadı, sürekli ilaçlardan “kafası her dem hoş gibiydi”, o sebeple de televizyonların tek kanallı olduğu dönemde “Dallas” adlı dizideki alkol sorunu olan ve hep  yarı baygın gezen bir kadın karaktere atıfla, o adı almıştı yavrumuz. Ha, ben diziyi izlemedim, ‘peh peh yaş çıktı ortaya’ geyiğine girilmesin, diye dip notumu da düştüm.

5 yavrumuz oldu olmasına da ben birini gözüme kestirir gibiyim fakat mesafeliyim de diğer yandan da. Küçük canlılara dokunamamak, tutamamak gibi de bir fobimsi durumum da var. İşin aslı, dört ayaklı dostlardan da köpeklerle aram iyidir, oğlum da vardı, yaşlanınca o da sizlere ömür…

Oğlumdan, Tony’den sonra hiçbir köpüşe de yakınlık duyamadım. Kedi insanı da değilim fakat bir cadı var, ilk anda bir elektriklenme, ilk aşk kıvılcımları da yandı.

Haziran ayı ortalarına doğru; bu başımı döndüren hatun hayatıma dahil oldu mu, ben de ürkek, ara ara çekinik, yoğunlukla aşk/ihtiras karışımı kedi insanı oldum mu size?

Klavyeden başımı kaldırıp seyrediyorum satırlarım ortaya çıkarken de… Minik kımıldanmalarımda gözlerini baygıncana aralayıp bakıyor, sonra geri yumuyor… Oh, anne çalışsın, kız uykuda. Uykuda da kafası bana dönük, biz her daim, birbirimizi göz hapsinde tutarız.

Taşıma kabıyla, yedi kat çıkıp da yeni yuvasına girince, çocuk şaşırdı önce, burası nere? Bu hayat, karşıma ne çıkaracak tedirginliğiyle, hakkıdır elbet. İlk iki üç gün kane arkasında yaşadı ürkek ceylanım, oraya ayrı geleceğim.

A, bak bebeğime verdiğim ismi söylemedim değil mi henüz? “More” hanım olur kendileri. Bir kedicikten fazlası olacağı belliydi, sen “dahasın”, adın da “More” olsun dedim.  İtiraz etmedi galiba, ettiyse de bilemedim. Kaldı öylece adı. Kulakları da biraz pembeye çalan lilamsıdır, adı her türlü “cuk oturdu” anlayacağınız, telaffuzuna denk düştü belki de…

MORE HANIMIN CİLVELERİ…

Efendim, taşıma kabı açılıp, bu şaşkın şaşkınlıkla, ürkekçe attı mı kendini kanepenin arkasına. Biraz da ana kuzusu elbet, annesi, kardeşleri de yok, alıştığı ortamdan uzak; ağlıyor kızım.  Ağladıkça içim ayrı eziliyor, ben de “anayım” sonuçta. Elde mama, kanepe altlarında geziyor ellerim… İlk geceden de şebek etti, bu da biline… Bilenler, kedi insanları halimi gözlerinin önüne getirmişlerdir, kıkır kıkır da gülüyorlardır. Ben, sizleri de bilirim, der susarım…

İlk aguşları, ilk cilveleri, ilk ‘anniş’ değişleri derken, birlikte seneyi bitiriyoruz. Aşkımızda sekizinci ayı deviriyoruz. Dün gibi, dolu dolu geçen günler…

Doğruya doğru, her şey ‘laylaylom’ gitmedi; küsüştük, ‘salon kadını kimliğimden soyunduğum’ anlar, anlardan fazlası da oldu kabul ediyorum… Bebekli anneler, anneler iyi anladılar beni…

Hem hangimiz cinnet halinde “en yakın camii avlusunu” düşünmedik ki? Sizinkileri bilemem de More Hanım’ın, benden önce eve döneceği kesin. Kızım diye demiyorum; zeki, çevik ve yüz panter gücünde…

Mutfakta çöp için kullandığım market poşetlerim vardır, her evde olduğu gibi. Arada lazım olur diye, kağıt poşetler de tıkmışım, biraz da istifçi olabilirim sanki.

Bir sabah, kulağıma hışır hışır sesler geliyor. Uykuluyum; anlam veremiyorum ne olduğuna, haylaz kız birini kendine yuva yapmış mı? İçine giriyor, poşeti ileri geri yürütüyor, yerde fayans üstünde, ses onun sesiymiş… Azimli, kararlı ve sadık da kız, 3 gün o poşette yaşadı… Mamasını yer, geri kağıt evine giderdi.  

 Kağıt eviyle vedalaşması, buruk ama buruk olduğu kadar da komikti. Yine evindeyken; kafasını poşetin iplerinden de geçirmesin mi? Uğraşıyor, çıkamıyor da sonra evde bir curcuna koptu, o ana kadar habersizim. Boeing gibi, yavrum mutfaktan bir fırladı, yatak odasına saniyeler içinde. Anlamaya çalışırken, oradan salona, salondan da küçük odaya. Neyse, küçük odada poşetten kurtulmayı başardı. Sonra da, ilk sığınağına kanepenin arkasına girdi, korkudan hızlanan nabzı normale dönene kadar.

İkinci ev deneyimi daha da komiktir. Beraberliğimizin cicim aylarından 2. ayı falandı sanırım. Ben yine uyandım, yüzümü yıkamaya gittim; aaa, o da ne? Lavaboda, bir şey kıpırdandı. Kızım meğerse özerklik ilan etmiş; lavaboya taşınmış, yeni meskeni orasıymış yaz sıcaklarında…

BERABER BÜYÜYORUZ…

Artık birbirimizi tanıyoruz. Ben “kediceyi” öğrendim, küçük hanımsa annesinin öfkesinin çabuk söndüğünü. Kucağa almayı başardım, o ise; annesinin başını döndürmek için, yeni cilve tekniklerini…

Yeni taktiği, gıdısını öperken, tırnak çıkarmadan patileriyle sarılıp, dudaktan öpüyor veya da yanağıma küçük ısırık atıyor ve kaçıyor. Belki de o öyle makas alıyordur yanağımdan, olamaz mı?

Ah, More Hanım! Entrikaların da bitmiyor, oyun aşkın da, olmazsa olmaz haylazlıkların da… Bebek kokun, ilk öpüşün, ne yapıp edip, artık tam sığamasan da kucağıma zorla yerleşmen… Hele de o alttan alttan, sıcacık bakışların yok mu, ömre bedel…

Senin için iyi geldim mi bilinmez de bana çok iyi geliyorsun. Didişerek, öpüşerek, bol aksiyonlu, sıkılma şansı bulamadan, bak 8 ayı doldurmuşuz…

Yeniden anneliği öğreniyorum, vermeyi, sevmeyi, çoğunlukla da sevilmeyi galiba. İlklerin çoğunu seninle yaşıyorum. Çocukluktan beri, hep evcil hayvanlarımız vardı da ölen oğlum da dâhil, hiç bebeklikten, büyümeye geçtiğini görmemiştim. Çok farklı bir duyguymuş.

Evi müsait olanların, tek yaşayanların, belki çocuk sahibi olmayı arzulayanların öncesinde yaşaması gereken hoş bir yol arkadaşlığı, evcil dostlarla hayatı paylaşmak. Özellikle kendinizi tanımak adına; sınırlarınızı, hoşgörü ve sabrınızı da öğrenebilmek ve/ya geliştirmek adına da çok şeyler kattığı kuşkusuz…

Laf lafı açtı, benim çenem de düştü, dereden tepeden neler anlattım size. Yine kendime dair, geçmekte olan yılın hayatımdaki izlerini paylaşmak, muhasebe kayıtlarını açmak istedim.

Haberler, olaylar durmak bilmiyor. Biraz soluklanayım, sizler de okurken, kendi anılarınıza dalın istedim. Gideni anarken, gelenin mutluluğuna dahil olun istedim. Sürçülisan ettimse af’ola!

Kalpte ne varsa, o saçılsın hayatlarınıza. Arzularınızın, umutlarınızın, bolluğun, hele de sağlığın yerinde olduğu yeni günler, ömür ve de sene olsun, gelmekte olan/lar… Annemin sözüyle bitireyim: “Dışarı kışı olsun, evinize kış gelmesin, ayaz düşmesin…”

Bir Cevap Yazın