VATANDAŞLIK, YURTSUZLUK, AİDİYETSİZLEŞTİRME…

Doğumla başlayan; içine doğduğunuz “ülke” adı altında sınırları belli olan, toprak parçasının ferdi olma hakkını “vatandaşlık” diye tarifleyebiliriz. Vatandaşlık; aynı zamanda ülkelerin sınırları, adı, statülerinin değişmesiyle değişebilir ve/ya kişisel tercihlerle de değiştirilebilir… Temelde; içine doğulan toprak parçasının, ferdi, yurttaşı, bireyi olmak olarak ifade edebiliriz.

Genel tanımı böyle olmak ile beraber, iki taraflı yükümlülükler silsilesine de dönüşür. Bireyin içinde olduğu topluluğa, toprak parçasını çevreleyen, yönetim sistemine karşı ödevleri vardır. Yöneticilerin ve sistemin de birey/ler/e karşı yükümlülükleri elbette.

Vergi vermek; seçimlerde seçme ve seçilme hakkını kullanmak, askerlik yapmak (bazı ülkelerde sadece erkeklerin ödevi) yasalarına uyma zorunluluğu gibiyükümlülükler “genel itibariyle”, toprak parçası içindeki tüm bireylerin, uymak ile zorunlu olduğu yazılı kurallardır.

Devlet; onun memurları, çevrelediği toprak parçası içindeki yurttaşları yönetme adına görev alan herkes, tüm bireylerin refahını, mutluluğunu, doğumla veya seçili yurttaşlıktan doğan hakları dolayısı ile kazanılan eğitim, sağlık, iş ve aş güvencesi, insan hakları, özgürlük, eşitlik gibi yükümlülüklerden sorumludurlar. En azından, yazılı anayasalarda/kanunlarda geçen ibareler…

Kişi, anayasalarda yazılı olan “vatandaşlıktan çıkarılma” işlemi gerçekleştirilmemiş ise kim, kimci, ne olduğuna bakılmaksızın hak sahibi ve de hak talebinde bulunma hakkına da sahiptirler. Çeşitli kanunlar, ulusal veya uluslararası hukuk, metin, anayasalarda hak ve hak aramaları güvence altındadır…

AİDİYETSİZLİK/AİDİYETSİZLEŞTİRİLME…

Uzun bir giriş yaptığım, temelde de aslında hepimizin bildiği ve/ya yaşatılan haksızlıklar ile öğrendiğimiz sözde haklarımız çerçeve olarak böyle…

Her birimize özgü çeşitli sebeplerle, güç geçmiyor ki bağlarımız zayıflaması/zayıflatılmasın… En çok da kadın+’ların hissettiği güvencesizlik; eşitsizlik, özellikle gün geçtikçe artan yoğun yoksulluk, bunun ile beraber; kaynakların, servetin eşit dağılmayışı, talanlar, kayırmacılık, belirli zümrenin şatafatını gözümüze sokması, çarçur edilen geleceğimiz, vergilerimiz, hesap sorulmayış/verilmeyiş zaten yeterince sebep oluşturuyor…

Ağır faturalısı ödediğimiz derin yoksulluk; yeterince yük değilmiş, bazı zamanlarda 24 saate 5-6 intihar yetmiyormuş gibi, buhranın etkisiyle insanlar canı burnunda gezmiyormuş gibi; önüne gelen herkes herkesi “devletin ekmeğini yemek, suyunu içmek” ile yaftalamakta…

Devletin ekmeği bunca bol ise; sokaklarda açım diye yardım isteyenler kimler? Avuçlarına” çocuklarıma iyi bakın” yazarak, ölüme yürüyenler kimler?  Ekmeğin bolluğunda mı ki fırınların camlarında afişe edilen “bayat” tanımı; hayatımızın yeni gerçekliğine dönüştü?

BİZLER KOVULAN IRGATLAR MIYIZ?

Önce şurada uzlaşalım! Hepimiz; doğumdan gelen yurttaşlık, vatandaş olma hakkına sahibiz… Irk, dil, din, etnisite, cinsiyet kimliği, ten rengi türevi farklılıklarımız ne ötekileştirme ne de ayrıcalık sebebi değildir…

Hiç birimizin doğruları, savunuları, algıları, beklentileri aynı olmak zorunda değildir… Bu sebeplerle, birbirimizi dışlayamaz, anayasada belirtilen “terörist olmak” yaftasını, kimseye bol keseden dağıtamayız… Devletin aşağıdan yukarıya tüm memurları da dahil…

Devlet, kimsenin tapulu malı değildir! Fert, devlete karşı yükümlülüklerini yerine getirmediğinde nasıl ki yaptırımlara tabii ise; devlet organları, onu temsil edenler, işleyişi için göreve gelen gerek memurları gerek ise de seçilenler, bu gerçeği unutmamak zorundadırlar…

AKP Genel Başkanı/Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en temel ödevi; eşitlik ilkesine uymak, tüm halka aynı derecede davranmak zorundadır… Tıkadıkları sistem, kötü yönetim, ötekileştiren dili sonucu, hele de çoğu zaman kaçırdığı kantarın kopuzu neticesinde; zayıflayan bağlar üzerinden yeniden kimseyi yaralamamak, en temel görevlerindendir…

Yeniden dolaşımda olan, İstanbul’da yaptığı bir konuşmasındaki üslubunun kimseye faydası yoktur… “İstanbul’da, Türkiye’de yaşayamam diyenlerin, hayatla bağları kopmuştur. Biletlerini alalım gitsinler” deme hakkına kimse sahip değildir…

Cumhurun başı olmak; başkanlığını yaptığınız parti atamalarında kullandığınız, ikinci bir sıfat değildir… Oyunu alamadıklarınıza karşı da yük yükler… Sorumluluğunuzu yerine getirmekte gönülsüzseniz de sadece ayan beyan ortalarda dile getirmeyin…

Hayat hepimizin yeterince belini bütmekte, sizde tuz biber ekmeyin… Sizden seçilenlerin “icraatlarından olan”, gri pasaportla gidenlerin sözcüklerinden bihaber değilsinizdir umalımda…

 “Kurtuldum!”, “Et yüzü göremiyordum, burada her gün et yiyorum…” Bunlar derin yoksulluğun ve çaresizliğin haykırışı… Oy verenlerinizin sözleri de üstelik… Kaldı ki; bu yaşadıkları “rahatı” yurttaşlık veya oturum izni ile de kazanmamışlar, ifadeleri öyle… Kaçak ve günübirlik işlerde, inşaatlarda çalışmalarına rağmen, standartlarının yükseldiğini söylemekteler… Varın gerisini siz hesaplayın…

Kimse, en azından çoğumuz, ülkeyi ve/ya insanını sevmediği için gitmiyor, gitmeyi düşünmüyor; karnını doyurabilmek, biraz nefes alabilmek, en çok çoğu da değerli hissetmek, insanlığını hatırlamak arzusuyla bu kararları alıyorlar…

Size tavsiyem; bilet parası önerinizi unutun, tekrar dillendirmeyin… Astarı yüzünden pahalıya gelebilir… Nüfusun yarısının, hatta yarıdan fazlasının, bilet tutarının ne kadarlık bir meblağ edeceğini, ben hesaplayamadım da…

Bir Cevap Yazın