Türkiye’de Eğitimsizlik

Kaderimizi belirleyen konu: Eğitimsizlik
Başlığa aldanıp bu yazının sadece klasik okul eğitimini kapsadığını düşünmenizi istemiyorum. Çünkü bilincine varmalıyız ki eğitim sadece okullarda verilen veya kazanılan bir şey değildir. Aksine anne karnına düştüğümüz andan başlayıp, ömrümüzü sonlandıracağımız ana kadarki her şey bizim eğitimimizdir. Kısacası “HAYATIMIZ”. Analarımız, atalarımız boşuna söylememişler “Öğrenmenin yaşı yok!” diye. Onlar ne kadar bizlere atasözleri bırakmış olsalar da halen daha bu atasözlerinin anlamları tam kavranamamış gibi gözüküyor.
Türkiye mevcudundaki okur-yazar oranını yorumlamayı bilirkişilere bırakıp, biraz daha günlük hayattaki eğitimsizlikten ve bunun ülkemizi nasıl etkilendiğinden bahsetmek istiyorum. Eğitimin ilk başta aileden başladığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Ancak bir çocuk doğduğunda, ailesi yeterli eğitimi ailesinden alamadıysa ve kendini geliştirecek bakış açısına da sahip değilse o çocuğu da kendileri gibi yetiştirecekleri su götürmez bir gerçek oluyor… İşte bu durum da oldukça tehlikeli bir cahillik zinciri oluşturuyor. Kimsenin ailesine laf edilmesini kabul edeceğini zannetmiyorum ancak maalesef insanlığa zarar veren durum tam olarak bu. Gururumuzdan ve öz değerlerimizden taviz vermeden gelişmenin hiçbir yolu yoktur. Kendi kendimizin bilincinde olmamız inkâr edilemeyecek gerçeklerden biridir.

Hayatımızdaki her davranışımızı, her yaptığımızı, her duygumuzu ve düşüncemizi zaman içerisinde öğrendiğimizin bilincinde olmalıyız. Aynı zamanda bilmeliyiz ki kendi hür irademiz ile bu öğrendiğimiz şeylerin ne kadarının doğru ne kadarının yanlış olduğuna karar verebiliyoruz. Büyüklerimizden her öğrendiğimiz şey yanlış olmadığı gibi doğru da değildir. Vücudumuzun komuta sisteminin başı olan organımız yani beynimiz bu tarz noktalarda doğru olan seçimi yapmak için kafatasımızın içerisine yerleştirilmiş. Buna yardımcı olmak için ise, herhangi bir özrümüz yoksa, iki adet de göz konuşlandırılmış ki gözlem yapabilelim diye… Dolayısıyla onları kullanmamak ve köreltmek vücudumuza verebileceğimiz en büyük zararlardan biri olabilir.
Gözlerimizin ve beynimizin aksine duygusal kararlarımızı verebileceğimiz “vicdan” isimli bir olgu bizlere kodlanmıştır. Bu vicdan terazisine göre hareket etmek ise bütün canlı varlıklara karşı olan sorumluluğumuzun tam olarak kendisidir. Şimdi ben bu organlardan falan neden bahsettim? Çünkü kitap okumakla veya sınavlara girip güzel notlarla derslerden geçip okul hayatımızı sonlandırmamız, bizim eğitimimizin bittiği anlamına gelmiyor. Üstün başarılarla mezun olduğumuz okullardan “DÜZGÜN BİREY” olarak ayrılmıyorsak, aldığımız akademik eğitimin hiçbir anlamı kalmıyor.
Düzgün insan eğitiminde bütün görevi ailelere atmak oldukça büyük bir hata olacaktır, çünkü belli bir olgunluğa eriştikten sonra insan kendinden sorumlu hale gelecektir. Bir kişinin kendini eğitebilmesinin en önemli noktası ise, kendine ait olan öz bilincinin farkına varabilmesidir. Tabi eğer ailesel eğitim düzgün ise öz bilince ulaşmak oldukça kolay olacaktır. Mesela etrafımızda sevginin ne demek olduğunu bilmeyen insanlar var, bunun sebebi ailelerinde sevgiyi gözlemleyememiş olmaları. Bu gibi insanlar dışarıdan sevgi gördüklerinde şaşırıp kalıyorlar veya birine karşı içlerinde oluşan sevgi kıvılcımlarını nasıl yansıtacaklarını bilemeyip bazen yangın çıkartabiliyorlar.
Dünyayı sevgi kurtaracak dediğimde en yakınımda ki insanların bana hayalperest biriymişim gibi baktıklarını ve düşüncelerime güldüklerine çok kez şahit oldum. Ancak inanın ki sevgi her şeyin çözümüdür. Eğer bir yetişkin birey veya bir çocuk sokakta hayvanlara zarar veriyorsa bunun ana nedeni hayvanları sevmeyi öğrenmemesidir. Hayvanların sevilecek varlıklar olmadığının ona ve beynine işlenmesidir. O yaşına kadar etrafında bulunan insanların, hayvanların da canlı olduklarının veya canlarının acıdığının farkında olmayıp stres atılabilecek veya korkulacak varlıklar olduğunu gösteren davranışlar sergilemeleridir. Bu davranışlar vicdan denen olgunun ne amaçla var olduğunun düzgün öğretilememesinden kaynaklanıyor. Sevgilisini döven, kocasının arkasından çeşitli entrikalar çeviren, hayvanlara işkence yapıp bundan zevk alan, tanıdığı insanlara karşı sürekli komplo teorileri ile yaklaşan veya bu tarz anormal diye tanımlanan davranışlara sahip insanların hepsi davranış bozukluğuna sahiptir. Bu davranış bozukluğunun sebebi ise daha küçücükken, henüz çocukken ve karakter tam oturmamışken etrafından bulunan insanlardan onlara kalan kötü değerli miraslardır. Boş yere mi psikologlar veya psikiyatrlar bir hasta ile seanslarında “Çocukluğunuza inelim…” diyorlar?

Tabi ki boş yere değil. Şu an kim isek, nasıl davranıyorsak bunun büyük çoğunluğu çocukluğumuzda yaşadığımız ve gözlemlediğimiz şeyler. O yüzden ailesel eğitim çok önemli, o yüzden ailelerin bilinçli olması çok önemli. Aileler yeterli insani eğitim ile donanmadılarsa, her seferinde cahillik zincirine bir birey daha katıyorlar. Lakin daha evvel de bahsettiğim gibi tek etken aile değil. Bir insan belli bir olgunluğa geldikten sonra neyin doğru neyin yanlış olduğunu tartabilir. Buna göre de kendi karakterini ve hayatını dengeleyebilir. Ancak bu durum önceleri kolay olsa da şu dönemde oldukça zor. Neden mi? Sosyal medya denilen, boş zamanlarımızın bir numaralı arkadaşı, yeri geldiği zaman son dakika haberleri öğrendiğimiz, yeri geldiği zaman hayatımızın aşkı ile tanıştığımız mecra, toplum boyutunda belki de bize en çok zarar veren şeylerden biri.
Bu konuyu açıklamaya başlamadan evvel şöyle bir şey söyleme gereği duydum kendimde; “Bizler ne kadar kabullenmesek de veya kabullenmek istemesek de sosyal medya ve televizyon artık hayatımızın çok büyük bir parçası ve davranışlarımızın en önemli yön vericisidir.”. Bunu ne kadar geç kabullenirsek o kadar bize zararı olacaktır. Ne kadar erken kabullersek de o kadar çabuk önlem alıp ona göre kişisel önlemler alabileceğizdir.
Televizyon ve sosyal medya araçlarında insanlık için normal olmayan “İNSANLARA, HAYVANLARA, CANSIZ VARLIKLARA(!) TECAVÜZ, HIRSIZLIK, ENTRİKALAR, CANLI VARLIKLARI ÖLDÜRME, KAVGA, ŞİDDET, SİLAH KULLANMA, ERKEKLERİN EGEMENLİĞİNE DAYALI GÖSTERİMLER, KADINLARIN YANSITILIŞ ŞEKİLLERİ, SOKAKLARA ÇÖP ATMA, VANDALİZM, DİĞER İNSANLARIN EŞYALARINA ZARAR VERME, PARANIN HER ŞEYDEN ÖNEMLİ OLDUĞU ALGISI” gibi daha yüzlerce sayabileceğim nokta, maalesef ki normalleştiriliyor. Bu tarz şeylerin günlük hayatta var olduğu yavaş yavaş beyinlere işleniyor ve kabul ettiriliyor. Ancak bunlar günlük hayatın birer parçası değiller. Bunlar NORMAL DEĞİL! Bunların önüne sadece düzgün insanlar yetiştirerek ve düzgün insanlar olarak geçebiliriz. Bunların önüne sadece farkına vararak ve farkına varılmasına yardımcı olarak geçebiliriz. Bilinçli olmalıyız, bilincimizi açık tutmalı, her söylenin doğruluğuna inanmamalıyız. Kendi akıl ve vicdan terazimizi kullanmayı öğrenmeliyiz.
O yüzden her yaşta ve her anda eğitildiğimizin farkında olmalıyız. Bilgiye ve sevgiye kapalı olmaktan vazgeçilmesi gerekiyor artık. Oturun ve düşünün, ne kadar DÜZGÜN İNSAN olduğunuzu. Oturun ve düşünün, eğer bir çocuk yetiştiriyorsanız nasıl yetiştirdiğinizi ona nasıl örnek olduğunuzu, çocuğunuz yoksa bile etrafınıza nasıl örnek oluşturduğunuzu… Eğer doğruysanız da “Ben doğruyum zaten.” diyerek çekilmeyin, birden fazla doğru insan geliştirmek için çabalayın. Çünkü unutmayın 3 yanlışın 1 doğruyu götürdüğü bir zamanda yaşıyoruz. Ne kadar doğru olursak, bizler için o kadar başarı katsayısı demektir. Kendinizi ve etrafınızı eğitmekten asla vazgeçmeyin!
BİLİNCİNE VARIN!