TAVANDAN TABANA RAHATIZ

2020 olaylar, yıkımlar ve daha fazlasını ifade eden bir sene oldu. Gerek kişisel gerek toplumsal gerek ise de insanlık adına. Bunlardan biri de tüm dünyanın baş belası Covid19.
Mart ortalarından beridir, Türkiye’nin de yatıp kalktığı gündemi, boğuştuğu düşmanı. Savaşı kimin kazanacağı, elbette ki bizlerin tutumuyla belli olacak.
Haziran’ın 1’inden beri ise hayatımızın başka bir gerçeği var: ”Yeni Normal” Bu süreç ve sonrasının bizlerdeki etkisini, bakış açılarımızda yarattığı, yaratmadığı değişimi irdelemek üzere anketli bir haber dosyası hazırlıyorum. Şu an ikincisini okumaktasınız.
Bunun devamı olarak, 3. bir soruyla, dosyamızın sonuna ulaşacağız. İlkinde, “yeni normal”e dair fikirlerinizin peşine düşmüştüm. Şimdi de biraz daha ileri götürdük sorumuzu ve merakımızı.
‘Geçtiği düşünülen’ şeklinde başlayarak sorduk sorumuzu. Yeni normalimizin öylesine normal, o kadar eski hayatlarımızın devamı niteliğindeki bir nevi pandemi süreci içerisinde değilmişiz gibi…
Twitter takipçilerime bu sefer de “Geçtiği düşünülen, pandemi sonrasına dair bakışınız” sorusunu yöneltmiştim. “Belirsizlik, insanlığa güveniyorum, atlatırız” ve “fikrim yok” seçeneklerini de cevap şıklarına ekledim.
Birbirimize ve İnsana Güvenimiz Sıfır
Güvensizliğin öldüğü günümüzde, yine de “insanlıktan” güvenini kesmeyenlerin oranı %9’muş… Aslında çok yoruma muhtaç olmayan bir netlik taşıyor.
Hayatımızın ve dünyanının yaşadığı sorunların temelinin, “insan/lık” kaynaklı olduğu düşünülürse, oransal azlık hiç de garip gelmeyecektir bizlere.
Geçmişten çok ders almış gibi de durmuyoruz. Bencilliğimizden, bana neciliğimizden, var olmak için, sömürü düzenden vazgeçmediğimiz aşikâr.
Misal, bir yanda yatak yoğunluğu sebebiyle eve yollanan, evde karantinada kalması beklenen hastalar. Öbür yanda, testleri pozitif çıktığı halde, kaçak göçek şehir değiştirmeye, oğlunun, kızının, dıdısının dıdısının düğününe, sünnetine gitmek için dalavere çeviren halk.
Daha da vahimi, test kitine ulaşmamın piyongo yakalamaya benzediği günlerde; düzenli test yaptırdığı halde, testi pozitif çıkan, dua isteyen bürokratlar…
Hayatımızda korona öncesi ve sonrasında çok da değişen bir şey yokmuş. Bencillik, ben merkezcilik ve elbette ki gücün, yetkinin kişisel çıkarlar amacıyla kullanılmasında değişim olmadığı da görülmekte…
Güvensizlikten Kaosa
Ekseriya, bizde krizin yönetilemeyişinden kaynaklı olduğunu düşündüğüm, gerek de adını ilk duyduğumuzdan beri geçen, 8-9 ay gibi sürece rağmen tedavi ve aşı çalışmalarındaki yavaş işleyen gelişmeler kaynaklı, karamsar bir tablo hüküm sürmekte…
“Belirsizlik” içinde olanlar, anketimizde %72’lik dilime sahip. Henüz yeni olması, tüm dünyanın hazırlıksız(?) yakalanışı, dünya devletlerinin pandemik süreci, kişisel çıkarları için kullanıyor oluşu, dünden bu güne değişmeyen insan algısı da üzerine eklenince, geleceği “belirsizlik” olarak algılamak kaçınılmaz pek tabii ki…
Evet, yönetenler, yönetimin algısı kuşkusuz ki yetersiz, bunda çoğumuz hemfikiriz. Halk ve bireyselde de bir vurdumduymazlık, aymazlık, artık iyice artığını gözlemlediğim ‘ipin ucunu koyverme’ halleri de yok değil… Kişisel kaygıları tetikleme ve belirsizliğe itiş nedenleri arasında.
Balık baştan kokar misali, tavandaki basiretsizlik, isteksizlik, yönetişimsel problemler belki de tabanı karamsarlığa iterken; öte yandan da ‘adam sende, inceldiği yerden kopar’a, kadar götürebilmektedir…
Arzu Varsa Atlatırız Elbette
%9 da “atlatırız” umudunu taşımakta. Umutlu olmak elbette şu süreçte zinde kalmak, ruh sağlığını da korumak adına önemli. Ki, umutlu olma taraftarıyım. Zaman zaman, zedelense, körelse de umudumu yitirmek istemiyorum.
Umudumu; biraz insanın ders alabileceği arzusuna, biraz tıpta oluşacak gelişmelere, az da olsa dünya geneli, sağlığa yatırımın önceleneceği, eski iş yapış ve de yönetişim hatalarından vazgeçileceği ümidine dayandırmaktayım.
Belki, gereksiz iyimserliktir ya da birilerini durduk yere umutlandırmaktır, nasıl isterseniz öyle adlandırın yine de “atlatırız”, üstesinden geliriz. İnsanoğlunda bir uyanış, bilinçsel sıçrayış da görmüyor değilim.
Oransal olarak, ne diye sorsanız; ben de anketi cevaplayanlar gibi aynı rakamlardadır derim. Yüzdesel olarak, minimum değil mi peki? Elbette ki, çok küçük bir kesimi kapsıyor.
Umutvâri olmak, çevreye bulaştırmak, daha çok sorumluluk almak, hayatın her alanında kişisel denge ve denetleme rolümüzün gereğini yerine getirmek, insani bir yükümlülük.
Kuşkusuz, yerel adını verdiğim ülkemizin ve de dünyanın gündemi, çok iç açıcı değil… Biraz, kendi gündemimizi, kendimiz mi belirlesek? Yalıtıp ara ara kendimizi soyutlasak mı, pompalanan karamsarlıktan, vahşetten ve de dahasından?
Son söze doğru giderken, değişim kişiden başlıyorsa “biz”de mi değişsek? Odaklarımızı, önce kişisel önlemlerimizle beraber, daha da yaşama tutunmamamızı sağlayacak, yine kişisel beslendiğimiz, güçlendiğimiz alanlara doğru mu kaydırsak yavaş yavaş?
Hepimizin kabul ettiği, etmeye mecbur bırakıldığımız, öğrenmek zorunda olduğumuz bir dönüşüm sürecindeyiz. Bildiğimiz, belki özlediğimiz şeyler değişmekte.
Değişim bunca önümüzde oluyorken, direnmek, direnebilmek de olanaksızken, istekli, açık ve de gönüllü olmak da gerekli… Odağımızdan, önceliğimize, düşünüş, iş yapış biçimimize, yaşam biçimiz öncelikle tabiidir ki…
Kontrollü, umutvâri olup, kendimizden, hayattan, türdeşlerimizden vazgeçerek değil, sürecin getirdiği kopuşun farkında da olup, bağ kurmanın başkaca yollarını bularak, yaşamın sadece bize ait olmadığı bilinciyle, bizden başka yaşamların olduğunu unutmadan ve onların daha da farkında olarak, geleceği yakalamamız mümkün.
Sorumluluğumuzun bilincinde olmalıyız! Kendi gelişimimizi tamamlarken, diğerlerine bulaştırmayı, ellerinden tutarak, çekebildiğimiz kadar insanı yukarı çekmeyi ihmal edemeyiz.
Sorumluluk, her anlamda olmak zorunda. Denetlemek, hayatlarımız söz konusuyken; elini taşın altına sokmak, itiraz edebilmek, başkalarının sesine ses katmak… Bunlar, salt bu süreçte luzümlu değil gayet tabii… Başarabiliriz!

Pingback: SINIFTA KALDILAR - Work'n Women