TATİLE DEVAM

Tatile devam! Aslında tatil dışında çok yazılacak şey var ki… Ama nasıl olsa içindesiniz, olan bitenin çok iyi farkındasınız ve nerede olursanız olun gereğini yaptığınızı iyi biliyorum. Bir de ben bu gündeme dair yazarak içinizi karartmak istemedim. Bu nedenle sizi Fethiye’ye geri götüreceğim.
Geçen hafta o güzelim Kabak Koyu’nun halinden bahsetmiştim. Okumayanlar okuyabilir. Kabak Koyu’nda kaldığım tesisten iki gençle çok hoş bir dostluk kurdum. İkisi de Antalya’da yaşıyor. Merve öğrenci, Mehmet ise kendine bir yön çizmeye çalışan, hani tuzu kuru diyebileceğimiz bir genç. Onlar daha önce de gelmişler tatil için ama şelaleye gitmemiş ikisi de.
Aladere Şelalesi çok dik yamaçları olan, tırmanması zor ve dik patika keçi yolu olan, muhteşem bir yolun içinden geçilerek erişilen bir yermiş. Gençler kahvaltıda “Abla şelaleye gideceğiz” deyince “Ben de geleyim mi?” diye sordum. Hava 40 derecenin üstünde olduğu için akşam saatlerinde çıkılabilirmiş dağa. Saat 18.00 için sözleşerek denize gittik. Merve son anda vazgeçerek “Siz gidin” deyince Mehmet ile ben yola çıktık. Gördüğümüz manzara karşısında adeta büyülenmiştik. Şelaleye giden yol boyunca işaretler var. Kayaların üzerinde biz iki maceraperest işaretlerin de yardımıyla sorunsuz bir şekilde zirveye doğru ilerledik. Bir saat kadar gittik, ne şelale var ne yolun sonu gözüküyor. Tepelere çıktıkça yılan, çok değişik böcek ve rengarenk kelebekleri etrafımızda görünce keyfimiz daha da bir yerine geldi. Bir de dağ keçisi ailesi ile karşılaşmayalım mı?

İkimiz de fotoğraf çekmeye, anı ölümsüzleştirmeye başladık. Bunun için elimizden ne geliyorsa yapıyorduk. Biraz daha tırmanınca şelaleye giden yolu tarif eden bir yön tabelası gördük. 400 adım sonra şelaleye ulaşacağımızı görünce sevinçle adım saymaya başladık ama ne bir ses ne de bir serinlik yoktu çevrede. Saat de 20.00’ı geçmişti ve güneş batmaya başlamıştı. Mehmet benim önümde işaretleri takip ederek ilerlerken., bir an onu gözden kaybettim dağın başında. Bir başına kalmanın telaşıyla hızla ilerledim ki bir de ne göreyim! Mehmet bir taşa oturmuş, rengi solmuş halde biri Suriyeli, diğeri Afgan iki gezgin ile konuşuyor.

Gezginler beni görünce çok şaşırdılar. “Bu yol çok zorludur, nasıl gelebildiniz?” diye sorarak hemen su ikram ettiler. İyi ki onlara rastladık yoksa Mehmet ufak bir bilinç kaybı yaşamış susuzluktan. Gezginler “Bu yol Likya Yolu, tepeyi aşında Kaşa doğru gidersiniz. Şelale buraya uzak. Gece dağda domuz, sırtlan, oklu kirpi, baykuş olur. Siz bir an evvel geriye dönün.” deyince biraz panik olmadık değil. Benim şişeme su doldurdular ve biz geriye dönüş yoluna doğru yürümeye başladık. Bize Yunanistan’dan peş peşe mesajlar geliyor ama telefonlar çekmiyordu. Kimseyi arayamadık haliyle. Hava kararmaya başladı, biz hızlı hareket edemiyoruz, yolun bir tarafı uçurum, çok dikkatli olmamız gerekliydi.

Bir arada Mehmet’in telefonu çalıştı ve kampta görevli Zeydan’ı arayarak durumumuzu bildirdi. AKUT ekibinde de görev yapan Zeydan bize “Tabelaya kadar inin ve bekleyin” dedi. Ama yol o kadar uzundu ki beklemeden inmeye devam ettik. Zira hava iyiden iyiye kararıyordu. İnerken de hayıflanıyorduk bir yandan: “Şelale diye yola çıktık, Likya yolunu gördük. Ne kadar talihsizmişiz.” Diye söylenmeye devam ederken yerimizi bildirmek amacıyla tekrar kampı aradık. Bize “Hareket etmeyin, yanlış bir şey yaparsanız buluşamayız” diye uyarılar yapsalar da onları dinlemeden yine yola devam ettik.
Bir ara Mehmet “Abla şuradan su sesi geliyor, şu taraftan!” dedi ve birkaç adım sonra meşhur şelale karşımızdaydı. Buna sevinsek mi üzülsek mi bilemedik. Ama yine de birkaç fotoğraf çektik tabii ki. Telefonun çektiği bir yerden yine Zeydan’ı aradı Mehmet. Bu sefer işin çok ciddi olduğunu, havanın karardığını ve kendisinin gelmeden hiç hareket etmememiz gerektiği uyarısını yaptı. Biz onun tarif ettiği yerde beklemeye başladık. Yaklaşık 15 dakika sonra aşağıda bir ışık fark edince bizdeki sevinci görmeliydiniz. Hemen hızla onun geldiği yöne doğru dikkatli bir şekilde indik ve gayet tedirgin, aynı zamanda dikkatli bir şekilde aşağıya doğru inişe geçtik.

Dağ yolunda kızçem Gökçe aradı beni telaşla. “Anne iyi misin? İki saattir sana ulaşamayınca çok merak ettim.” Deyince yaptığımın ne kadar yanlış olduğunu anladım ama haber verme şansım yoktu ki benim de. Bu arada saat 22.00 olmuş ve zifiri karanlıkta iki şaşkın, bir cankurtaran, bütün yabani hayvanların sesini dinleyerek kampa doğru yol aldık. Yaklaşık 30 dakika sonra bizi karşısında gören kamp görevlileri ve sakinleri büyük bir sevinç yaşadılar. Tabii biz de… Meğer saat 18.00’da değil, 17.00-20.00 arası dağa tırmanılırmış ve kamp yetkilisinin bilgisi dahilinde olmalıymış bu durum. İkimizin bu sorumsuz ve başına buyruk tutumu iyi ki bir aksilikle sonuçlanmadı da tesisin adı bizim yüzümüzden lekelenmedi.

Yazılarımda sizlere çocukluğumdan, gençliğimden bahsettiğimde ne kadar yaramaz olduğumu belirtmiştim ya işte öyle, can çıkmayınca huy çıkmıyormuş. Size bir sır vereyim mi? Ben de benim çocuğum olsam sevmezdim, sürekli bir bela, sürekli bir arıza.
O gece kamp ateşi yakıldı, gençler dans edip eğlendiler. Yetenekli olanlar hünerlerini sergilediler ama ben bunların çoğunu izleyemedim. Öyle çok yorulmuşum ki külçe gibi deliksiz uyudum sabaha kadar. Sabah kahvaltısından sonra bana kahve ısmarlayıp falıma bakan Elvan ve tüm görevlilerle tekrar ziyaret etme sözü vererek vedalaştım. İsmi lazım değil bir vekilin tesisine müşteri gelebilsin diye Kabak Koyu’na karadan ulaşım sağlayan, hani tabir-i caiz ise keçi yolu denen mıcır, toz, toprak içindeki yoldan yeni bir şehre doğru yola çıkmak üzere otogara geldim.

Aynı günün akşamı Antalya’da bana evini açan can yoldaşımın sofrasında hem dünü hem anı hem yarınları konuştuğumuz koyu bir sohbete daldık. Dostlar bizim sığınağımızdır. Nerede yaşarsak, nasıl yaşarsak, ne yaparsak yine eninde sonunda birbirimizi bulur, bir arada kah gülerek, kah ağlayarak, çokça da konuşarak açılan yaralarımızı sararız.

Canlarım sizler de iyilere denk gelin. Ummadığınız anda sarıp sarmalayan kucağa sahip dostlarınız eksilmesin hayatta. Ha bu arada biz iki doz Sinovac’tan sonra bir doz Biontech aşımızı da olduk. Ki biraz daha güvenle yollarda olalım, daha çok maceralar yaşayalım diye, değil mi ama?
Tabii bu aşılanmanın bizi ne kadar koruyacağı, nereye kadar dikkatli olmaya devam edeceğimiz hala belirsizliğini korusa da siz siz olun ihmal etmeyin, aşınızı olun. Kendinize iyi bakın. Sevdiğinize, sevdiklerinize, dostlarınıza sıkı sıkı sarılın. Onları asla üzmeyin, kırmayın, sürekli arayın halini hatırını sorun.
