SOFT BİR PAZAR YAZISI

Ne yazmalı ne önemli, gündemin en göze çarpanları neler diye, epey bir gezinip durdum. Onca şey olup bitiyor, her şey öylesine eskiyor ve de iç karartıcı ki gündemi, siyaseti pas geçmeli diye karar aldım. İçimiz dışımız yeteri oranda siyaset, gırtlağımıza kadar da umutsuzluğa gömülmüş, hayat pahalılığı da belimizi büküyorken; pas geçmek daha elzem gibi geldi.

Evet, çokça şey olup bitiyor, çoğunluğu gündelik hayatlarımıza en tepeden düşmekte ve fakat hangisi yazsak, diğerine haksızlık da olacak…

Son derece önemli konular, amma velakin her biri sanki çok olağanmış gibi anında eskimekte de öte yandan…

Genel Bir Bakışla, Son Dakika Olaylar

Yeni bir terim hayatımızın ortasına çöreklendi “görevden affını istemek.” İstifa sözcüğü tedavülden kalktı, en yenimiz bu artık.

Hafta sonuna yine damga vuracak, yine bir gece yarısı kararnamesiyle, Adalet Bakanlığı yeni bir bakanla tanıştı. Abdülhamit Gül yerini Bekir Bozdağ’a devretti. Devir teslim töreninde Gül’ün ağzı kulaklarında, Bozdağ’ın ise yüzü sanki sirke satmaktaydı…

Yeni bakanı hepimiz yakinen anımsarız mutlak. Kendileri bir dönem, küçük çocuklarla evlenenlerin affına yönelik bir yasaya ilişkin:” Ailelerin de rızası var, küçüğünde rızası var” şeklinde savunu yapmıştı… Bana da çok şey söylemek düşmez…

Tam da Şubat yaklaşmış, Ocak ayı enflasyon oranları açıklanacakken; hop TÜİK’in başı da değişmesin mi? Artık açıklanacak oranlarmıbeğenilmedi, 2 yılda koltuğa oturan,5. kişi; oranları daha da mı yumuşatacak yoksa hiç mi açıklanmaz a? Bu da böyle bir gelişmeydi…

Geçen ay, Kazakistan’daki halk ayaklanmasının ortasında kalan, personelini de orada bırakıp, canını kurtarma telaşına düşen THY başkanı da “attaya yollandı… “Maşallah koltuklar çivili galiba; gelen gidiyor, daha biz adını sanını öğrenemeden hani neredeyse; herkes yolcudur Abbas…

Haydi Biz Bunları Boş Verelim

Soft diye başlık attım; sözümde durup, sizi daha da darlamayayım, bir de ben pazar günü. Nasılsa hangisine yorum yürütsem, hangisini merceğe alsak; öbürlerinin boynu bükük kalır. En iyisi, hiç mi hiç bulaşmamak.

Hem benim de artık gücüm yok siyasete, güncele laf yetiştirecek. Söylense de hamam da aynı, tas da değişmeyince; üstüne üstlük son yazımda da her şeyden, biraz ıramak lazım demişken, bu taraklara bulaşmayacağım…

Söylemek istediğim bir nokta var; sonra da yazıyı yine bir filmle bağlayacağım. İçiniz rahat olsun!

Cumhurumuzun başı ve Sezen Aksu arasında; “dil koparma” polemiği gelişmiş, sonrasında Erdoğan tarafından da bir geri manevra yapılmıştı.

O süreçte, Minik Serçe cevaben “Avcı” diye bir şiirle cevabını tez vakitte vermişti. Şiir 24 saat geçmeden, başta ülkemizdeki azınlıkların ana dili olmak üzere; 50’yi aşkın dile de çevrilmişti. Ki bu bile ne derece protest bir tavır, kaldı ki dünya gündemine nasıl girdiğimizi hiç yorumlamayacağım bile…

Konuya geliyorum; o şiir artık bestelenecek. Besteyi de kim yapacak dersiniz; Fazıl Say, dünyaca ünlü yeteneğimiz, büyük üstat besteleyecekmiş. Kendisini de son günlerde Devlet Bahçeli tarafından oldukça rencide edildi; hem de çok insani bir konu olan, Say’ın ağız yapısındaki şekil bozukluğu, sağlık sorunu üzerinden …

Ben burada bir üzüntümü dile getirmek istiyorum, aslında temenni daha çok. Şöyle; bir kadın ozanın yazdığı şiir, kadınca verdiği cevap; keşke Sezen tarafından veyahut da başka bir kadın tarafından bestelenseydi arzu ederdim.

Sözüm Fazıl Say’a, sanatına, bestekarlığına asla ve asla değil. Kaldı ki kendisinin en büyük hayranlarından da birisiyim; sanki bir kadın elinden çıkarsa, daha da bütünlüğe kavuşur, kadınca bir dile, isyana, süregelen kadın düşmanlığına da cevap olabilirdi…

Biz kadınların kendine has bir direnme biçimi, her direnişte kadınlığımızı da öldürmeden duruşumuz vardır; demeye getirdiğim bu aslında…

Misal, ben o bestenin bir yerlerinde, alttan alta bir kıvrak ritimde duymak isterdim. Bedenlerimiz de günah alanıysa; en güzel cevabı belki de gerdan kırarak, bilemedin göbek atarak da verebilmek hoş dururdu…

Nasıl ki herkes her sözü söyler, her şeyi yazabilir ve ama bazılarının sözü, duruşu, vurgusu daha belirgin olur; bu şarkı ve beste içinde öyle olurdu gibime geliyor… İçinde daha bariz “kadın” olurdu. Hatta bana göre; keşke dev bir kadın orkestrasıyla söylenebilse, çalanından, klipine her yerine kadınca el de değseydi.

Gündem dışı konuşabilmek ne de güzelmiş, söylenecek sözlerim de varmış, son satırlara yaklaşırken, ben bile hafiflemiş hissettim…

Samsara

Film önerisi de bırakayım sizlere.

Öncelikle müthiş bir emek, süreç ve yapım aşaması var filmimizin. 5 yılda, 25 ülkede çekilmiş bir görsel şölen.

İçinde Kapadokya ve Nemrut’un da olduğu; insana, hayata, doğaya; kısacası dünyamıza dair her şeyi de barındırmakta “Samsara.”

Bolödüllü olduğunu zati vurgulamak gereksiz. Belgesel dilinde, görsel şölenden haz alırsanız, renk ve cümbüş seviyorsanız hele de ertesi güne mesai öncesi, huzurlu bir akşam veya gece arzu ederseniz; ihtiyacınız olanın, önerdiğim film olduğunun altını kalıncana çizebilirim.

2013 yılında vizyona giren, Ron Fricke yönetmenliğindeki film dünyanın farklı 100 ayrı noktasını da ekrana taşıyor. İzleyici beğeni oranı 3,5/5, İMDb puanı 8.5/10 beğeni oranına sahip ve 100 dakikanın nasıl geçtiğini de anlamayacağız filmlerden. Tibetçe adı: “Yaşamın sonsuz döngüsü” demekmiş ki tam da adını taşıyor.  Yönetmenin çok iyi bir filmi daha var, o da başka bir yazıya kalsın artık.  

Nasılsa bizdeki “kış” uzun süre bitecek gibi durmuyor, o sebeple daha çok nefes molalarına da ihtiyaç duyacağız… Sevgi ve dostlukla… İyi pazarlar!

Bir Cevap Yazın