SINIFTA KALDILAR

Medeniyetlerin, adına medeniyet dediğimiz çağın yıkımına doğru yol alıyoruz. Gariptir ki doğa yollu değil, insan kaynaklı, insani zaaflar ve yönetimlerin yeteneksizlikleriyle…

Sözü uzatmadan, derdimi izah edeyim. Kıtalar ve ülkeler arası farklılıklarla, 1 seneye yakın bir süredir, adına “medeniyet” dediğimiz çağda tüm dünya, bir virüse teslim oldu.

Korona/Covid 19’un hayatımıza girdiği günden beri, yaşamlarımız ve dünyadaki değişimleri, özellikle de ülkemiz insanı merkezli neler olup bittiğinin peşinde olduğum 3 soruluk anket/yorum dosyasının son sorusu üzerine anket sonuçlarını da okuyacağımız bir yazıyla buluşuyorsunuz.

Biraz uzun bir yazı olacak. 3 bölümlü bir yazı ve şu an okumakta olduğunuz final, tüm serinin genel değerlendirmesi de olunca uzun olması kaçınılmaz.  Sabırla finaline kadar okuyacaklar için, teşekkürlerimi de şu an sunmuş olayım.

1 Haziran, hepimizin de bildiği gibi bir “normalleşme” eşiğine denk düşüyordu ülkemizde. Karar alıcılarımızın yönergeleri ile de dersek, yanlış adlandırılma olmaz sanırım. İlk bölümümüzün konusu ”yeni normal” imiz üzerineydi.

Devamında ise tavandan tabana ‘geçmiş’ gibi bir hava oluşmaya başladığı için “geçtiği düşünülen” diye başlayarak sormuştuk sorumuzu.

Twitter takipçilerime son olarak da “Pandemi sürecini devlet/ler yönetebildiler mi” diye sorarak, cevaplar bulmaya çalıştım.

Soruya karşılık, “Evet, sınıfta kaldı/lar, sağlığı unutmuşlar” ve “Onlar da insan…”, şeklinde seçenekler sunmuştum. Ya soru, ya da muzdarip olan sayının yoğunluğu mudur bilinmez katılım yüksekti. Anketi 264 kişi oylamış sağ olsunlar!

Elbette Onlar da İnsan

Kuşkusuz, yöneticilerimizi insanlar arasından seçiyoruz… Sorun da bu değil zaten. Beni, bizleri yönetmeyi seçenler, ister yerelde olsun, isterse devlet kadrolarında olsun; yönetici olmak, işlerinde ehil olmak, eğitim alanları yönetim değilse de işinde uzmanı kadrolarla çalışmak zorundalar.

Bizlerden birkaç adım önde olmalılar, düşünce bazında ve yönetişim mantalitesiyle… Göreve gelme, talip olma nedenleri bu değil mi?

İhtiyaçlarımız için her şeyi biz düşünmek, baskı uygulamak zorundaysak; yönetme adına niye birileri oradalar? Halkların çoğu, asgari ücret ya da birkaç kuruş üstü maaş alıyorlar ve de bununla yaşıyorlar ise; 5-10’unumuzun toplam maaşından fazlasını alan insanlar, ne yapmaktalar?

Bu düşüncede olmayan, ankete “onlar da insan” şıkkını cevaplayan oranımız %6 olmuş. “İnsan”olmaları görev ihmaline veya öncelik farklılığımıza gerekçe olabilir mi peki?

Ya Sağlık?

“Sağlığı unutmuşlar”ı oylayan oranımız %19 şeklindeymiş. Kesinlikle haklılar! Dünya devletlerinin, sağlık/sağlığa yatırım gibi dertleri yokmuş…

Diyelim ki pandemik süreç öngürülemedi. El birliğiyle yok ettiğimiz doğanın deprem, sel gibi etkenlerle yaratacağı tahribatlarda, büyük ölçekli hasarlarda, hastanelerimiz yeterli olacak mıydı, altından kalkabilecek miydiniz?

İç ve dış düşman algısıyla, savaşla, savaş sanayisini beslemekle onca meşgul olan devletler, bizlerin vergileriyle maaş alan yöneticiler; konu sağlımız ise, eğitim hakkımız, sosyal refahımız için harcarlarken birden ketumlaşıyorlar… Önceliklerimiz örtüşmüyor!

Sesimizi Duyan Var Mı?

Çığlık çığlığa yetersizsiniz, beceremiyorsunuz diye bağıran büyük bir kitle var. Anketi oylayanlar, ülke/dünya nüfusu olsaydı şayet %73’ü “sınıfta kaldı/lar” diyor…

Dert bir değil ki, hangisini söyleyelim? İlk günden itibaren açlığa, yokluğa mecbur bırakılan, ezilen ve yoksul çoğunluğu mu anlatalım?

Uzunca süre, dağıtamadığınız maskelerden mi söz açılsın? Canı pahasına, ölüm risklerine rağmen, fabrikaları doldurmaya itilen işçiler? Herkesi sözüm ona, güvenliği için evlerine kapattığınızda çalışan market işçileri, kargo kuryelerinin güvencesiz çalışma koşularını mı?

Maske demişken… Kadıköy’de genç bir kadın maskesiz diye sokakta neredeyse linç edilmekten kurtulamamıştı. Maske zaruri ve zorunlu ise, “Maske Kullanımının Sağlımızı Tehdit Ettiği ” gerekçesiyle dava açan doktor hakkında nasıl bir işlem uygulandı?

Aynı hafta içerisinde yaşanan, yukarıda verdiğim örnekler bile, başla başına krizin yönetilemeyişine yeterli veri değil midir? Biz, halk olarak, hangi uygulamayı kâle alıp, o yönde hareket etmeliyiz?

Küçük Azınlığın Mutluluğu Mu Kıstas?

Diyelim ki anket herkese ulaşmadı, oylayanlar tüm ülkeyi kapsayacak örneklem teşkil etmiyor olsun. Bizim anketimiz, ülkenin farklı noktalarında uygulansaydı %2 “evet” cevabını seçenlerin oranı, genele yayıldığında %15-20’yi geçer miydi?

Kısmi olarak, sürecin başından beri, verileri sorgulanıp, kuşkuyla yaklaşım gösteriliyor bile olsa; evet, bir muhatap bulmak, Sağlık Bakanı’nın veri açıklıyor oluşu güzel…

Zaman zaman gayri ciddi ”bugün ne giysem” diye renkli maskeleriyle, gündemi sulandırma pahasına rağmen… Belki de bir bakanın düzenli veri açıklayışı, insanlara “evet” dedirtmiştir. Beni pek tatmin etmese de bu da bir bakış açısı. Başka da “evet” için açıklama bulamıyorum kendimce…

Toparlarsak…

3 soruyla devam ettiğimiz anket/yorum için genel tablo, çok da iç açıcı değil…

“Yeni normal”, her ne kadar kanıksanmış gibi görünse, tavandan-tabana büyük yanlışlarla, hayatımızın ‘olağanı’na dönüşmüş gibi dursa da hatalarla örülü…

Gerek vatandaş bâzında gerek de yönetenlerin kişisel/yönetim çıkarları uğruna, ‘don lastiği gibi uzatmaları’, kontrolün yitirilip, işin içinden çıkılamaz boyutlara ulaşmasına yol açacaktır. Öyle de oldu! Eylül’e yaklaşırken, virüse dair veriler, umut vaad etmediği gibi korkuyu da büyütecek düzeyde…

“Geçtiği düşünülen” ikinci sorumuzu böyle sormuştuk. Genel görünüm ’geçip gitmiş’ ve ‘hayatımız olağan akışına dönüşmüş’ gibi algılanmakta, yaşanmakta …

Son cümlelerimi eklediğim dakikalarda, Sağlık Bakanlığı verileri, hiç de öyle demiyor oysa ki… Son 20 gündür ‘’yeni tanı konulan kişi sayısı”, “iyileşen hasta sayısı”nın iki katı düzeyinde…

Kuşkusuz ki hepimiz yorulduk, sıkıldık, hele de yazın maskeyle dolaşmaktan. Belki birileri ‘ipin ucunu koyverdiler’ diye bizler de boş verdik…

İyi de kendimizin en iyi dostu/düşmanı biz değil miyiz? Yine, sevdiklerine karşı yükümlü olan, sağlıkçılara karşı sorumlu olan bizler değil miyiz?

Kişisel zaaflarımız, ihmalkârlıklarımızla yakın veya uzak, bir insanın hayatını riske atma hakkını, kendimizde nasıl buluyoruz? Bireyin mutluluğu; başkalarının yaşamını hiçe sayacak kadar kıymetli midir? Sorumluluk salt kişinin kendine midir?

İkinci yazımın da finalini yaptığım gibi umutvâri olmayı seçerek, bitişe doğru taşıyorum sözcüklerimi. Kendimizle birlikte, içinde yaşadığımız insanlığa karşı yükümlülük duyarak, birbirimize olan inancımızı yitirmeden, pandeminin getirdiği kopuşa karşın, yeni bağlar kurma yollarıyla, üstesinden gelebileceğimize inancım tam.

Daha çok gözeterek, gözlemleyerek, kopmadan, gerektiğinde sorumluluk alarak, başkaca yaşamların farkına varıp, onları da kollayarak, bireysel uyanışlarımızı ve sevgiyi birbirimize bulaştırarak yeni bir “ben”, yeni bir “dünya” yaratmamız  mümkün…

Sağlık, huzur, dostluk, mutluluk ve daha çok kutsayacağımız hayat dolu günlerin, sizleri bulması dileklerimle. Sabır gösterdiniz, son cümleye kadar gelmişseniz. Şükranlarımı sunuyorum. Sevgiyle kalın!

Bir Cevap Yazın