SAVAŞ GÜNLERİ VE UMUDUN DİLİ

Tam olarak nerede okuduğumu anımsamadığım bir yazıda şöyle diyordu: “Yeryüzünde insan varlığının görülmeye başladığı süreçten bu yana -kimi kaynaklar 30 ile 50 bin yıl diyor-, geçen zamanının sadece 250 yılını, barış ve kısmen savaşsız olarak geçirmiş…

Oldukça hazin bir saptama, değil mi? Bu sonuca da muhtemelen, yazılı kaynaklardan ulaşılmıştır. Şahsi görüşüm; 250 yıl bile çok fazla…

Şekil değiştiren boyutuyla, kuzeyimizde bir savaş süre gelmekte. 15. gününü geride bırakmış Rusya-Ukrayna Savaşı ne zaman sonuçlanır kestirmek güç olsada, tüm dünyayı her anlamda derinden etkilediği; insanlık üzerinde de ruhsal çöküntüye, mutsuzluğa yol açtığı aşikar… Kaldı ki henüz, 2 haftadan bahsediyoruz…

İNSAN VE YAŞAMA İÇGÜDÜSÜ

En olmaz durumlarda, doğal afetlerde, enkaz altında kalınma hallerinde, kimi zaman da kendimizi savunma halindeyken; olmadık, kendimizden beklemeyeceğimiz direnç ve de güç buluruz.

Bu insani bir dürtü, hayatta kalma içgüdüsüdür… Belki fiziksel direnç, bazen kaçma-saklanma kah da beynin saniyeler içinde çözüm üretecek düşünme yetisi ortaya koyması gibi, çeşitlikler ve kişiden kişiye değişen reaksiyonlar sergileriz.

Hepsi çok insani ve de anlaşılabilir. Çünkü, çoğu zaman yaşam arzusu ağır basar, kendimizden hiç beklenmeyecek refleksler sergileriz; anın getirisi o şartlar içinde en doğru olanıdır, bazısı da daha “etik olmayan” ve fakat içinde olduğunuz durumun getirisi; belki de tek çözüm…

Unutmamak gereken şudur; hepimizin içinde ehlilileşmemiş bir karanlık tarafta mevcuttur, belki zamanını şartlar oluşmamış, belki de hiç ihtiyaç duyulmayan lakin içimizde bir dürtüleriyle hareket eden “hayvanı” barındırdığımız gerçekliğini, yok sayamayız…

Bu sebeple, bir savaş altında değilseniz; o an ne hissedeceğinizi kestiremez veya nasıl bir tepkime vereceğimizi bilemeyiz. Kalıp belki alanımızı da korumayı seçebiliriz belki de her şeyi geride bırakıp gitmeyi, yeniden başlamayı tercih edebiliriz…

O, tamamen içindeyken ve yaşanırken verilebilecek karardır, kişiden kişiye de değişiklik gösterir… Bu nedenledir ki mültecilik, göçerlik kavramlar bana çok anlaşılamaz gelmemekte ve de kınanıp ayıplanacak bir durum olarak da değerlendirmem…  

Belki anlamayabilirim ama insani bir durumdur, öznesi ben değilken; nasıl ayıplayabilirim ki? Kim bilir, ben, o kişi olsaydım, nasıl davranırdım? Empatiyle dahi durumu anlamam, etik/hayatta kalma içgüdüsü hangisi ağır basardı kestirmem mümkün olamaz…

BİR HAYATTA KALMA ÖYKÜSÜ: UMUDUN DİLİ

İkinci Dünya Savaşı yılları, yer Hitler’in faşizminin “Toplama Kampı” öykülerinden. Nice yaşamların söndüğü, vahşeti yazacak sözcüklerin dilinin tutulduğu; insanlığın utancı, derin karanlığın hüküm sürdüğü günler…

Belçikalı Yahudi genç bir adam, kadın, erkek, çocuk yüzlerce  insan gibi; kampa gönderilmek de üzeredir. Askeri kamyonun arkasında başlar hikayemiz, filmin girişi için orası denebilir.

Yemeğini olan sandöviçin yarısının, kurtuluşunun, kamptan, hayata çıkışına yol açacağından habersiz, yeni serüveni başlar kahramanımızın.

Takas ettiği kitapta Farsça sözcükler vardır da adam Yahudi. Şans, kader, adına ne dersek diyelim; önüne bir kapı açılır, o da bunu kullanır. Yaşam içgüdüsü burada devreye girer ve bir yalan üretir. “Ben Yahudi değilim, İranlıyım!”

Kamptaki subaylardan birinin, savaş sonrası planlarında İran’a yerleşmek vardır, o sebeple de dilini öğrenme arzusu; bir hayatı değiştirecek, sonrasında da kampta yaşamını yitirenlerin belgesine dönüşeceğinden de habersizdir subay ve  öykünün kahramanı…

Belarus adına, “Yabancı Dilde En İyi Film” dalında OSCAR’a aday gösterilen, kadrosunun çoğunluğu  Belaruslu olmadığı için  “diskalifiye” edilen; dram, hayata dair dersler yüklü, umut aşılayıcı, izleyicilerinin 3,5’inin beğendiği “Umudun Dili/ Persian Lessons” adlı film, benim her rast geldiğimde keyifle izlediğim filmlerimdendir.

İnsana, insan olmak üzerine, savaş gerçekliği,  yaşama tutunma motivasyonunun etkilerine, belki az biraz da ön yargılarımızı  dizginleyecek “ben olsaydım n’apardım” sorusuyla, sıkça yüzleşeceğimiz filmlerden.

Savaş hayatımızın tam ortasında, kar İstanbul’u ve hafta sonumuzu esir de almışken; yazımı bir filmle bağlamak istedim.

Hayat da zati bir film sahnesi değil mi? Bazen yan rollere düşsek de kim olduğumuz, seçimlerimiz, sonuçları; dahası bazen de ıskaladığımız fırsatlar…

Bir Cevap Yazın