PARÇADAN BÜTÜNE

Bir kesiti inceler ve mercek altına yatırırsanız; bütünün kodlarına, yapısına ulaşabilir misiniz? Bilim insanı değilim lakin, bildiklerim kadarıyla mümkün. Birebir aynı özellikleri barındırır mı, şaşma gösterir mi, gösterirse ne kadardır bu biraz daha uzmanlık işi. Şaşmayan, söylediğimi kanıtlar durumlar var; yönetim şekli, politik tavır gibi…
Yılın sonuna geldiğimiz şu günlerde; ülkede, dünyada, yerelde neler olmuş, nasıl bir seneyi geride bırakıyoruz, olaylar silsilesini hızlıca harmanlayan bir sürü yazıya denk geleceksiniz de.
Başta ben de buna yakın bir genel bir çerçeve yapmayı düşünüyordum; sonra aslında süren bir direnişi, gerekçelerini anımsayınca, bunun zati ülkenin son 1 yılıyla nasıl özdeşleştiğini, seneye dair fikir vereceği konusunu fark ettim.
Ben parçayı gözler önüne sereceğim; “büyük resmi” sizlere bırakacağım. Önemli noktaların altını çizeceğim; sizlerin göreceğiyse, aslında ülkenin makus talihi, kodların ne derece benzer olduğu…
İLİM, BİLİM, AYDINLANMA HAK GETİRE…
İlerlemek; değişim, dönüşüm, sorgulamak, bilim, ilim, refah birilerinin genlerinde yok… Belki var da denetimleri ölçüsünde, kendilerine ve ülkülerine hizmet ediyorsa; izin var… Tehlike sezinlerlerse; baltalamak, set çekmek için kolları sıvıyorlar.
Fazlaca uzun bir girişe dönüştü. Yoruma çok da ihtiyaç duymayan giriş, gelişme, devamıyla Boğaziçi Direnişi, Boğaziçi Üniversitesi Bileşenlerinin Direnişi; Türkiye’nin son senesini, yeterince betimler nitelikte de…
Senenin ilk gününü yeni devirmiş, ikinci gününe doğru saatler ilerlemekteyken; gece yarısı kararnamesiyle, resmî gazetede yayınlanan KHK (Kanun Hükmünde Kararname) neticesinde, özerk bir üniversite; “rock sever” kayyımla, Melih Bulu ile tanışmıştı.

Dayatmacılığın ürünü olan; b/ilime düşman, egoları cüssesinden büyük, astığı kestiği dillere destan padişahlık yönetiminde; üniversitenin kapısına kelepçe vurulmasından tutun, cinsiyetçi tavrı, fobikliği, rantiyeciliği, sese, demokratik tepkilere tahammülsüzlüğü… Vazgeçilmezlik sanrısına kapılması, 15 Temmuz gece yarısı, yine geldiği gibi noktalandı; gece yarısı, apar topar KHK ile…
Gelenek, dayatmacılık, çaldığım düdük tavrı; Bulu’nun yardımcılığını yürüten Naci İnci ile devam etti. 16 Temmuz’da vekaleten başladığı görevi, 21 Ağustos’ta da asaleten dönüştü. Arada geçen süreçte; sözüm ona demokratik rektör seçimleri de yapılmadı değil; İnci’nin yarışta en az oy alan aday olduğunu saymazsak…
Önceleri sadece öğrenciler tutuklatılıyor, BÜKAK (Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü) ve BÜLGBTİ+ (Boğaziçi Üniversitesi Lezbiyen Gey Biseksüel Transseksüel İnterseksüel + Öğrenci Topluluğu) ortak kullandıkları odanın kapısına kilit vurulup, BÜLGBTİ+’lar öğrencikulübü kapatılıyor, toplumdaki homofobik/transfobik/bifobik tutum da körüklenerek, direnişin önü kesilmeye çalışılıyorken, yeni kayyımla; keyfişekilde okulun akademisyenlerine de kampüs yasakları da başladı…
HUKUKSUZLUĞUN KEYFİYET HALLERİ…
Rektörlüğe vekaleten geldiği an da ilk işi; okulda 14 yıldır sinema üzerine dersler veren, dünyaca ünlü belgesel/sinema yönetmeni Can Candan’ın derslerini kaldırmak olurken, ekim ayı başlarında da kampüse girişini engellemeyle; keyfiyetinin dozunu da artırmış oldu…
Can Hoca’nın yanında, dersleri kaldırılan Feyzi Erçin’in dekatılacakları iki tane etkinliğin, kampüs içinde yapılmasının da önü kesilmişti…
Bu süreçte, bugün 85. gününe de giren, okulun iki öğrencisi Berke Gök ve Perit Özen’in tutuklanmalarının sorumlusu da Naci İnci’dir.
Kayyım rektörün hedef göstermesi ile tutuklanan öğrencilerin 7 Ocak’taki duruşmalarında ne sonuç çıkacağı, merakla beklenmekte. Öğrencilerin okullarından ve derslerinden koparılmasına, yargının takınacağı tutumu da göreceğiz gelecek hafta içinde.
2 Ocak’ta senesini devirecek olan Boğaziçi Direnişi, bakalım gelecek seneye nelere de gebe? Öyle görünmekte ki tüm dünyaca sahiplenilmiş direnişte, üniversitenin tüm bileşenlerinin, kararlı tutumlarını da sürdürecekleri.
“Kabul Etmiyoruz”, “Vazgeçmiyoruz” dövizlerini taşımaktan ne aralarından koparılan hocalarından ne de öğrencilerinden vazgeçmeyecekleri ortaydayken; kayyım ve kayyımı atayanların tavırları, gelecek günlerin yön belirleyicisi de olacak…
Üniversitenin yönetimi, başvurduğu hukuksuzluk, keyfiyet, sık sık kayyım atanması, cinsiyetçilik, fobiklik, içerisinde polisin yerleşik düzene geçmiş olması, sürekli yükselen şiddetin dozu; sizlere de son 1 senemizi çağrıştırıyor mu?

Üniversitenin kayyımlarını; hukuksuzca gasp edilen belediyeler, şimdilerde ki İBB tartışması üzerinden düşünün…
Polisin, kolluğun yerleşikliği; başımızı çevirdiğimiz her yerde gözümüze çarpmıyor mu?
Sene başından beri; ekonominin başına iki tane bakan atanmadı mı? Enflasyonun, dövizin, çarşı pazarın belirsizliği, iniş çıkışlı seyri; direnişin temposuna eş değer değil mi?
Size nasıl göründü bilemiyorum ama; Boğaziçi Üniversitesi, bütünün de görüntüsü aslında. Hele ki azınlıkların, ötekilerin hayatının parçası olan kayyımlar, hak gaspları, artık tam gözlerimizin de önünde yaşanıyorken; ülkede neler oldu diye bakmak için eskiye, çok da uzağa gitmeye lüzum yok…
Her yer yangın yeri, doktorundan işçisine, çevrecisinden öğrencisine herkes direnişçi; bir tek yönetimdeki mutlu azınlık halinden memnun, hayatları tıkırında…
