OYSA MERAK İŞİ ÇÖZMEYE YETER

Kendinizi zorlar mısınız? Kendi kendine yetmeyi seven insanlardan mısınız? Her şey için, en küçük çaba sarf etmeden, ‘erbabını’ arayan, ‘ustasına’ bırakanlardan mısınız yoksa?

Geçen haftam, son 10 günüm hatta cep telefonumla sorunlar yaşamakla geçti. Önce telefonum çöktü. Birkaç gün, serviste kaldı, yerine idareten telefonla geçen 3-4 gün.

Sağ olsun, telefoncum artık biraz arkadaşa da dönüştü, tamir durumları uzarsa, kullanmak için mutlaka yedek bir şey verir. Yıllardır aynı ustayla çalışmak; alışveriş yapmak, arada minik sohbetler falan da olunca, galiba bir ayrıcalık oluşturuyor, ki bu da iyi haliyle…

Sorun şu ki; ben, kendi malım olmayınca, kullandığım telefonu çok kurcalamam, biraz ödünç olmasından da kaynaklıdır belki de. Ayrıca, kişisel izlerimin de başka araçta kalmasını da sevmiyorum… Anlayacağınız; sosyal medya hesaplarım, yazılarım için yük tabletime bindi.

YABANCI SULARDA YÜZMEK…

Uzun yıllar bir ürün, marka kullanıyorsanız sizi biraz da köreltiyor sanki. Demeye çalıştığım, telefonum Iphone’du. Onun tarzı, işletim sistemi tamamen başka. Bu sebeple, Android işletim sisteminde de körelmişim. Telefon varken; tablet sadece yazma aracımdı, bunca elim ayağıma da dönüşmemişti…

Tam da zaruriyete dönüşmüş; tabletle aşkımız başlarken ve olmaz ise olmaz noktasına da gelmişken; Google güncellemesi kaynaklı, çoğu program ve de uygulama arıza veriyor.

Saat sabahın tan ağarma vakti, yazı yollamalıyım, tablet nerede ise kilitlendi. Neyse, sorunumu Twitter’da dile getirdim, aldığım cevap da bende çözüm doğurmuyordu…

Sorunu biliyorum, çözümler daha doğrusu, çözüm diye sunulanlar ise bana çare değil. Haliyle, her makina ve modelde, farklı fonksiyonlar, farklılaşmalar var…

Diyelim ki; acil ulaşmanız gereken bir yer (sorunun merkezi) var. Gideceğiniz yere ise, sadece bir araç (çözüm/Android Webwiew silmek ve geri yüklemek) olduğu söyleniyor. O otobüs de gideceğiniz yere gidiyor fakat sizi merkezde bırakıyor. Semte (Android) yabancısınız, orada (Android Webwiew nerede) kayboluyorsunuz…

ANLAMAYAN ÖĞRENCİ YOKMUŞ…

Aslında, anlamayan/çözemeyen sen değilsin. Sadece, herkes sana tek otobüsün gittiğini söyledi. Göz önünde olan, kimse bahsetmediği için, başka bir araç (Google Crome’u silmek) olduğunu da neredeyse 20 saati bulan, sinir harbi sonucu öğreniyorsun…

Olsun, sonuçta sorununu çözdün. Yorucu da olsa, biraz yıpransan da başarmış olmak, öte yandan da dediğim gibi; Android konusunda geri kaldığımı, gelişmem gerektiğini de öğretti…

Evet, biraz inatçı veya çoğu şeyi kendimce çözme arzum vardır. O sebeple, limitlerimi iyice zorlamadan usta çağırmak, eşyaları tamire götürme huyum yoktur da.

Bu huyumun oturmasında iki temel neden var. Babam alet edevata meraklı bir adamdı. Abim de tesisatçı. Bu durumda da bir şeylere göz aşinalığı da oluşuyor. Yemek yapmayı da annemi izleyerek öğrenmiştim mesela. Aslında keyfim yerinde olursa, hele de mutfak büyükse ki en önemlisi büyük mutfak; fena da aşçı sayılmam hani…

Dağılmadan devam ediyorum. Bir de küçük tadilat, tamirat işlerinde ustaların isteksizliği, sanki “hayra iş yaparmış” edası, gönülsüzlüğü hele de yalnız yaşayan kadınsanız; çoğu şey, ‘erkek işleri’ de dahil, sana görev olunca; el becerisi geliştirmek zorunda kalıyorsunuz… 

Kısa mesafe taksici tribi gibi, usta tribi de çok menem, rahatsız edici; paranla rezil olma sonuçları da doğuruyor… Sinir katsayınızın yükselmesi de cabası… Evet, emeğe saygı, hem de sonuna kadar. Ama be ustacığım; sırf sen mutlu ol diye, her seferinde; sana sıfırdan ev yaptırtamayız ki. Biz de isteriz, daha çok kazanın, emeğiniz değerini fazlasıyla da bulsun. Tadilat, küçük tamiratlar da işinizin cilvesi…

Yani, sevgili okurum; biraz azimli olmak, sabrı zorlamak, az biraz da meraklı da olmak lazım hayatın içinde… Hoş, usta kaprisi çekerim diyorsanız, o da sizin bileceğiniz iş. Usta deyip duruyorum da olayın özü, kendine yetebilmek güzel şey aslında…

Babamın bir sözü vardı. Bir dönemin en zengini olan iş insanlarının başı çekeniydi Sabancı. Derdi ki babam: “Sabancı’nın çocukları bile olsanız, her işi öğrenin. Yapmasanız da öğrenin…” Belki de bu kafamda yer etmiştir. Kişisel merakım, sadece işin tuzu biberidir…

ÖĞRENMEK DEDİM DE…

Öğrenmek güzel şey, evet. Okullar, örgün eğitim (sınıf ortamında, yüz yüze ders), maziye gömülecek lakin… Ziya Selçuk’un, yakın zamandaki açıklaması göstermekte ki: pandemi sebebi ile başlayan uzaktan eğitim, bir gün normalleşme sağlanmış olsa bile kalıcılaşacakmış

Millî Eğitim Bakanlığı, bu konudaki projelerini hızlandırmış, uzaktan eğitimle yoluna devam etme fikri, yeni normalimizin de bir parçasına dönüşüyormuş…

Senin, bakkalın, manavın çocuğuna; ana babasının “alın yazgısı”, miras farz olunmuş… Pasta daha fazla bölünmesin, oğlun kızın asgarî ücretle yetinsin, gün yüzü görmesin…

Bakan Selçuk’un EBA’da öğrencilerimizin, sadece %70’ni canlı derslerde görmekteyiz” dediği demeci, hafızalarımızda tazeliğini korurken, mıh gibi de çakılıyken…

Çevremizin ‘çocuk gelinlerce’ sarılacağı, atölye ve dükkanlardaki çocuk işçiliğinin sürmekle beraber katlanacağı, ev işi yapmaktan; derslerine, oynamaya vakit bulamayacak çocuklar…

Evde eğitim için ya zamanı ya da eğitimi yetersiz anne babaların elinde heba olan çocuklar, gençler… Kabaca, her 4 yılda bir, eğitim çağındaki çocukların %30’unun, çocukluktan çıkması; hayatın adaletsizliğini erken tatması demek…

Kalıcılaşmamışken bile, yoksulluktan çoğu çocuk okulu, çocukluğu unutmaya başlamışken… Eğitimin ücretsiz ve devlet güvencesinde olması yükümlülüğü, en temel insan hakkı olduğu gerçeğine sırt çevirmek…

Tutun ki okuttunuz. Üniversite, üstüne master falan da yaptı çocuk. O da ayrı bir dert. İş bulacağının garantisi de yok… konfeksiyonda aracı, işportacı, fabrikada işçi olmaya razı, hazırlıklı da olunmalı… Onları da bulabilirse!

Herkesin ‘ensesi kalın’ amcası, dayısı olamayabiliyor. Hepimiz cebimizde “yakınımdır” kartvizitleriyle dolaşmıyor, o ayrıcalıklı zümrenin içine, küt diye yaklaşamıyoruz da…

Çok meziyetli çocuklarınızın işi, bazen de “pudra şekeri” Kürşatgillerce kapılıverebiliyor… Çok yetkin, liyakat sahibi oldukları için de değil, birilerine uydu oldukları için sadece…

Yedikleri, içtiklerine, heba olan vergilerinize de lanet okuyorsunuz. En çok da adaletsizliğe, heba olan emeklerinize, ağzınızla kuş tutmanın da yetmeyeceği gerçeği, hançer gibi böğrünüze saplanıyor…

Siz biraz alt gelir grubundaysanız ve/ya kendinize yetmeyi seviyorsanız, öncelikle limitlerinizi zorlamanızı salık veririm. Öyle kafanız dağılsın-ki dağıtmakta, biraz her şeyden uzaklaşmaya da birebirdir- diye de değil; her yere/şeye masraf yapmamak adına da…

Belki de babam haklıdır. Hepimiz de Sabancı’nın çocukları değiliz; öğrendiklerimiz yanımıza kâr kalır, kullanmasak da…  “Merak kediyi öldürür mü”, kendi tecrübelerimizle de test etmiş oluruz. En fazla, bilgili ölmek var ucunda. Başarmanın hazzı ise; tarifsiz…

Bir Cevap Yazın