ORTALIK TOZ DUMAN

Sis perdesiyle örülü olan her şey gerek kafa karışıklığına sebep oluyor gerekse de inandırıcılığını yitirmeye, güvensizliğe itmeye ve kararlarınızı sorgulatmaya itecektir… Oldukça doğal ve kaçınılmazdır bu…

Kocaman belirsizliklerin neticesi çelişkiler yumağıdır, bir noktadan sonra artık “yalancı çobana” dönüştürecektir… Yalan yalanı doğurup; işin sarpa sarması, daha vahim olanı da o noktadan sonra, başa dönebilmek, güvene dayalı ilişkiyi onarmak ve de hatayı tamirin mümkünsüzlüğü ortaya çıkar… Hoş, telafi etmek ve/ya onarılması da isteniyor mu, o da ayrı bir muamma…

Tariflemeye çalıştığım şey, bütün ilişkilerin temelini oluşturur. İkili ilişkilerde de böyle, dostluk bağlarında da rızaya dayalı veyahut da bir kesimin rızasını alarak gelinen yönetim kademelerinin de olmazsa olmazıdır “şeffaflık”…

Dönülmez noktaya ulaşılınca da sitemlerin, dövünmelerin, ‘güce sahip ebeveyn tafrasıyla’; “parmak sallamanın”, “surat ekşitip”, “cezaya bırakmanın/cezalandırmanın” mantığı ve de elbette ki izahı da yoktur… Ortada bir tercih, yönetişimsizliği örtme çabasının arkasına gizleme amaçlı politik tutum varsa; otoritenin sorgulanması,  getirisi olarak da korku, kaygıya dayalı karar alma-vermede  vatandaş tarafında inançsızlık, şüphecilik başlamış olacak, neticede bu tutumları kendilerinin, sevdiklerinin ve/ya bakmakla yükümlü olduklarının hayatlarına mâlolacaktır… Acı!

SÜRÜDEN GERİYE KİM KALACAK?

Hayatımızın, dünyanın, insanlığın her koldan kuşatıldığı, yaşanılan/yaşatılan hiçbir şeye benzemeyen; herkesin eşit derecede risk altında olduğu, çare ve tedbir konusunda, kendimizi “sudan çıkmış balık” misali hissettiğimiz süreç gerçeği Covid-19!

Sanki, sene başında olduğumuz noktadan arpa boyu yol almışız gibi; aşıdan söz eder durumdayız en azından. İnsan denekler üzerinde yeni başlananı da var, kısmi aşılanmanın başlandığı ülkelerden söz eder de olduk.

Bu yeni günler, ‘aşılı günler’ bizde, ülkemiz insanında nasıl bir etki yarattı? Muhtemelen şu yakın süreçte, Çin patentli, 50 milyon doz ilk aşılarda gelmiş olacak, hazır mıyız, ilk deneklerden/aşılananlardan olacak mıyız, kafalarımız net mi?

“Covid19 aşı çalışmaları hız kazandı. Aşı olmayı düşünüyor musunuz?”  şeklinde Twitter üzerinden anket açmıştım. Ankete “evet”, “hayır”, “olanları takip edeyim” seçenekleri ile beraberinde de “kararsızım” diye ekledim.

509 kişi katılım göstermiş, anket altına yorumlar da bırakılmış. Genel hatlarıyla, künyesi böyle anketimin. Gerek farklı kesimlerin farklı sebepleriyle takibi, bazı dostlarımın görünür kılmak için paylaşmaları neticesinde de homojen bir oylama olduğunu da düşünüyorum, yorumlar da onu göstermekte ayrıca… Herkese desteklerinden ötürü teşekkürlerimi belirterek, anketi okumaya geçelim derim.

 İLK OLMAK İSTEMİYORUZ…

150 kişi kadarımız tarafından “olanları takip edeyim”, gelişmeleri göreyim, nedir, ne değildir, yan etkiler var mı, hayatları nasıl etkiler, gerçekten de işe yarıyor mu kaygısı güdülmekte…

İnsanlık tarihindeki en hızlı geliştirilen aşı oluşu, devlet/ler/in şeffaflıktan uzak tutumu, kimi kesimlerce de ilk belirtilerin Wugan/Çin  üzerinden dünyaya yayıldığı algısının güçlü empozesi, empoze diyorum; DSÖ’nün (Dünya Sağlık Örgütü) ilk bulguların Avrupa/Amerika merkezli olabileceğine dair bir takım açıklamaları da varken, kurbanın ÇİN olarak ilanı ve gelecek ilk aşının da Çin’den ve de “ücretsiz” diye lanse edilmesinin de büyük etkileri olduğu, tartışma götürmez gerçeklerdenken, kargaşa/karışıklık kaçınılmaz olacaktı… 

Çin, tu kaka da diğer devletler, bizi yönetenler peki ak kaşık mı? Merceği içimize, kendi yöneticilerimize çevirmeyecek miyiz? Sonuçta, biz Çinli değiliz. Onların sevap/günahları, bir dereceye kadar bizi etkiler…

Baştan beri yoruma açık, gerçeklikten uzak açıkladıkları veriler, saydamlıktan uzak algıyla “çizilen pembe tablo”, TTB’nin (Türk Tabipler Birliği) verileri, “iyice ayyuka çıkan, beyaz yalanlara dayalı ölüm oranları” sonrası, bazı anakent belediyelerin verileriyle birlikte; kendine bağlı Cenaze İşleri Müdürlüğü’nden aldığı rakamlarla, İBB’ nin (İstanbul Büyükşehir Belediyesi) yönettiği ildeki ölüm oranları, bizlere açıklanan verilerin çok uzağında…

Bunların üzerine, 5 Aralık tarihli “yeni tanı” oranlarıyla, dünya üzerinde birinciliğe otururken; ölüm oranlarında akla ziyan verilen rakamlar…  Ölümden yana değiliz elbette, sorun verilerinize güvenmiyor, tedavide olanaklar olarak daha iyi ülkelerce kıyaslanınca, -aşının bile ithal edilişi- orta bir başarının olduğu söylemine karnımızın tokluğu…

Böyle gerçekler varken; kimlerin rakamlarına güvenmeliyiz, kimlerin önerilerini uyup aşı olacağız, aşı ithal ettiğimiz ülkeye güvenmeli miyiz? Niye ücretsiz(!), bizler koca halk kobay mıyız?.. Tüm bu ve fazlası ucu açık sorularla, çoğunluk bekleme taraftarı…

%8’lik “kararsızım” oy oranımız var. 40 kişi diyelim bu gruba da. Burada da bir ‘bekle-gör’, belki de BİONTECH’in (Kökleri Türkiye’ye dayanan Özlem Türeci ve kocası) geliştirdiği aşının da ülkeye yakın gelecekte geliyor oluşu, belki bunu kullanma arzusu mudur bilinmese de muhtemeldir ki bekleyişte olan bir kitlemiz mevcutlu…

YETECEK Mİ? BULAŞIYI DURDURUR MU?

“Evet” demiş olan, %34’lük dilim çare olur mu? Bundan sonra yolumuza 170 kişi ile mi (500 kişi ve sanki ülke nüfusu varsayımı), yolumuza devam edeceğiz?

%66’yı, vatandaşlık ödevlerini yapmış, bunun içinde muhtemel işgücü olasılığı da olabilecek kesim gerçekten de gözden çıkarılır mı? Amaç, belki de “nüfusu azaltmak” da olsa; çarkların durmasına izin vermeyecektir/verilmeyecektir diye düşünmekteyim, ağalar/patronlar, sahiplerimiz tarafından…

Aksi hâlde, kendileri mi çalışacaklar, karınlarını kim doyuracak? Diyordun ki; ‘azaltma politikası güdüyorlarsa, o zaman kimden başlarlar’, sorunuzu elbette duyuyorum. En çok evlere hapsedilen, dahası “kambur” olarak imajine edilen kimler var? Hele hele de “risk grubunu korumak” adı altında, hapsoldukları hücrelerinde fizik/ruh bütünlüğünü yitirmeye ramak kalmış kimler var…

Günün birinde, şimdilik nasıl olduğu çok kestirilemese de “normal” oluşunca, ırgat, mavi yakalı, muhtelif işleri yapan, hadi onu; “her işi yapan” olarak da altını çizelim ayrıca güç, kuvvet, fiziksel dayanıklılık gerektirecek kesime ihtiyaç duyulacaktır… Geriye kalan, yangında ilk gözden çıkarılacaklar belirginleşti de sanırım…

HAYIR DEMEK; BİZE TABİİ OLABİLECEK Mİ?

“Hayır”cılık; bunca kolay olmayabilir belki de sevgili %30’luk kesim… Üzgünüm! Hele ki; bu 150 kişi içinde başta sağlık, yiyecek içecek/hizmet sektörü gibi, durması hayatın olağan akışına engel kesimdenseniz, sizler de “korunmaya alınacak”, belki işlerinizi kaybet (tiril)me korkusuyla zorunlu hissedeceksiniz… Eğitimciler sanki paçayı kurtardı, en azından ülkemiz için öyle görünüyor!..

Şimdilik tablomuz böyle sayın okur. Bana da ‘kara haberi vermek’ düştü gibi duruyor… Nerededir bilinmez, belki Onuncu köyü aramaktır, payıma düşen?

Aşı, daha gelmeden bunca zihnimizi yordu. Kocaman bir sis bulutu altındayız hepimiz. Ne yaparız, nasıl etmeli, kime güvenmeli? Güven sorununu; uzak-yakın ahbap ilişkisiyle sağlıkçı dostlar üzerinden giderip (bırakılan yorumların ağırlığı bu yönde), olabildiğince süreci hasarsız nasıl atlatırız, şayet aşıya ‘zorunlu evet’ diyeceksek de önce, suyun biraz daha durulması taraftarıyız…

İlk soru ve cevaplar böyleydi. Bir sonrakinde ise; soruyu daha da daraltıp, yine de “hayır” deme lüksümüz var mı, onun peşinde olacağım.

Finalde, fikir sahibi olabilmeyi, sizlerin de okuma zahmetine girmeniz neticesinde, belki fikriniz üzerinde bir nebze de olsa, etkisi olabilsin -ki yaptırın/yaptırmayın demeyeceğim, karara etki gibi arzum da yok… Hepimiz yetişkiniz sonuçta… Yönümüz bilim, sağlıkçılar, uzmanlar olsun, bu mümkün olamıyorsa da genel bakış ne yönde görmüş olun isterim.