NE TAT KALDI NE DE TUZ

Hayatın olağan akışını sürdürebilmek için, asgari müşterekler vardır; maddi/fiziki koşulların yanında, ruhi/psikolojik dengeler de önemlidir. Önemden de öte, öncelikli, elzemdir… Sizin hayatla bağınızı, günlük rutinlerinizi sürdürebilmenizi, hayatın daha çekilebilir kılınmasını, ertesi güne uyanma arzunuzu, dolayısı ile yaşam döngüsünün düzenleyicisi de denebilir…

O bağı, arzuyu yitirseniz başta kendinizle, çevrenizle, içinde olduğunuz toplumla, pek tabiidir ki hayatla da bağınız kopar/kopma noktasına gelir…

Yaşam döngüsü, yaşamın devamı için; yeme, içme, barınma, sağlık gibi etkenler ne derece önemli ise ruhsal sağlığı, arzu, doyum, umutkârlık, mutluluk da en az fiziksel ihtiyaçlar, bazı zamanlarda da onlardan daha önemlidir…

DEĞERLİLİK…

Değerli, önemli, değer bulur hissettiğinizde bu hayatınıza, ilişkilerinize, kısacası yaşamın her alanına nüfuz edecektir. O zaman başta kendinize, içinde olduğunuz çevreye, topluma karşı “faydadan” söz etmek mümkün olabilir…

Fayda; üretmek olduğu kadar, kişinin ruh ve beden sağlığına da özen göstermesidir şahsi fikrimce. İyilik; iyi olma (bireysel anlamda), kişinin kendine katkısı kadar, içinde yaşadığı topluluğun kaynaklarını korumak açısından da gerekli…

Bir nevi domino etkisine de yol açma ihtimalini de barındırır. Benim devrilmem; çevremin, çevrem de dış çevrenin dengesini bozacak, mutsuzluk ve mutsuzluk bazlı maraz katsayısını artıracaktır…

ÇÖKÜYORUZ!

Son birkaç gündür/günlerdir yaşadığım, yaşadıklarımın üzerimde iz bırakması-ki bırakıyor da-, ciddi endişeye yol açmakta. Bu durum, gözlemlerim ve fikrimce sadece bana özgü de değil. Genel anlamda; insanlarda bir bezginlik, bağlarını koparma, huzursuzluk hali söz konusu.

Robotvarî; çoğumuz uyanıyor, günlük rutinlerimizi sürdürüyor ve/ya sorumluluklarımızı yerine getirmeye de çalışıyoruz… Hani yaşıyor gibi değil, zaruriyet kaynaklı, belki çoğumuzun üzerinde, sorumluluk benzeri ağır yükler olduğu için…

Şunu belirtmekte fayda var; bu bizim kişisel yetersizliğimizden de değil. Öyle olmuş olsa kendimizi geliştirmekle, adını sorun olarak koyacağımız şeye, başkaca çözümler üretmekle üstesinden gelinebilir.

Burada bahsetmeye çalıştığım; bireyler/in etkisi de değil. Her ne kadar bireyin hakaretleriyle hayatımıza girse de kaba, boğucu, ölü toprağı gibi; üstümüze çöreklenen sistemsel…

O HÂLDE BİZİZ KİMİZ VEYA NEYİZ?

Bir topluluk, camia içinde yaşıyorsanız, olduğunuz yere karşı ödevlerinizi yerine getiriyorsanız; mutlak olarak beklentiler de doğuyor, kaldı ki ödev de iki yönlüdür…

Siz, birey olarak görevinizi yerine getirirken, içinde olduğunuz devletten de size karşı yükümlülüklerini yerine getirmesini umar, dengenin sarsılmamasını, yıkılmamasını beklersiniz.

En küçük çıkış ve eleştirileriniz de “Ananı da al git” denmemeli, denilememeli…  Kendinizi özgürce ifade edebilme, söz söyleyebilme hakkınızda olmalı…

Ayrıca bu sizin hakkınızdır! Alttan, en üste vergileriyle maaşlarını ödediğiniz tüm memurlara, size refah sağlama vaadiyle yönetime gelen herkese fikir beyan edebilme hakkınıza, karşı tarafın da buna daha toleranslı davranmak zorunluluğu vardır…

Sonuçta devlet ve yönetimler; ben, sen, bizim, bizim mutluluğumuz, ihtiyaçlarımız için varlar. Bu ihtiyaçlardan doğarlar… Varlıkları bizlere bağlıdır… Yükümlülükleri bireye, bireylerden oluşan halkadır.

Karanlık dehlizlerde, yerin metrelerce altında alın teri döküp, emeğinin peşine düştün diye; birilerinin memuru, yardakçısı olup; güçten gelen yetkiyle, onca kolluğun arasında, kolluk gücünden de güç alarak, hiçbir kimse tekme tokatla yere yıkılmamalı, şehrin herhangi meydanında… Önce insan olduğun için, temel hakkın olduğu için, hele de alın terinin peşine düştün diye…

Alt alta bu ve benzerleri, senin kişiliğini zedeler, hayatla savaşını zorlar, bunların yanında özsaygının yıkılmasına, yeninden bir şeylerle bağ kurmana engel olur…

Sizin için var olan, olması gereken organlar halktan, toplumdan kopuyorsa; dahası var oluş gayelerini aşmışlarsa çürüme, dejenerasyona, getirisi olarak anarşiye kapı aralar…

HAKKIM OLAN NEREDE?

Hadi, ben bir trans kadınım/dönmeyim, okullarımı da üretilen fobiler kaynaklı açık öğretimle tamamladım, peki buna da kabulüm diyelim; onca iyi eğitim alan, ömrünün yarısını okullarda çürütenlerin suçu ne?

Trans kadın olduğum için; a pardon “kanunlar önünde herkes eşitti”, hay Allah unutmuşum… 2 tane üniversite diplomama rağmen, akademik yetersizliğimden kaynaklı(?) ben bir yerlere gelemiyorum, iş bulmakta zorlanıyorum; çünkü açık öğretim de okudum…  

Onca ülkenin en iyi okullarından mezun olan insanların suçu ne? O zaman, sorun “ben” kaynaklı değil, sorun benim yetersizliğim de değil; liyakat kaynaklı, hangi mahalleye, kime yakın olduğuna bağlı…

Bizler bunca yokluk, yoksunluk arasında bir şeylerde uzmanlaşmaya, kendimizi geliştirerek meslek ve kariyer oluşturmaya uğraşırken; ana babalar varını yoğunu çocuğuna gelecek hazırlamak için harcarken, tabiri caiz ise “it gibi çalışırken”, alın terlerinin, vergilerinin heba olmasının nasıl hissettirdiğini biliyor musunuz? Yukarı/lar/dan görebiliyor musunuz?

Kuru ekmek bulmakta zorlanan insanlara, pudra şekeri alemlerinin nasıl hissettirdiği konusunda fikriniz var mı? Aşağı yukarı fikriniz elbet vardır da umursadığınızdan emin değiliz…

Çarşıya pazara çıkan halk için; her şeye uzanamamanın, uzanmış ise iki kere düşünmenin nasıl yıkıcı hissettireceği gerçeğini, sizler çoktan unutmuş gibisiniz…

Kilit altında tutulan çocuk mamaları gerçeğine karşılık, birilerinin nişasta yapmayı da bilmiyor musunuz, üstenci/aşağılayıcı sorularının; kör bıçaktan daha yaralayıcı olabileceği gerçeğini anlamanızı da beklemiyoruz artık…

Sizler, bizler için yoksunuz! Tıpkı, bizlerinde sizler için olmadığımız gibi… Günün sonunda delirmemek, tek kalan ruh sağlığımız olduğu içindir de korumak adına; şaşanız, yarattığınız uçurumlar, pudra şekerleriniz üzerine, akla hayale gelmeyecek espriler yapmak, goygoyla hayatta kalma…

Yarası derinde olanlar, en çok canı acıyanlar, en üretkenlerimiz… Tutunabileceğimiz tek dal “gülmek”…

Bir Cevap Yazın