NE SEN SOR NE BEN SÖYLEYEYİM

Kitabın ortasından mı başlamalı, sondan söyleneceği önden mi söylemeli? Nereden ve nasıl başlanırsa başlansın; yine de tarifi zor bir ruh hali içindeyiz. Yazanın ifade edemediği, duyan kulakların anlamlandıramadığı ruh hali, uyuşukluk hali, isteksizlik hali… Hani neredeyse; kimsenin nefes almaya dahi mecali yok…
Erteleme, bahaneler uydurma, savsaklama evresindeyiz hayatı. Topluca sanrı görmekte, dahası inkâr halindeyiz de olanı biteni, ışık hızıyla değişen hayatlarımızı.
Hani bir dönme dolaptayız, makinist yerini terk etmiş veya teknik bir arıza sonucu son sürat dönmekteyiz; gördüklerimizi algılayamadan, ne olduğunu seçemeden, bir başkaca şeye bakar haldeyiz.
Her şey iç içe, hepsi de birbirinden anlamsız anlar, saatler, günler ardı ardına süregelmekte… Tutunmaya kalksak; elimizi attığımız her şey, elde kalır cinsten, tutunacak bir şey de kalmadı…
Sadece İzleyicisiyiz
Olana bitene akıl sır ermeyince; film tadında izliyoruz hayatı, bizlere sunulanı. Kâh şaşkınlıkla, kimi zaman acı çekerek ve fakat sadece izliyoruz. Tıpkı çarşı pazarda, market raflarında seyircisi olduğumuz, hayallerimizi süslemekten öteye geçemeyen her şey gibi…
Açık hava müzesinde sergiye çıkan sanat eserleri, kimilerimizin atalarından kaldığı için, evin en kıymetli köşesine kurduğumuz gümüşlüklerdeki; teşhir ürünleri gibi…
Fark; artık sergi alanları yerine market reyonları, pazar tezgahları, her saniye yeni gerçekliğimiz fakirliği daha da gözümüze sokan reklamlar kuşakları.
Tadabildiğimiz, yiyebildiğimiz, anılarımızda kalan tatların bazen damaklarımızda bıraktığı lezzeti duyumsayarak… Keşke alınan hazları, “yaşadım” dediğimiz anları da biriktirebilseydik.
Hovardaca tükettiğimiz anların mutluluğu da kısa sürüyor. Oysa çok eskilerde de değildi o günlerimiz; elimizi uzatsak tutulacak gibi, daha dünlerde, 3-5 ay öncesinde…
Evet, o geçmişte de her şey gülistanlık değildi fakat üzerimizden devalüasyon canavarı, döviz silindiri, TÜİK’in dahi inkar edemediği %48 (bağımsız kaynaklar %120 düzeyinde ölçtü) enflasyon gerçeği, hayatlarımızın ortasına düşmemişti henüz…
İyi Şeyler de Oluyor
Tüm bu açmazların içinde, her şey tepe taklak olmuşken, tomurcuğa duranlarda var; emeğin başkaldırısı gibi.
Sürdürülemez yoksulluğa dur diyen, dün aldığını bugün aynı paraya alamayan, dahası patronlar hamutuyla götürürken; sefalet zammı teklif edilen, son iki senenin, pandeminin tüm yükünü yüklenen motokuryelerle başlayan, iyiden iyiye tüm yurda da yayılan “hakkımı ver”, “emeğin sömürüsüne son” tümişçilerin, emekçilerin dilinde, sokaklarda, fabrika önlerinde…
Hele de son elektrik zamlarıyla sırtımıza binen semer, biryandan da sokakta çığ gibi protestolara dönüşmekte. Önceleri aramızda homurtuyla başlayan hoşnutsuzluk; şimdilerde ülkenin doğusundan batısına, taşrasından ana kentlerine her yerde. Kimi zaman binleri bulan kitlelerce geri püskürtülme çabasına da dönüştü.
Kepçeyle verdikleri zammı, çay kaşığıyla telafi etme çabası da yetmeyecek gibi durmakta… %55-127 arası zamlara; çare diye avuntu olarak sunulan, aylık 40-45 liralık indirimlerle, bırakın bütçelerimize refahı getirmesini; deyim yerindeyse bebeklere emzik bile alamaz olduğu aşikarken, enerji patronları kollanmaya devam edilmekte…
Enerji öyle ulaşılamaz boyuta ulaştı, öylesine büyük paralara mal olur durumdaki; hani hepimiz günlerdir elektriksiz kalan ISPARTA’ya dönüşsek; evde mum yoksa, lambalara konulacak kalem pillere bile ulaşamayacak hale geldik… Hafta içi yedek olsun diye aldığım, biraz kalitelisinden 6’lı kalem pile 39.95 lira ödemek zorunda kaldım… Pil bu pil, kaç saat beni aydınlatır? Alamayan evinde çıra mı yakacak?
Gıdadan, sebze meyvenden sonra, pilleri de tek tek alacağız sanırsam… Meret şeyi saksıya, boş bulduğun bir karış toprağa diksen bitmez… Şu yüzyılda, pilden dahi dert yanar hale getirenler, sizlere sözüm dahi yok… Bahçelerinizde ot bitmesin!
Yine de Pes Etmek Yok
Soğuk bir kış güneşi alınca gözlerimi, bölünce uykumu; biraz da pozitif mi uyandım bilinmez; çoktandır durup duran meyve çekirdeklerini, gömdüm saksılara yine de…
Araladım pencereyi; temiz hava ciğerlerime dolarken, biraz da tutunma azmi mi aşıladı, yoksa ben mi dünden teşneydim umutvariliğe?
İçime kıpırtı düştü; “Yaşıyorsan henüz, bitmemiş be her şey; gülümse” modunda, güç bela üşengeçliğimden de soyunup, meyveleri sıktım kahvaltıya, kendi kendime de şaşarak. Ruhla birlikte, mideyi de besledim az biraz…
Kış güneşi doğurduysa bu neşeyi, bahar da yakında. Cemreler düşecek bittabi, belki de benimki erken düştü. İhtiyacım vardı yahut tesellisine sarıldım. Topraktan öte hayatlarımıza, kalplerimize, umudumuza düşsün ilk cemre.
Hadi hep bir ağızdan:” Yine de güzel şey be kardeşim yaşamak.” Bugünü böyle atlatırsak, belki de yarını daha da kolaylarız belli mi olur? Siz bakmayın yine de bana; imbiğimden yoksulluk damladı, algılarım yoksunluğa odaklandı diye; her gecenin var sabahı mutlak…
