MADEN BULMAK

Kadınsanız hiç olmadık şeylere duygulanabilir, sevinebilir, şaşırabilirsiniz… Hele de nadir ya da ekstrem durumlarsa. Aslında ektsrem değildir de yaşadığınız ülke için belki de öyledir.

Kadın görünürlüğünün, görünürlükten bahis vitrindeki kadınların azaldığı, görünmeyecek kadar az oldukları içindir ki, maden bulmak gibi…

Geçen hafta metrodaydım. Sık kullandığım bir toplu taşımadır oysa ki. İneceğim durağa çabuk ulaşmak için, ilk vagona binmeyi arzu ettim, peronda da en öndeydim.

İki dakika kadar sonra, metro geldi. Ben, vagonlardan da önde duruyormuşum. İyi ki de öyle oldu. Metroyu kullanan sürücü, vatman bir kadındı. 10 saniye kadar falan, durakladığımı ve biraz şaşkınca bir gülümseme sergilediğimi anımsıyorum.

Şaşkınlığım, sevincim onca büyüktü ki bu durumu inince de tweet’ledim. Sanırım, hemcinslerim burada daha rahat empati geliştireceklerdir. Göz önünde olan kadınların azlığı, toplumsal cinsiyet rolleri gereği, kadınların belirli alanlara sıkıştırıldığı gerçeği, biz kadınlar için oldukça bilindik bir durumdur…

Neredeyiz Biz? Kadınlar Neredeler?

Gerek mesai saatlerinin başlangıcında, gerekse de bitişinde yanımızda, yöremizde, toplu taşımada çokça kadın görürüz. Görece eşite yakın, kadın yoğunluğu göze çarpar, algısı da oluşur. Mutlu da eder elbet. Öyleyken, peki nerede bu kadınlar?

Mesai başlangıç ve bitiş saatlerinde, var gibi duran kadınları nerede buluruz, hangi sektörlerdeler? Buhar olup uçmuyorlar ya.

Mesleki dağılıma geçmeden, “vitrin”de olmadıkları gerçeği çok bariz… Aksi halde, ‘kadın vatman gören saf köylü’ modunda, şaşkın ve bolca da sevindirik olmazdım sanıyorum?

Gerçeği de çevremizde her dakika, her saat taksi, otobüs, metro kullanan kadın görmüyoruz… Bana denk gelmedi diyecek olsam; sosyal ve çok sık da toplu taşıma kullanan, sokakta olan biri olmak gibi bir durumum da var…

Bu konuda daha önce de bir yazı yazmıştım. Çoğumuz için de bilindik bir durumdur kadınların belirli alanlara, mülkünse de gözden ırak konumlarda istihdamı. 2 sene kadar önce yazdığım yazıdan bu yana da durum aynı…

Kadınlar nerede, hangi mesleklerdeler sorusundan önce; TUİK’in 2018 yılı raporlarına göre; kadın istihdamının %30 düzeyinde olduğunu belirtmekte fayda var.

Bir başka gerçek de kadınlar her alanda, eğitimli-eğitimsiz farkı gözetmeksizin, erkeklerden daha az kazanıyorlar. Kadınların iş hayatında toplam geçirdikleri süre 19 yıl ortalaması düzeyinde.

2018, adrese dayalı kayıtlara göre nüfusun %49,2 kadın. Kadınların ortalama yaşam süresi 80 yaş civarı. Kadınlar sağlık açısından en çok   dolaşım ve sindirim sistemi sorunu yaşıyorlarmış.

“En çok göz önünde” gibi düşünülen milletvekilliğinde, kadın oranı %17. Hani, ‘araya serpiştirilmiş’ ayıp olmasın diye… Ülkenin yarısını temsil etmeyi, yine erkekler görev bilmişler…

Yukarıda durum buyken, istihdamda %30 düzeylerindeyken, kadın için çok iç açıcı şeyler söylemek mümkün olamıyor. Bir ilginç veri de şu vardı; meslek lisesi mezunu, kadın-erkek ücret dağılımında, erkekler %8 daha fazla kazanıyor. Düz/normal lise mezunlarında da fark %1.5 erkek avantajlı.

Kadın kazancı dağılımında ilk sıra sigortacılık-finans sektörüymüş. Sırasıyla, eğitim- sağlık yakın yüzdelere sahipler. Konfeksiyon/giyim, telekomünikasyon, iletişim/bilişim, hizmet sektörü kadın istihdamındaki genel ve yoğun dağılım.

Ve bir anda kadınlara sihirli değnek değiyor ”puf” yok oluyorlar…  Bunca iş çeşitliliğine rağmen, kadınları ara ki bul, bulabilirsen…

Kadınların kalanı evde, tarlada, merdiven altında güvencesiz ve uzun çalışma saatlerine mahkumlar. Kadın emeğinin yok sayıldığı, geleceği ve hiçbir garantisi olmayan, ucuz iş gücü olarak görmekteyiz.

Kadın işsizliğinde, AB ortalamasının 2 katı konumuna ulaşmış durumdayız. İstihdamdaki kadın dağılımıysa, toplumsal cinsiyet etkisiyle belirli alanlara hapsedilmiş durumda…

Neden bir tesisatçı, elektrikçi, oto kaportacı, vinç operatörü gibi alanlarda kadın yok? Yetkin mi değiller? Pek tabiidir ki, kadının bedensel yetersizliğinden değil, ‘toplumun hazır olmayışından…’

Kaç büyük şirkette üst düzey yönetici var? Kaç tane sokakta muhabir ve foto muhabiri kadın var? Pazarcı kaç kadın var? Soruları ve alanları çoğaltmak mümkün… Durum aynı kalacaktır!

Kadın görünürlüğü, kadının iş dünyasındaki istihdamı, mesleki sıkışmışlık bir yana, 1987’de Duygu Asena’nın da dediği gibi; ”Kadının Adı Yok”

Hatta ve hatta biz kadınlar, öylesine yokuz ki 2020 yılında, düğün davetiyesinde sağdıcın bile adı geçiyorken, evliliğin ikinci ayağı, temel gereksinimi gelinin adı yazılmıyor… Damatla sağdıç evlenmedilerse? Son bildiğim, aynı cinsiyet arasında evlilik de yasal değildi?

Orkestra Şefi

“Conductor/Bir Kadının Başarısı” adlı film, tam da bu yazıyı yazmamı tetiklemişti. Film, 1920’li yılların Amerika’sında geçiyor.

Göçmen, genç Amerikalı kadın, müzisyendir fakat asıl sevdası, orkestra yönetmektir. Bu uğurda, yoğun çabalarla Avrupa’da büyük orkestraları yönetir ve konserler verir. Arzusu, ülkesinde şef olmaktır.

Başkanın eşi Elenor Roosvelt de destekçilerindendir, yine de önündeki görünmez duvarların kalkmasına yetmez. Kadınca bir çözüm bulur. Tüm üyeleri kadınlardan oluşan orkestra kurar. Başta önüne engeller çıksa da, 6 yıl bu orkestra devam eder ve büyük başarı kazanırlar.

Bu başarıyı kazanan kadının, yine de karma bir orkestra yönetme şansı olamaz. Birkaç büyük orkestrada, misafir şef olarak görev alır.

Filmin sonunda, jenerikte şöyle bir bilgiye ulaşmaktayız. Gramofone dergisi, 2017 yılının 20 büyük orkestra şefini açıklar. İçlerinde hiç kadın yoktur. Aynı yıl, bu sefer 50 en büyük şefini açıklar. Sonuç farklı mıdır? Hayır!

Evet, bizdeki kadar olmasa da dünyada en azından gelişmiş ülkelerde de kadına dair biçilen belirli roller, haksızlıklar ne yazık ki mevcut. Kıstası gelişmiş ülkeler bazında yapmalıyız değil mi? Yoksa, yaşadığımız ülke ‘güllük gülistanlık’ da dememiz mümkün, pek tabii ki…

Acaba, bir gün bilmem nerede, “aaa, bak bak kadın” diye şaşırmayacağımız günler gelir mi? Eşitlik sağlanırsa, toplumsal cinsiyet kalıpları kırılırsa, başka hangi alanlarda kadınları görüp ‘affallarız’?

Kadınların evlere, dört duvar arası hapishanelere, yokluğa, kimliksizliğe itilmediği günlerin özlemiyle. Ülke nüfusunun, yarısının da “insan” sayılacağı, gelecek özlemiyle…

Bir Cevap Yazın