KÜÇÜK BİR MERHABA

Selam!
Önce kendimi tanıtmakla başlayayım yazıma. Devlet memuru bir babanın kızı, yine aynı statüdeki bir erkeğin eşi olarak, 20 yıllık çalışma sürecinin sonunda emekli olarak uzun süre ikinci çocuğum Gökçe’nin büyümesine eşlik ettim. Zira ilk çocuğumu mecburen anneme teslim edip 15 yaşında hazır paket gibi hayatıma dahil ettim. Onunla aramıza örülen duvarı asla aşamadım. Yine de birisi ilk diğeri son göz ağrım çocuklarım benim. Her neyse…
Aradan geçen zaman diliminde hayatın içinde oyalanıp giderken çocukların babası eski eşim oldu, kızım üniversiteyi bitirip çalışmaya başladı ve kendi yaşamını kurdu. Onun gidişinden sonra bana düşen ise hep niyetlenip de yapamadığım; zor durumda kalmış canlı yaşama -bitki, hayvan, insan, özellikle de çocuk- destek olma amacıyla derneklerle, oluşumlarla çeşitli çalışmalarda bulundum. İstanbul İnsan Hakları Derneği Çocuk Komisyonu, Tarlabaşı’ndaki göçmen dernekleri, 10 Ekim Dayanışması ve Barış İçin Kadın girişimleri içerisinde elimden gelen fiziksel, zihinsel katkılarla kadın ve çocuklarla oldum.
2016 yılında çıkan KHK’larla İHD dışında kalan dernekler kapatıldı veya kolluk tarafından sürekli taciz edilip iş görmez hale getirildi. Son dönemdeki gibi çok ağır baskılar olmadığı için hak arayan gençler, kadınlar, erkekler, LGBTİ+’larla birlikte toplantı ve gösteri yürüyüşlerine verilen izinler kapsamında sokaktaki halka bir şeyleri anlatmaya çalıştım.
Zaman içinde tüm toplanmalar yasaklandı. Valilik ve kaymakamlıklarca hiçbirine izin verilmemeye başlandı. Hak arayan insanlar hakkında ardı ardına açılan davalar ile kimileri yargılanmak, kimileri savunmak, kimileri de benim gibi onlara yalnız olmadıklarını hissettirmek için adliyelerde takip eder olduk. Bir hukukçu kadar olmasa da az biraz işleyişi anlar oldum ben de bu sayede.
Cumhuriyet, BirGün gibi gazetelere yapılan baskılarla pek çok gazeteci yargılanmaya başlandı. Bu dönemde haber yoğunluğunu paylaşan gönüllü video aktivistleri, içinde bulunduğu her yerden sosyal medya aracılığıyla olup biteni halka göstermeye çalışıp, daha fazla görüntü ve haberin dolaşımına katkı sunmaya gayret etti. Bunlardan biri de bendim!
Asla bir gazeteci olduğumu iddia etmedim! Gazetecilerin emeğini ve değerini bu vesileyle teslim etmiş olayım.
Birkaç yıl süren bu işlerin arasında çeşitli seyahatlerle yerinden haberleri de ulaştırmaya çalıştım. Daha sonraki yazılarda kim bilir bunları da anlatırım.
Yıl 2020 Mart’ına gelince, Covid-19 virüsü denen bir illet nedeniyle 13 Mart’ta alınan kapama kararı sonucunda hepimiz evde karantina hayatları yaşamaya başladık. Belli hastalıkları olanların dışarıya çıkması riskli olduğu için o gün bu gündür evde oturuyorum. Bir yıldan fazladır toplu taşıma kullanmadım.
Gerekmedikçe dışarıya bile çıkmadan evdeki olanaklarımla akıl ve beden sağlığımı korumaya çalıştım. Bu süreçte işsiz kalan, evsiz kalan, yakınları tarafından mecburen ilgisiz kalan onca insanı ve aileleri düşünmeden yapamadım. Her gün işe gidip gelen onca insanın trafikteki yoğunluğuna bir de ben eklenmek istemedim doğrusu. Evde oturup kitap okuyor, bulmaca çözüyor, çiçeklerimle konuşuyor, uzun aralıklarla kendilerini sterilize edip gelen iki çocuğum ve iki yakınım dışında kimseyle görüşmeden devam eden pandemi günlerinde, kullanılmadan bir köşede unutulmuş paket gibi beklemekteyim. Daha bir yıldan fazla süreceğini varsaydığımız bu durumun akil ve yönetilebilecek en pratik çözümlerle aşılmasını umuyorum.
Sözün özü; ben artık özgürce seyahat etmek, dezavantajlı çocuklarla bir araya gelip oyunlar oynamak, sevdiklerime sarılıp öpmek, yani bu dört duvarın dışında da hayatımı yaşamak istiyorum.
Soruyorum! Çok mu zor acaba?
