Kriz Yönetimi ve Doğal Afetler

Doğal afetler coğrafyasında kriz yönetimi nasıl gerçekleşiyor ya da gerçekleşiyor mu?
Her birimizin daha ilkokuldan itibaren ülkemizin coğrafi yapısını öğrenmeyi ve bunu hayatımızın bir gerçeği haline getirmeyi, bununla yaşamayı öğreniriz. Belki de birey bazlı mı desek?
Üzerinde bulunduğumuz toprak parçası deprem kuşağındadır. Hele de denetimsiz ve çarpık yapılaşma, yönetenlerin kısa vadeli kısmi çıkarları uğruna dere yataklarına kadar imara göz yummaları sonucunda afetler coğrafyasına dönüşmüş bulunmaktayız.
Coğrafya demişken… O da seçmeli ders statüsüne girmeye adaymış. Zaten doğyayı, ülke doğasını, ülkedeki dere-tepe, akarsu, iklimi, depremi, çığı, göçüğü, bitki örtüsünü, toprak yapısını öğrenmeye ne lüzum var değil mi? Öğrensek de yetkililerce önemseniyor mu?
Hep diyoruz ya deprem kuşağıyız… Deprem bilincine tam sahip miyiz? Açıkçası adıma konuşursam tam da emin olduğum söylenemez. Mesela ev kiralarken depreme dayanıklı mı, semt olarak toprak yapısı nasıl, bina kaç yıllık gibi kriterleri araştırdığım söylenemez. Bunları ben bilmek zorunda mıyım ya da hafiye gibi peşine düşme zorunluluğum var mı? Ehli ve etik değerlere sahip idarecilerce yönetilmiş olsaydım “hayır” benim sorumluluğum olmamalıydı.
Hal böyle olunca da bireysel ihmalkarlıklar ya da bilinçsizlik de söz konusuysa, tabir-i caizse işimiz Allah’a kalıyor. Afetlerde ölmeyi fıtrat sayen yöneticilerin, akıl mantık dışı açıklamalarını izlerken “kör bıçağı karnınıza saplamamak için” bayağı sinirlerinizi aldırmış olmak ya da derin sevgilerinizi içten sunmak zorunda kalıyorsunuz.
Fıtratın neden bilim, teknoloji, demokrasi, hukuk alanında gelişmiş ülkelerce, fakir fukara, garibana reva görülmediğini uzaktan hayıflanarak izleyip duruyorsunuz.
Hadi en yeşil alanları, halkın toplanabileceği noktaları, imara daha da doğrusu AVM’lere açtınız, peki krizleri yönetebiliyor musunuz? Bir afet anında hızlıca ve doğru müdahalelerde bulunabilecek yetkinliğe sahip misiniz?
Evet diyebilmeyi çok isterdim. 1 sene önce İstanbul’da, şehrin göbeğinde çöken bir binanın tam enkazına bile 3 gün sonra ulaşmış olmanızı anımsamasaydım… Yok, depremde çökmedi. Kontrolsüz kaçak yapılaşmaya göz yumma, gözünü rant bürümüş müteahhit, toprak sahiplerinin ortak suç kazanında toprak kayması sonucu göçen bina.
Çok eskileri de deşmiyorum. Elazığ Depremi’nde ne derece yetkindiniz sayın yöneticiler? Çadır kent kurdunuz, peki tamam. Ocak ayında o insanlar çadırlarda donmaz mı? Çadır kent olarak seçilecek alanın fizibilitesinin yapılması çok mu zor? İlk yağmurda zaten her şeyini yitirmiş insanların su baskını yaşaması hiç mi vicdanlarınızı sızlatmadı?
Konteyner kent kurmak ne kadar zor olabilirdi ki? Devlet bütün olanakların oraya yığıp, 1-2 gün içerisinde daha insani ve sıcak tutacak, korunaklı alanlar yaratılamaz mıydı? İlk haftası dolarken ulaşılamayan dağ köyleri, yardımdan yoksun kalmış insanların varlığını bilmek birazcık olsun kendinizi sorgulamaya itti mi?
Elazığ’ın acısı taptazeyken Van’dak çığ felaketine ne demeli? Başarısız “kurtarma” adı altındaki yeteneksizlikle kurtarmaya giden ekibin çığ altında kalışı?
Olay yerinin, afet bölgesinin şov alanı olmadığı bilinci bizlerde tam olarak ne zaman yerleşir acaba? Birilerinin kendini göstermek için arka plan olarak kullanmasına neden hala göz yumulur? Gerçi alışmış olmamız lazımdı sanki Soma faciasında göçük önünde selfie çektiren gazetecimsilerimiz var bizim.
Sonuç olarak şayet arzu edilirse –ki edildiğini sanmıyorum- az hasarlı, can kayıplarının minimuma indiği, doğasıyla, afetleriyle yaşamayı başarmış, geçmişinden ders çıkaran, işinin ehli uzmanlarca yönetilen başka bir ülkede yaşamak da mümkün.
Doğa değil; ihmal, kriz yönetememe, doğanın bağrına onarılmaz hasarlar vermek öldürür. Bilime sırtını dönmek öldürür. İnsan hayatını hiçe saymak öldürür. Basiretli yönetenleri seçmemek öldürür.
