KIBRIS’I BİR KIBRISLIYLA KONUŞMAK: SİNAN DİRLİK

Sosyal medyadan tanıştığım, tanıştığım andan itibaren de sıcaklığından, arkadaşlığından hele de paylaşımlarından çok keyif aldığım, sık sık da tabiri caizse “bulaştığım”, görmediğimde de özellikle gizli gizli de olsa “stalkladığım/sayfasını gezdiğim”, güzel insanlardan birini tanımanızı istedim.

Sinan’ım, Sinan Dirlik tanıyan herkesin çok haz alacağı samimi, sıcak, espritüel, keyifli bir adamdır. Sinan, biraz da “Nerede kalmıştık?”, türevi dosttur, arkadaştır. Araya fiziksel mesafelerin, ayrılıkların girmesinin önemi yoktur, konu Sinan’sa. Hep sıcaklığını hissedersiniz. Sanki hiç ayrılmamışsınızdır, sanki az önce berabermişsiniz…

Dost, dostluk lafının en çok yakıştığı insanlardan birisini, sizlerde tanıyın istedim. Hele de Kıbrıs yeniden tüm sıcaklığıyla gündemimizdeyken; en doğru ve de tarafsız gözlem için, Sinan’dan doğru adres olamazdı. Kendi adıma öyle, en azından…

Biraz uzunca bir sohbet oldu. Dilerim, sizlerde çok keyif alarak okuyacak olasınız. Uzun olduğu konusunda, Sinan’da hem fikirdi. Dilersem kısaltabileceğimi de vurguladı. Net ve derinden ifadelerini kısaltmam mümkün değildi. Hatta, son sorudaki cevabına bile dokunmadım… Hoş, özel isteğiydi de ona dokunmamam. Biraz, dostun dostu “pohpohlaması” gibi algılanırsa da öyle değil. Dokunursam veya çıkarırsam, “çıngar” çıkarmasından ‘kormakmadım da değil hani… Sinan’ın üstüne de yıktımsa, başlayalım isterseniz…

  • Hoş geldin, kabul ettin. Çok teşekkür ederim öncelikle. Sinan Dirlik kimdir, sizi tanımayanlar için?

Hoş buldum, estağfurullah, sen sorarsın da cevap vermez miyim? Tanımayanlar için pek kayıp olduğunu sanmam ama, 4 yıldır Lefkoşa’da yaşayan bir İstanbulluyum. 2003 ten beri Kıbrıs’la yakın temas içerisinde oldum. Zaman içerisinde Ada’ya olan sevgim ve bağım artarken doğup büyüdüğüm İstanbul’la ilişkimin aşktan nefret fazına doğru ilerlediğini fark edince şimdilik çıpayı Kıbrıs’a attım… Doğu Akdeniz Üniversitesi Eğitim Fakültesinde ‘Etkili İletişim’, ‘Topluma Hizmet Uygulamaları’ ve ‘Bilim Tarihi’ derslerini veriyor, Türkiye’deki bazı kuruluşlara danışmanlık yapıyorum.

  • Kıbrıslı olarak, bu soruyu en iyi sen cevaplarsın. Ön bahçenizde durum nedir?

Çoğu insan beni Kıbrıslı sanıyor ama değilim. Sanırım uzun yıllar Kıbrıs’ın en güçlü gazetelerine yazılar yazmam, sosyal ağlarda da Kıbrıs’a odaklı bilgiler paylaşmamdan ve nihayet son 4 yıldır da Kıbrıs’ta yaşıyor olmamdan kaynaklanıyor bu kanı. Kıbrıs, ilk geldiğim 2003 ten bu yana bağlandığım ve yıllar içerisinde bağımın arttığı bir ülke.

Yaralı, bölünmüş bir Ada. Sevgili Neşe Yaşın, ünlü şiirinde Kıbrıs için ‘yurdunu sevmeliymiş insan/ öyle diyor hep babam/ benim yurdum ikiye bölünmüş ortasından/ hangi yarısını sevmeli insan?’ sorusunu bir tokat gibi çarpar yüzümüze. Ben de ‘Anakaralı’ biri olarak kuzeyi ile pek az bölümünü görebildiğim güneyi ile, tanıdıkça çok iyi arkadaş olduğum Kıbrıslı Türkleri ve Rumları ile bir bütün olarak sevdim Ada’yı. Bahçem değil ama ‘evim’ dediğim Ada’da insanlar yorgun, kırgın. Neredeyse benim yaşım kadar süren ve kimsenin çözmek istemediği bir sorunun içerisinde sıkışıp kalmaktan yorgun düşmüşler. Bir sabah uyandıklarında kendilerini İngiliz’e kiralamış buldukları Osmanlı’dan da, kendilerini Misak-ı Milli sınırları dışında bırakıp arkasına bakmadan bağını koparmış Türkiye’den de, sömürgeleştirmiş İngiliz’den de, iki ucundan çekiştirip duran Yunanistan ve Türkiye milliyetçiliğinden de, bu ikisinin açıp yemyeşil adayı kan ve gözyaşına boyadıkları iç savaştan da yorgun düşmüşler.

Türkiye’ye olan sevgileri, Türkiye’nin onları İngiliz’e kiraladığında da Misak-ı Milli dışında bıraktığında da hiç azalmamış olan Kıbrıslı Türkler, Türkiyeli milliyetçi muhafazakarların gelip 400 yıldan fazladır yaşayıp kök saldıkları Ada’da kendilerine Türklük ve Müslümanlık pazarlamaya çalışmasından incinmişler. Türkiyeli siyasetçilerin, hem ‘sen bağımsız bir devlet, özgür bir halksın’ deyip hem de Kıbrıslı Türk siyasetini, kültürünü ipotek altına almaya, baskılayıp yönlendirmeye çalışmasına, Kıbrıslı Türklerin iradesine saygı göstermemesine öfkelenmişler… Ada’ya, nüfusun neredeyse 3 katı nüfus aktarıp o artan nüfusun ihtiyaçları gereği yapılması zorunlu harcamalar için verilen paranın başlarına kakılmasından, kendi üretim alanlarının yerinde boğulup ‘sen üretme ben sana bakarım’ diyen zihniyetin toplumu çürütmesinden, sürekli ‘anavatana bağlılıklarının’ sorgulanmasından kırılmışlar…

Rumlarla çözüm ve barış isteyenlerin, bizzat Rumlarla ticaretini katlayanlar tarafından ihanetle suçlanmasından acı duymuşlar… Bak geçtiğimiz haziran ayında Rum yönetimine ihracatı %234 arttığı açıklanan Türkiye, sırf küçücük adada barış içerisinde bir arada yaşamak istedikleri için insanları ihanetle suçladı… Kıbrıslı Rum sporcularla üstelik Türkiye’de veya Kıbrıs ‘Rum Kesiminde’ müsabaka yapabilen, buna karşılık hiçbir Kıbrıslı Türk takımı ile idman maçı bile yapmayı göze alamayan ‘Anavatan’ böyle kırıp döktü Ada’yı… Durum ne diye sormuştun ya… İşte benim bir süredir misafiri olduğum  evdeki ruh hali böyle.

SAHİ, BİZ NE HİSSEDİYORUZ BU KONUDA?

  • “Yavru Vatan” söylemi, Kıbrıslılara nasıl hissettiriyor?

Türkiye kendisini Türkçe konuşan dünyanın merkezine koymayı seviyor. Azerbaycan için de böyle, Kuzey Kıbrıs için de böyle… Ama kimse kimsenin yavrusu olmak istemiyor. Hele ki Türkiye, kurulduğu 1983’ten beri tüm dünyaya KKTC adlı devletin ‘bağımsız’ ve ‘özgür’, dolayısı ile eşit haklı olması, kimsenin ‘yavrusu’ olmaması beklenen bir yapının varlığını kabul ettirme iddiasındayken. Kıbrıslılardan çok biz Türkiyelilerin yanıtlaması gerekiyor bu soruyu. Kıbrıs, KKTC bizim için nedir? Türkiye 1960’ta kurulan ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ nin garantörüdür. Adaya askeri müdahalesini de tam da Kıbrıs Cumhuriyeti garantörlüğüne dayanarak yapmıştı.

Siz Kıbrıs Cumhuriyeti’ni bölüp, Ada’nın kuzeyinde bir devlet kurdurduğunuzda, garantörlük haklarınızı da sorgulatmış olursunuz. Korumakla sorumlu olduğunuz bir arazinin yarısına kendiniz için ev yapmak gibi düşünün bunu. Oysa hangi gerekçe ile müdahale etmiştiniz Ada’ya? Demiştiniz ki ‘ben Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının korunması, Kıbrıslı Türk ve Rumların barış içerisinde yeniden bir arada yaşayacağı düzenin tesisi için müdahale ediyorum’. Bunu 1974’te söylemiştiniz. 1983’te kurulan KKTC ile ilişkiler de son derece ‘bulanık’ ve ‘kuşkulu’… BM kararları, BM üyesi hiçbir ülkenin Kıbrıs’ın Kuzeyinde kurulacak bir yapıyı ‘resmen’ tanımasını imkânsız kılıyor. Türkiye KKTC’yi dünyada tanıyan ilk ve tek ülke olma iddiasında. TBMM’nin, KKTC’yi resmen tanıdığına dair resmi bir belge var mı ortalıkta? Ben bulamadım, bulmayı ve gururla dünyanın karşısına çıkıp gösterebilmeyi çok isterdim doğrusu…

Peki ‘resmen tanıdığımızı’ söylediğimiz KKTC’nin bir futbol takımı ile herhangi bir TC takımı en basit bir idman maçını bile yapamazken, ‘tanımadığımızı’ söylediğimiz Kıbrıs Rum Yönetimi takımları ile uluslararası müsabakalara katılıyor muyuz? Evet. Türkiye’deki uluslararası organizasyonlarda KKTC bayrağı dalgalandırılamazken, Kıbrıs Cumhuriyeti (Rum Yönetimi) bayrağı dalgalanıyor mu? Evet. Kıbrıslı Türk barış severleri, çözüm istedikleri için ihanetle suçlarken Kıbrıs Cumhuriyeti (Rum Yönetimi) ile Türkiye’nin ticareti katlanarak büyüyor mu? Evet. Misak-ı Milli dışında bırakılmalarına, İngiliz idaresi altında olmalarına rağmen hiç kimsenin zorlamamasına, hatta İngiliz yönetiminin şiddetli itirazlarına direnerek kılık kıyafetten, harf devrimine Türkiye Cumhuriyeti devrimlerinin tamamını Türkiye ile aynı anda uygulamaya sokan Kıbrıslı Türklerin Türklükleri, dindarlıkları sürekli sorgulanıyor mu Türkiye tarafından? Evet. Bakın ben hiçbir Türkiyeli arkadaşımın tek bir Kıbrıslı Türk futbol takımının adını söyleyemeyeceğini bilirim ama Kıbrıslı Türkler fanatik Fenerbahçelidir, Galatasaraylıdır, Beşiktaşlıdır… Hatta fanatik Trabzonsporlu Kıbrıslı Türk gençler tanıyorum… Bence asıl Türkiyelilere sormak gerek… Sahi, biz ne hissediyoruz bu konuda?

  • Sen Güneyi de bilen biri olarak, Güney Kıbrıs’tan  bakan için ,         nasıl algılanıyorsunuz ?

Güneyi fazla bildiğimi söyleyemem ama Rum basınını takip ediyorum, çok iyi görüştüğümüz Kıbrıslı Rum arkadaşlarım var. Onlar açısından da durum çok farklı değil. Onların resmî ideolojisi, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ‘ayrılıkçı bir yapı’ tarafından bölündüğünü söylüyor. Çok sohbet ediyorum bu konuda, anlamak istediğim için. Rum yönetimi ‘bizim Kıbrıslı Türk yurttaşlarımızla sorunumuz yok, Kıbrıslı Türk ayrılıkçılığı ile sorunumuz var’ iddiasını ileri sürüyor. Rum tarafında nüfus 1 milyon 200 bin… Türk tarafında nüfus 300 bin… Rum resmî ideolojisi, ‘çoğunluk’ olarak adanın, devletin sahibi olduklarını, ‘dilerlerse’ Kıbrıslı Türklerin ‘üniter yapı içerisinde’ yurttaşlık haklarına sahip olacaklarını söylüyor. Rum toplumunun ezici bölümü resmî ideolojinin etkisi altında. Rumlar arasında da ‘federalistler’ var ve Kıbrıslı Türklerle ‘eşit haklı, federal bir yapı içerisinde’ yaşamayı savunuyorlar. Kıbrıslı Türklerin de Rum faşistler tarafından katledildiklerini ve bununla bir yüzleşme yaşanması gerektiğini söylüyor, Kıbrıslı Türklerle ortak etkinliklerde boy gösteriyorlar… Ve tahmin edeceğin gibi  onlar da o tarafın ‘hainleri’ olarak yaftalanıyorlar… Tanıdık geliyor mu bu size?

  • Kıbrıs, “Türkiyelileş(tiril)iyor mu? “

Türkiye tüm coğrafi, kültürel, etnik zenginliğine rağmen nasıl tek tipleştiriliyorsa Kıbrıs’ta da durum bu. Tek tipleştirilmeye çalışılıyor Kıbrıs… Güneyde Rumlar, Kuzeyde Türkiye’yi yönetenler tarafından… Ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel bir tek tipleştirme operasyonu bu… Kıbrıslı Türklerin aynı anda hem Rumlara hem Türkiye’ye karşı bir ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel  var oluş mücadelesi vermek zorunda kalması çok ağır bir trajedi.

Seküler bir toplumdur Kıbrıslı Türkler. Barışçıl bir toplumdur. Demokratik gelenekleri güçlü bir toplumdur. Farklılıklara ‘karışmaksızın’, onlarla hemhal olmaksızın tahammül edebilen bir toplumdur. Camiler dolup taşmaz ama herkes inancını özel alanında dilediği gibi yaşar. Ramazan orucunu da tutar, Muharrem orucunu da. Cenazeden cenazeye, bayramdan bayrama camiye giden bir topluma, kendisine fazlasıyla yeter sayıda camisi varken tutup devasa bir cami dikerek, imam hatip ‘koleji’ açarak ‘yeterince Müslüman olmadığını’ ima ederseniz sadece kalp kırıklığı elde edersiniz. 1974 öncesi nüfus 80 binlerde iken, nüfus 300 bini aşmışsa, kör gözüm parmağına nüfus aktarmış, aktarmaya devam ediyorsanız, Rum’un azınlığı olan Kıbrıslı Türkleri bir de Türkiyelilerin azınlığı haline getirmeye kalkışırsanız, insanları kırar, kaybedersiniz… Hemen bir parantez açayım… Kıbrıslı Türklerin de adanın kuzeyine gelen nüfusu ‘asimile edebilme’ fırsatı, şansı vardı bence ama onlar büyük ölçüde haklı bir korku ile içe kapanmayı, kültürlerini korumaya odaklanmayı tercih ettiler. Mikro milliyetçilik tehlikesi doğdu haliyle… Kıbrıslı Türkler bütün bu şartlarda mikro milliyetçilik geliştirmekte haksızlar mı diye sorulabilir… Bence milliyetçilik kötü bir ideolojidir. Hangi hali ile olursa olsun, hangi ‘haklılığa’ sığınırsa sığınsın…

  • Akıncı’nın “Türkiyeli üst düzeylerce uyarıldım “ açıklaması , kamuoyunda nasıl yankı buldu?

Gerginlik, kırgınlık, üzüntü, öfke… Seçim sonuçları ne olursa olsun, solcusundan sağcısına Kıbrıslı Türklerin önemli bir bölümü bu duygu içerisinde…

  • Mustafa Akıncı ne istiyor ya da neden “üst düzey Türk yöneticilerince”, karşı  tavır alınıyor ?

Seçim bitti, Sayın Akıncı (Önceki Cumhurbaşkanı) Kıbrıslı Türklerin yarısının oyunu aldı. Kıbrıslı Türklerin korku ile öfke arasına sıkıştırıldığı bir seçim süreciydi bu. Türkiye ile ilişkilerin politik bir mesele haline getirildiği bir seçim süreciydi. Elbette politik bir meseledir bu ancak Kıbrıslı Türkler Türkiye ile ilişkilerini masaya yatırıp enine boyuna tartışmak, iddia edildiği gibi ‘bağımsız, özgür bir KKTC var ise’ Türkiye’nin bu ‘devlet’ ile bu ‘devletin’ Türkiye ile ilişkilerini karşılıklı saygı ve eşitlik temelinde yeniden tanımlaması gerekliliğini konuşmak mümkün olmadı bu seçim sürecinde de. Türkiye’yi sevip sevmemek, Türkiye’ye ihanet edip etmemek, Türkiyecilik ya da Rumculuk gibi tuhaf, kimseye faydası olmayan, uzun vadede Türkiye’ye de Kıbrıslı Türklere de kaybettirecek bir tartışmayla yürütüldü kampanyalar. Bence kazananı olmayan bir seçim oldu. Ersin Tatar ‘Türkiye’nin desteği ile’ seçim kazanmış, üstelik bütün o güçlü desteğe rağmen zayıf bir oranla seçim kazanmış bir lider oldu… Türkiye uluslararası toplum nezdinde KKTC’yi bir ‘alt yönetim’ konumuna indirdi. Türkiye toplumu kendi siyasi meşrebine göre konuyu ‘Erdoğan’ın zaferi’ veya ‘Erdoğan’ın müdahalesi’ olarak okudu bu seçimleri. Kıbrıslı Türklerin yarısı Türkiye’den yana, yarısı Türkiye’ye karşı bir seçim mi yapmış oldu şimdi?

 Böyle bir algının Türkiye’ye ne faydası olabilir? Sayın Akıncı Türkiye’nin 1974’ten bu yana savunduğu tezler doğrultusunda Kıbrıslı Rumlarla müzakereden yana, Federasyondan yana bir tutum sergiledi. Dolayısı ile Türkiye’nin buna itiraz edebileceği bir nokta yok. Ama Sayın Akıncı Kıbrıslı Türklerin siyasi iradesine saygı gösterilmesi, Türkiye ile karşılıklı saygıya dayalı, haysiyetli bir ilişki kurulmasını da istedi. İşte bu nokta Türkiye’deki devlet-i Ali’yi rahatsız etmiş olmalı. Ama bakın ilginç olan ve hiç konuşulmayan nokta şu ki, Türkiye’de Erdoğan muhalifleri de bu konuda Erdoğan’dan, Türkiye’yi yöneten akıldan farklı düşünmüyor. İstisnasız hiçbir parti, hiçbir örgüt Kıbrıs sorununa ilişkin derinlikli bir politikaya, Kıbrıslı Türkler ile ilişkileri sorgulayan akılcı bir yaklaşıma sahip değil. Bu nedenledir ki Kıbrıs Türk Solu yalnızlaştırıldı, Türkiye’de ortak bir dil kurabilecekleri herhangi bir parti ya da örgüt bulamadı. AKP’nin karşısındaki en güçlü muhalefet partisi olan CHP’nin Kıbrıs ve Kıbrıslı Türklere ilişkin politika ve söylemleri ile AKP- MHP çizgisinin söylem ve politikaları arasında bir fark göremezsiniz… Devletin ‘Ali çıkarları’ mevzubahis olduğunda, bütün partiler aynı hatta hizalanıyorlar. Ama Türkiye’nin gerçek ve uzun vadeli çıkarları nerededir? Bunu sorgulamak gerekir… Bir de şuna karar verilmeli artık: Kıbrıs Türkiye için stratejik bir ilgi alanı mıdır yoksa hamasetten dillendirildiği gibi mesele Kıbrıslı Türkler midir? Stratejik ilgi alanı ise eyvah! Çünkü strateji, ‘yeri geldiğinde’ Kıbrıslı Türkleri feda etmeyi de gerektirebilir…

  • Şu an ana gündeminiz seçimlerdi. Sizce, yakın zamanda KKTC’yi neler bekliyor?

Aslına bakarsanız hiçbir şey değişmeyecek ama çok şey değişecek… KKTC’nin Türkiye’ye bağımlılığı artarak devam edecek. Türkiye, Kıbrıslı Türkleri Türkleştirme/ İslamlaştırma (Bunu elbette Sünnileştirme olarak okumak gerek) politikalarını dozu artmış biçimde sürdürecek. Kıbrıslı Türklerin, Rumlar karşısında en fazla ihtiyaçları olan ‘sürdürülebilir ekonomik yeterlilik’ kazanmaları mümkün olmayacak. Türkiye bir yandan Kıbrıslı Türklerin ekonomik, sosyal gelişimini baskılayacak, öbür yandan ‘sizi biz besliyoruz’ demeye devam edecek.

Kıbrıslı Türkler arasındaki kutuplaşma, bölünmüşlük artarak devam edecek. Kıbrıslı Türk mikro milliyetçiliği radikalleşmeye doğru evrilecek. AKP rejiminin Türkiye’deki taktiği bu zaten. Kürtleri marjinalize edip, radikalleştirme çabasının benzerini Kıbrıslı Türkler üzerinde de uyguluyor AKP. Kıbrıslı Türklerin ‘akılcı’ hareket eden unsurlarının sesi hızla kesilirken, toplum milliyetçilik ekseninde kutuplaştırılıyor… Kıbrıslı Türk siyaseti daha da parçalanacak ve güçlü hükümetler kurulabilme imkânı ortadan kalkacak. Ben Başkanlık sisteminin zorlanacağını düşünüyorum. Siyasetin iyice parçalandığı ‘koşullar olgunlaşınca’ Başkanlık rejimi Kıbrıslı Türklere dayatılacak. Ekonomik olarak Türkiye gücünü ve baskısını daha fazla hissettirecek. Müzakere süreci zora girecek ve Türkiye’nin uluslararası toplumdaki tecridine bir de Kıbrıs’taki son gelişmeler eklenecek. Adayı zor, çok daha zor günler bekliyor diyebilirim.

NE OLACAKSA BİR AN ÖNCE OLSUN…

  • Kuzey Kıbrıs halkının adanın bütünleşmesine dair beklentileri , fikirleri  neler ?

O umutlar hızla tükeniyor. Toplum artık ‘ne olacaksa bir an önce olsun’ düşüncesinde. Bıkkınlık ve yılgınlık hâkim oluyor ki bence Kıbrıslı Türklerin toplum olarak sonu asıl şimdi geliyor… ‘Rum’a yama olmak’ ile ‘Türkiye’nin bir vilayeti olmak’ arasında üçüncü bir yol vardı oysa… Kıbrıslı Türklerin güçlü ekonomik, sosyal bir yapı ile var olabilmeleri… O umutlar bence tükendi artık.

  • Youtuber da oldun Sinan ‘cığım, hayırlı olsun yeniden. Nasıl gidiyor?

Hayır hayır, klasik anlamda bir Youtuber olduğum söylenemez. Buna ciddi ciddi emek harcayanlara saygısızlık olur bu. Ben kendime insanlarla konuşabileceğim yeni bir alan açtım sadece. Gündemin peşine takılmamaya çalışan, duymak istenilenlerin değil az konuşulanların konu edildiği bir yayın. Nisan’da başladım. Ağustos- Ekim arasında mola verdim. Şimdi yeni bir altyapı ile yeniden yola koyuluyorum. Küçük, samimi, kendi yolunda ilerleyecek, kendine özgü izleyici kitlesi olan bir yayında ısrarcı kalacağım😊

  • Youtube kanalında genel konseptin nedir? Nasıl bir fikirden doğdu?

Konuşulmayanlar, sesi az duyulanlar, manşette yer bulamayanlar… Bir başka deyişle, genele hitap etmeyen ne varsa benim kanalda var ve olmaya devam edecek. Hayatım boyunca sevdiğim inandığım şeyleri yapmaya çalıştım. Bunun bir lüks olduğunu biliyorum. Ama sınırlarını kendinizin belirlediği bir lüks bu. Zengin olmayı değil, özgür olmayı, ünlü olmayı değil özgün olmayı seçtim. En önemlisi de yastığa başımı koyduğumda vicdanımı rahatsız edecek, uykumu kaçıracak her şeyden kaçınmaya özen gösterdim.

Youtube kanalı tam da bu konsept üzerinden ilerliyor aslında. Tanımaktan mutluluk duyduğum ve herkesin tanımasını istediğim, tanımayı çok istediğim ve ben tanımaya çalışırken başkalarının da tanımasına yardım ettiğim insanlarla, gruplarla konuştuğum, konuşacağım bir kanal bu. Aslında bir araç. Bir iletişim aracı. Açık fikirli bir insanım, takılıp kalmam hiçbir araçta… o aracın kulu kölesi de olmam. Youtube kanalım çok izlensin diye değil beni ve benim merak ettiklerimi merak edenler için var. Şahane işleri büyük bir mütevazılıkla sürdürenleri tanımalarını istiyorum izleyenlerin. Çünkü bizim daha fazla gürültücü insanlara ihtiyacımız yok. Karınca misali sessizce ateşi söndürmeye çalışanlar kıymetli asıl. Ateşe odun taşıyanlar değil… Ben o karıncaları bulup tanımaya çalışıyorum sadece…

  • Yoğun bir tempon var. Bunca şeye nasıl fırsat buluyorsun desem?

Bilakis tembellik hakkını kullanan bir insanım. Derdiniz çok kazanmak değil de yeterince kazanmak olunca, hele ki o yeterince kazanmanın içinde yüz kızartıcı bir şatafat hayali olmayınca tembellik hakkınızı bol bol kullanacağınız bir hayat kendiliğinden geliyor. Yarım asrı devirmiş biri olarak kalan ömrümün ne kadar olduğunu bilmiyorum. Bildiğim şey, bir bu kadar daha yaşamayacağım. Kendimi parçalamadan, kalan ömrüme sığdırabileceğim kadar keyifli işi sığdırmak, o hayatın sonunda şairin dediği gibi ‘üstü kalsın’ dememe de yetecek… Uzun yıllardır hiç okumadığım kadar fazla kitap okuduğum, hiç izlemediğim kadar film, hiç dinlemediğim kadar müzik dinleme fırsatını bulduğum bir dönemdeyim.

Çok ama çok sevdiğim öğrencilerim var ve onlarla iletişimim dersle sınırlı değil. Hepsinde telefonum mailim kayıtlıdır ve her biri bilirler ki ‘Sinan Hoca gece 03.00- 07.30’ saatleri dışında kalan zamanda telefonumuza da mailimize de en geç 15 dakika içerisinde döner… Gençlere öğretebileceğim hiçbir şey olduğunu düşünmüyorum, öğretmeye de yeltenmiyorum. Ama onlarla deneyim paylaşmayı seviyorum. Ailemi, dostlarımı önemsiyorum. Günün bir bölümü mutlaka onlarla paylaşılmak zorunda benim için. Farkındaysan hepsi ‘hayat’ aslında… Fırsat bulunmaz hayat için… Hayat yaşanır Ecem…

  • Çok teşekkür ederim. Senin eklemek istediğin son sözün var mı? Eksik bulduğun ya da özellikle belirtmek istediğin bir şey/ler?

Seni, duruşunu, yaptıklarını çok önemsiyorum. Senin paylaştıklarını, yazdıklarını okumayı seviyor ve bundan da zenginleşiyorum. Bence hepimiz sana teşekkür etmeli, senin gibi insanların varlığına şükretmeli, senin gibi insanların çoğalmasını ümit etmeliyiz. Ne demek senin gibi insanlar? Kendini inşa eden, kendini yaratan, üstelik bunu çok sade, çok zarif, çok şık bir paketle sunan insanlar… Seni selamlıyorum😊

DOSTU AĞIRLAMAK…

 Sevgili Sinan’ımla, keyifli olduğu kadar, doyurucu da bir söyleşmeydi.  Sinan’ı yakından tanırken, ‘Yavru Vatan’ı, Kıbrıs’ın  gündemini, bölük pörçük bilgilerimin gerçeğini de öğrenme fırsatım oldu… Benimde, Sinan’a dair yeni öğrendiğim şeyler oldu. Misal, ben de hep Kıbrıslı sanıyordum. Soruş şeklimden de yakalamışsınızdır zati. Oysa, gönlü oradaysa, Kıbrıslı demek lazım gelir galiba…

Çevremde kıymetlim dediğim dostlarımı, arkadaşlarımı sizlere de tanıtmak, uzmanlıkları, alanları konusunda görüşleriyle hayatlarınıza dahil etmekten keyif alıyorum. Ara ara yapıyor, yapmaya özen de gösteriyorum.

Sınırların, ayrılıkların, ayrışmaların olmadığı, “insan” üst kimliğinde; huzur ve barış içerisinde yaşanılabilen, Dünya vatandaşlığının hüküm süreceği, mutlu gelecek özlemiyle…

Sinan öznelinde Kıbrıs’a dair, belki farklı bakış açısı, belki net bir mercekten bakmak fırsatı yakalayabilmenizi de umarak, keyifli söyleşinin son cümlesine ulaştık.

Sinan’ın önemli deyişi vardır. Bilenler bilir, her gece iyi geceler mesajında “Yaptıklarımızdan, ettiklerimizden daha az, sustuklarımızdan, görmezden geldiklerimizden çokça utanacağımız” günlere, geleceğe…  

Bir Cevap Yazın