KESTANE KEBAP

Güçlülüğünü pişkinlikten alan, hoyrat, nobran, çirkin gerçekliğin parçası insanlarla dolu hayatımız. Öyle az buz da değiller… Kof özgüven yüklü, ülke dinamiklerini iyi okuyan, her dem “arkalanacaklarını” bilmenin huzuruyla; azdıkça azan, çoğunluğu erkek bir güruh tarafından rehin alındık. Çıkışın nerede olduğunu aramaktayız, el yordamıyla.

“Çüklerini ulu orta gösterme seremonisiyle” hayata başlayan; gözlerini açtıkları dünyada “erk” olmaları yolunda önleri açılan, her yaptıkları reva/el kiri olarak hak sunulan, baskın, ezici, erkek hükümranlığı, erkeklik dünyası, erk’ekleşenlerin dünyası.

Yaptıkları hiçbir şey için pişmanlık duymayan, hesabını vermeyen/ sorulmayan, ellerindeki kırbacıyla ensemizde boza pişirenlerin dünyası…

ERK’EKLİĞİN KODLARI

Eşini aldattığı yönünde ithamlar için, canlı yayına bağlanan bir zat: “Öncelikle kestane balının diyarı Zonguldak’tan, tüm dünyaya selamlar” diye söze başlayabiliyor, zerre yüzü kızarmadan…

Bu artık kadın erkek, aldatma, iddianın da ötesinde bir durum. Bu: erkek olmanın, yapsa da yapmasa da kendini “ayrıcalıklı” görmenin, dokunulmazlık zırhını bilmenin huzuru, mutluluğu, krallığını ilanın resmi…

Yeşilçam’ın yatakta sekreteriyle basılıp; sonuna kadar inkârı seçen, gözlerimizden şüphe ettiren hovarda, maço, her birimizin yanında yöresindeki babası, amcası, dayısı, komşusu… Nice kadının ezilmişliği, çaresizliği, örselenen ruhu…

O adam; her ne yaparsa yapsın, hesabını vermeyen, zerre suçluluk duymayan, gerektiğinde “şapkasını alıp giden”; defalarca yine de kürkçü dükkanına dönen siyasetçi…  

O; holiganlık, tarafgirlik, kıyısından köşesinden suça bulaşmak, tereyağından sıyrılan kıl. Verdiği oyla, ipotek ettiği geleceğimizin suçundan sıyrılmak için; sokakta bize parmak sallayan, “Çıkar telefonunu” diyen…

Öldürdüğü kadın için, SEGBİS’le bağlandığı mahkemeye: “Lütfen camı kapatır mısınız? Benim için katil diye slogan atıyorlar” diyen adamın rahatlığı…

Millet açlıktan kırılırken; “Ayda 2 kilo değil de yarım kilo et yeriz, Domatesi kiloyla değil de 2 tane alırız…” diyen il başkanının, varaklı sarayından verdiği röportajında “hoşaf” güzellemesi yapan belediye başkanının, “soğan ekmek yeriz” diyen milletvekilinin de o adam olmadığını, kim söyleyebilir ki?

Bilinçaltında hissettiği ezilmişliği inkara soyunan; torunu sandığımız, kızı çıkan çocuğa tecavüz edip öldüren mahlukata söz söyleyemeyip; sadece biçare anneye, gelinine nefret kusan kadın aymazlığını, o adamdan ayrı tutabilir miyiz?

Kadın olmanın; sinmeye, ölüme, yok sayılmaya, başına ne gelirse gelsin susmaya mecbur kalmak olduğunu, ülke kadınlarından bilmeyen var mı ki?

Kim bilir, bu satırları okuyan kaç kadın neye sustu, hangi nedenlerle sustu? Kadının bunu bilmemesi mümkün mü? Konuşma cesareti bulursa, hemcinslerinin de yaftalayacağını bilmek mi, belki de önüne ketler koydu ki?

Rıza varsa, sessizlik suçsa; o çadırın içinde başkaları da vardı. Koca, kayınvalide, çocuklar, komşular onlar da mı hiç duymadılar, şüphelenmediler? Susmadıklarını, göz yummadıklarını, sinmediklerini nasıl bileceğiz? “Kutsal Aile” adına kaç kırılan kolun, alınan canın sümen altı edildiğinden emin miyiz?

İktidar partisinin en genç vekilelerinden olan, genç bir kadınının: “SSK’yı kim batırdı @kilicdarogluk bey?  +Öncelikle kestane balının diyarı Zonguldak’tan tüm dünyaya selamlar” diye attığı twette, bu pişkinlik yok mudur?

Kendisinin vekilliği döneminde, hiçbir soru önergesinde imzası olmaması bile; bu pişkinliğinde yüzünü kızartmamış maşallah… Çünkü; aymazlık güçle, iktidarla, hesap vermeyeceğini bilmekle de ilişik… Belki de vekillik; sadece maaş alınan iştir de biz bilmiyoruzdur…

BİZ, O YÜZÜ TANIYORUZ…

“Dolar 15-20 olacağıdı ya” pişkinliği, işte o yüz!

“Biz arkadaşlarla kokain çeker gibi yapıyorduk. O aslında pudra şekeriydi” diyebilme, mahkemeye yalan söyleme rahatlığı…

“Evet, işkencenin gerektiği anlar vardır… Ben o kadarını yapmadım…” Eski bir işkencecinin, rahatça aymazlığının arkasındaki, o yüz…

Madenciyi yerlerde tekmeleyip, “ayağım incindi “diye dava açan adamda o…  Daha da olmadı; “düğmem koptu”, “tırnağım kırıldı” diye, bizlere dava açan polis pişkinliğidir, o suratın arkasındaki…

İşlenen her suçta; arkasına saklanılan bayrak, vatan millet Sakarya edebiyatında da bu aymazlık, iktidar olma/yakın olma rahatlığı yok mu?

Bırakın aldatmayı, en ağır cinayetlerde bile hangi koca, hangi erkek hak ettiği cezayı almış ki? Bu bilincin rahatlığı değil midir; o pişkinlik, yüzdeki sırıtış, genişlik…

Yeni türemeyen ama; son yıllarda iyice azan, sırtı sıvazlanan, yaptığı, söylediği her şey yanına kâr kalan, yanmaz yapışmaz teflon tava modelli erkeklik, insanlık tarafından kör bıçaklarla böğürlerimiz delinmekte, dahası ölmüşten beter hale de gelmekteyiz her günde de…

Öncelikle kestane balının diyarı, Zonguldak’tan tüm dünyaya selamlar… (Dermişim!)

Bir Cevap Yazın