KADINLAR UNUTMAYACAK

Binlerce insanın emeğini, kadınların mücadelesini iç etmeniz tarihe kara bir leke olarak geçti. Hoş, bu sizlerin çok da umurunda değil… Böyle diye kadınların susacağı, biat kültürünüzün parçası olacağını düşünmek de sizin hatanız olur, bu da böylece biline…
Takiye kültürünüz, gerektiğinde herkesi gözünü boyamaktaki hüneriniz şapka çıkarılası; ona da amenna. Süregelen saltanat için verilemeyecek tavizlerinizin olmayışı, ekmeği bitince sert “U” dönüşleriniz de bilinmedik değil; ne pahasına, kimlerin kanına mâl olursa olsun…
Aile içi şiddet ve şiddeti önlemedeki yükümlülüklerinizi yerine getirmemenizden kaynaklı, AİHM’den ceza üstüne cezalar yediğiniz; Nahide Opuz davasında, suçlu bulunmanızı aklamak adına; kamuoyunda İstanbul Sözleşmesi deolarak bilinen, sözleşmenin ön açıcısı, ilk imzalayıcısı olmanız, AB ilişkilerinizi yoluna koyma çabası ve iç kamuoyu için de zekice gündemi oyalama ve de zaman kazanmaydı.

Samimiyetsizliğiniz tartışılmaz, sözleşmeden beri azalmayan kadına karşı suçlardan da gördüğümüz gibi… Yasalarda işlerlik kazandırmayıp; bunu da çıkma gerekçelerinden birine çevirdiniz. Aslının öyle olmadığını; eriyen oylarınız, muhafazakâr seçmeni elde tutmak, hatta yeni ittifaklar için, sözleşme prangaydı, elbette siz daha iyi biliyorsunuz…
OYUNLARINIZ İŞE YARAMADI…
Sığınmacısından çocuğa, aile içi şiddetten toplumsal cinsiyete, kadın+’lardan “cinsiyet kimlik” ibaresiyle lgbti+lara kadar her kesimi koruyacak bir beyannameydi. Açıkçası; bu kadar gelişmiş bir belge, size ve hatta bu toprakların genlerine fazlaydı, bu da su götürmez…
Nasılsa saltanat kayığını sağlama bağladık, canımız ne isterse yaparız rahatlığındasınız. Aslında rahatlıktan da öte; varlığınızı sürdürmek için düşmana, çatışmaya, kutuplaşmaya ihtiyacınız var.
Bir de diş geçiremediğiniz ne varsa, diş bileme huyunuz. Tıpkı Kadın+’lar ve LGBTİ+’lar gibi. OHAL’inizde bile sokaktan koparamadığınız, gün geçtikçe de kenetlenen, büyüyen bir mücadele içten içe titretiyor, uykularınızı kaçırıyordu…
Bir taşla iki kuş hesabıyla hem sözleşmeden çekildiniz hem de çekilme gerekçenizi de “aile yapısını korumak”, “genel ahlaka sahip çıkmak”, “lgbti’li sapkınları engellemek” gibi; abes savlarla satmaya çalıştınız… Gittikçe iç içe geçen kadın+’lar ve lgbti+’lar mücadelesini bölme, araya düşmanlık sokarak; dahası tarafların birbirini ötelemesini, düşmanlaştırması arzunuz tutmadı, tutmayacak… Gün geçtikçe de sarmaşık dalları gibi daha da kenetlenip, ayrılmaz bütüne dönüştüler oysa.
Katillerin, tecavüzcülerin, fobiklerin, türcülerin aynı genleri taşıdıklarını; birine yeltenin, diğerleri içinde yatkın olduğunu biz kadın+’lar, lgbti+’lar çok iyi bilmekteyiz.

Düşmanımızın erk’ekdaşlık konforuyla rahat hareket edebildiğini iyice ezberlediğimiz gibi…
Bir yandan konu kadınlara karşı suçlar olunca sırt sıvazlamaktan geri durmazken, öte taraftan katillere “Adın ne abiciğim” çekmektesiniz…
Yeter ki kadın+’lar ve lgbti+’lardan kurtulabilme fırsatı doğsun, düşman bellediklerinizin üzerine korku salmanın önü açılsın…
SOKAKLAR BİZİM! TA Kİ HAKKIMIZI ALANA KADAR…
Özellikle haziran başından beri, sokakta olan kadın+’lar ve lgbti+’lar güçlenmekle beraber; bir gece ansızın çaldığınız haklarına sessiz kalmayacaklar. Öfke çığ gibi büyümekte!
Korku ve nefretiniz öyle büyük ki, 3-5 kadının bile bir arada olmasına tahammül edemiyor, şehrin tüm polislerini yığmaktan geri durmuyorsunuz… Suçunuzu biliyorsunuz çünkü!
Gerek fiziksel gerek psikolojik şiddetiniz günden güne artmakta. Özellikle de lgbti+lara karşı. Onları alanlardan, sokaktan koparmak için yapamayacağınız hiçbir şey yok…
Tıpkı 4 Temmuz’da Kadıköy’de olduğu gibi. “İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz” demek için bir araya gelen kitlenin içine; gökkuşağı bayraklarını, içinde lgbti hakları geçen dövizleri sokmama çabanızda olduğu gibi… Sonuç almadınız, o da başka bir gerçeklik.

Neredeyse zibilyon tane polis arasında, yine de etkinlik ve eylem gerçekleşti. Üstelik de lgbti+’lar ve gökkuşağı bayraklarıyla beraber… Demiştik; varız, her yerdeyiz.
LGBTİQ+lar Meclisleri başta olmak üzere, birçok cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinden insanların katılımı, hiç de azımsanamayacak çoğunluktaydı. Tüm kimlikleriyle, renkleriyle, öfkeleriyle alanda yerlerini almakla beraber; bütün direngenlerinde omuzdaşlığıyla karşılandılar.
“Biliyor musunuz; gökkuşağı bayraklarını ve pankartlarımızı, dövizlerimizi alana almak istemediler “diye sözlerine başladı; LGBTİQ+’lar Meclisleri adına söz alan Ilgın Gürses.
Devamında:” İstanbul Sözleşmesi’nden hukuksuzca, anayasaya aykırı bir şekilde çıkmaya çalışıyorlar. Kadınların tepkisini görünce hemen yandaşları çıkıyor “biz bunu içinde lgbti’ ler var diye kaldırdık” diyor… Şiddeti engellemek üzere oluşturulmuş bir sözleşmeyi kaldırdık; çünkü, lgbti+ları da kapsıyordu diyorlar.”
“Bunun anlamı ne biliyor musunuz? Bunun anlamı lgbti+’lar şiddet de görse, öldürülse de bizim umurumuzda değil. Gerçekten söylemek istedikleri şey bu. Hayatlarımız üzerinden prim elde etmeye çalışıyorlar.”
6. ayını bulan Boğaziçi Direnişinin başından beri hız kesmeyen fobik ve nefret suçlarını, Onur Haftası’nda devletin katmerlenen şiddetini, şiddetle kendi meclislerinden de çoğu kişinin gözaltına alındığını haykırdı Ilgın.
“Toplumsal Cinsiyet yazıyor diye, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıyorlar. Çünkü, anayasadaki “ayrımcılık uygulanamaz” maddesine; “cinsiyet kimliği” ve “cinsel yönelimi” de eklemek zorunda kalmaktan korkuyorlar… Ama; koyacaklar isteseler de istemeseler de. Anayasadaki din, dil, ırkı ne olursa olsun, “kanun önünde herkes eşittir” maddesinin yanına; cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi de ekleteceğiz…”

Nisan ortalarından beri varlığını sürdüren, öncesinde ve beraberinde de çoğu Kadın Meclislerinde de aktivizme devam eden; politik bilinci yüksek, yeni olmakla beraber Türkiye genelinde hızla da örgütlenmeye devam ediyor, Lgbtiq+lar Meclisleri.
Adlarını daha çok duyacağız. Bizlere de gökkuşağının altında; direniş ve başarı dolu günler dilemek düşer. Hele de böyle kritik günlerden geçerken, örgütlenen ve sokakta olan tüm kesimlere ihtiyaç varken…
Gene 4 Temmuz’a dönersek; açıklama ve eylem sonrası Kadıköy’ün tüm sokaklarında seslerini çoğaltan eylemcilere, polis psikolojik şiddetini sürdürdü…
Grupları küçültmeye çalışsa da pek de başarılı olduğu söylenemez. Mehmet Ayvalıtaş Parkı’na iki ayrı koldan girmeyi başaran, sayıları 40-50’yi bulmayan kitleyi bile çevrelediler.
Deyim yerinde ise, “adam başı 5 polis düşüyordu”, ona rağmen; kadın+’ların, lgbti+’ların söylecekleri sözlerine engel olamadılar. Korsan eylem görünümüne dönüşmesine, engel olunamadı…
Kadın+’ların, lgbti+’ların sözleri, son sözleri bitmedi, bitmeyecek… Eylemsellikleri dinmedi, şiddetle devam edecek…

Sanırım siz yönetenlerin de istediği bu galiba. 1 Temmuz tarihli yazımda da değinmiştim; tecavüz, taciz, kadına/çocuğa/lgbti+lara karşı suçlardan olan suçlar “katalog suçları” diye adlandırılıyor.
Meclisten yani geçen, 4. Yargı Paketi’nde de katalog suçlarında; “beyan yerine, ispat şartı” getirildi… Zati ispatlananlarda dahi cezasızlığa gidilirken; faillerin eli iyice güçlendirildi…
Tam olarak denmekte ki; tecavüze, tacize uğrayan başta çocuklar olmak üzere, herkes elinde kamerayla dolaşsın. İspat yoksa; yaşadıklarınızın hükmü de yok, belki de “rızanız vardı”, ben ne bileyim?!
Böyle bir kötülük, bile isteye yapılıyor! Çürüme hızlansın; gizli gündemleri “şeriat rejimine” geçmek için, zemin hazırlansın… Öleni, kalanı, çocukluğu, hayalleri çalınanı kim düşünür?
