İYİ NİYET TAŞLARI

Gün içerisinde bilinçli ya da bilinçsiz kullandığımız sözcükler birilerinin canının yanmasına veya dildeki, hayatın içindeki nefretin, cinsiyetçiliğin yeniden üretilmesine yol açmakta… Öylesine ağzımızdan çıkan veya yazdığımız, içinde “art niyet taşımayan” tümceler kalp kırmaya devam ederken, öte yandan da bitmez döngüye yol açmaktalar…

Biz değişmeden, dil değişmeden hayat da değişmiyor, kalıplar da yıkılamıyor… Öyle hepimizin gün içeresinde kullandığı, kimi zaman espri babında sarf ettiğimiz, bazılarımızında “sevgi sözcükleri arasına sıkıştırdığımız” masumane dediğimiz; öznesi olmanın neler hissettireceğini bilmediğimiz, sinsi kelimeler.

Empati Olmadan Değişim Olmaz

Sıklıkla Whatsapp yazışma gruplarımda önüme düşer, yazanları bilirim içlerinde nefret, ayrımcılık, ırkçılık vs. yoktur; ama bilmeden, istemsizce bir döngüyü beslerler.

Dile pelesenk olduğu için, günlük hayatın içerisinde öyle kullanıldığı için, belki bir çoğumuza cinsiyetçi veya ırkçı da gelmez; öylesine yerleşikler ki hayatımızda da o sebeple farkında dahi değiliz durumun…

Girişi bir anımla başlatayım. Taksicilerin çoğunu kaba, kırıcı, dillerini de biraz bayağı buluruz hepimiz. O sebeple; taksi yolculuklarında çok konuşmamaya, belirli konulara girmemeye de özen gösteririz, üstenci bir tutum sergilediğimizde çok olur… Neyse!

Bildiğim bir takside, trafiğin sıkışıklığıyla havadan sudan konuşurken, birde bitmez trafik çilesi falan derken; konu bayağı derinleşti…  Aksaray civarında ilerliyoruz, önümüzden akan insan çeşitliliğinin tarifi zor. Asyalı, Afrikalı, Türki Cumhuriyetleri’nden; hani neredeyse BM (Birleşmiş Milletler) oturumunda gibiydik de…

O sırada şoför, arabaya aldığı bir yolcuyla macerasını anlatıyor. Taksici “Siyahi bir aile bindi” derken, ben öylesine şaşkın ve dumura uğramış haldeydim; “sizi duyamadım, ne dediniz” diye yinelemesini istedim. Yine siyahi diye, söze başladı…

O an ki mutluluğum, şaşkınlığımla; sözünü kesip teşekkür ettim ve sebebini açıkladım. Evet, “Zenci” dememişti; oysa çevremde bunun ayrımında olmayan okumuş, iş güç sahibi, kimi akademik ne çok kişi vardı…

Her uyarıldığında da hemen savunuya geçip, “ama” o amaçla söylemedim, ırkçılık yapmak gibi gayem yok… mazeret dolu savunu halinde, durum kurtarmaya girişen ne çok insan var. Size masum gibi gelen bir söz, her ne sebeple veya şekilde kullanırsanız kullanın; aslında ırkçı, ırkçılık barındırmakta…

İletişim, doğru iletişim insanları yakınlaştırır veyahut tamamıyla koparır. Kullanılan dil, gösterilen özen önce kendine, sonrasında karşındaki kişiye; saygı ve değer ifade eder…

Orada taraflardan birinin, o sıfatın öznesi olup olmaması, birilerinin kırılıp kırılmaması mazeret, gerekçe değildir… Dile yerleşen, ummadık anlarda dilden dışarı çıkar. Bir daha ki sefer, belki yakınlarınızda siyahi biri olabilir, olmasına da gerek yok ayrıca…

Kendini bilmek, özenli davranmak için; ille de birilerinin kalbinin kırılmasına, incinmeye mi lüzum var ki? Saygılı olmak için, mutlak duyulmaya, görülmeye ihtiyaç mı var? Kendimiz o saygıyı hak etmiyor muyuz?

Birey olarak, kendi öz değerimiz yok mu, her şeyi başkaları için mi yaparız? Eğer öyleyse, bu durum iki yüzlülüğü barındırmaz mı?

İçimizdeki ilkeli, kötüyü “ayıplanmamak”, “kınananmamak” dahası; “kabul görmek için” mi gizliyoruz? Kimseler yokken, “biz” bu kadar mıyız? “Ben” dediğimiz şey, kocaman bir “hiç” mi?  Şayet öyleysek; kendi yüzümüze nasıl bakarız?

Üzgünüm Ama Hiçbirimiz Masum Değiliz

Hepimiz masumsak, iletişime, insana değer veriyor, öyle davranıyor ve de yaşıyorsak; bunca nefret, fobiklik, ırkçılık nereden türemekte?

Hetero erkekler, erkek dünyası için çok kalıplaşmış bir söz vardır. Biz kadınların bilmem nerelerine koymaktan sonra, en sık kullanılan cümle “ibne”dir.

Öylesine rahat, kolay, sık kullanırlar ki çoğunlukla da sözüm ona “sevdikleri” dostları, arkadaşları için; laf arasında, şaka amaçlı, kimi zaman da kızgınlığı ifade etmek için.

Kavgalarda da karşı tarafı aşağılamak amacıyla kullanılsa da genelde günlük sohbetlerde; sözün gelişi, laf arasında, hatta seslenmek için kullanıldığı bile olur…

İbne” argoda; dönek ve arkadan vuran kişi demektir. Sevgili beyler bütün dostlarınızı, arkadaşlarınızı böyle mi görmektesiniz? Dahası herkes “az” ve “kusurlu erkek”; tek mükemmel, “gerçek” ve de “tam” siz misiniz? Yoksa kendi erkekliğinizden mi şüphe duymaktasınız bilinç altınızda, fakat farkında değilsiniz?

Bedenlerimizi Rahat Bırakın!

Hele o çok kolayca sarf ettiğiniz, “orospu” yok mu? Üzerine sayfalar yazsak az gelir… Namusu bacak arasına sıkıştırıp, kendi ahlaksızlığınızı, kirli ruhlarınızı kusmanız içler acısı…

Size evet de desek, hayır da desek; yine o kelime… Başımızı da örtsek, mini etekliysek; evde, sokakta da her yerde, şekil ve durumda “iffetsizsek”; acaba burada bir kusur yok mu?

 Ananız, karınız, kardeşiniz, sevgiliniz; kim ve ne olduğumuzdan da bağımsız olarak, bu sözü  yine de duyuyorsak; “kir” ve “kusur” sakın sizin beyninizde olmasın? Ruhlarınızın pisliğini, dizginleyemediğiniz dürtülerinizi kadın+’lara kusuyor olmayasınız?

Ah, zati kadınlık yeterince ağır değilmiş; savaş, yıkım, işgal altında varlık bulmak sanki kolaymış gibi; bir de şimdilerde Rusya-Ukrayna savaşı üzerinden, bizlere ayar çekip, kadınlığımızı yarıştırır oldunuz…

Ana olup olmamak, evli bekar ayrımı yetmedi kadınlığımızı ölçmeye; utanmadan, sıkılmadan ve sanki hakkınız varmışçasına; yok Türkiyeli kadın daha sadık, Ukraynalı kadınlar eşlerini, ülkelerini terk ediyorlar bla bla…

Siz masa başından haber yapanlar, ekrandan izleyenler, pek en erkek abiler; hiç savaş yaşadınız mı? Savaşın öznesi oldunuz mu? Kadın+lar olmanın, hele de savaş belası gibi bir gerçeklikte, “biz” olmaya dair fikriniz var mı?

Mal veya ganimet olarak algılandınız mı? Bedenlerinizde, ruhlarınızda korunaksızlığı, korkuyu, tacizi, tecavüzü hissettiniz mi? Nasıl hissettirir bilincinde misiniz? Kaldı ki hayatının olağan akışında dahi bu kaygılarla yaşıyorken; bunun üzerine savaş hallerini de ekleyin…

Hem ayrıca sidik yarışlarınızın, özgüvensizlik sonucu çıkardığınız savaşlarınızın, her türlü kurbanı olmak zorunda mıyız? Bize mi soruyorsunuz savaşırken? Bizlerin hayatta kalmaya, çocuklarımızı korumaya, ölmemeye hakkı yok mu? Korkmaya hakkımız yok mu? Beyni büyüyememiş, çocukluğuna sıkışıp kalmış adamlar gerekçelerimizden, sebeplerimizden hem size ne?

Birde geçenlerde dolaşıma sokulan, o seksi Rus ve Ukraynalı kadın asker fotoğrafları yok mu? Kadın ne ve nerede olursa olsun ille de sizin fantezilerinizin, göz zevkinizin ürünü olmak zorunda, ille de varlığımız size hizmet etmeli… Yaşarken, savaşırken her yerde, her şekilde…

OYSA, NASIL DA “MASUMDU…”

Evet, bunlar sadece birkaç örnek. Hayatımızın en derinliklerine kadar da sirayet eden, çoğumuzun gözüne dahi görünmeyen şeyler gibi de duruyor üstelik ve fakat ırkçılığı, cinsiyetçiliği, nefreti körüklerken; bir taraftan da tekrar ve tekrar üretiyoruz..

Hiç dikkat ettiniz mi; çocuklarımızın, mahallenin çocuklarının dilinden dökülen “çok çirkin sözcükleri” nereden duyuyorlar acaba?

“Aman canım onlar daha çocuk” mazeret mi, o bilinçle büyüyen çocuklar, yarın kimlere dönüşecekler? Çevremizdeki zorbalar, kötüler kimler? Onlar da bir zamanlar çocuktular; ta ki bizler tarafından kirlenmeden önce…

Çocuğa yapma denmez! Ona ancak hal, tavır, dilden dökülen sözcüklerle örnek olunur… Çocuğun kime mi dönüşecek; aynaya bak!

Bir Cevap Yazın