HERKES İŞİNE BAKSIN

Oyu azalan, başı dara düşen, popülaritesi biten kim varsa; işleri güçleri topluma ayar vermek, hayatlarımızı hizaya sokmak… Dişleri ağrısa, yorgan üstlerinden düşse, hani aşk acısı dahi çekseler, yine dertlerine deva; toplum mühendisliği…

Varsa yoksa dışarıya (halka) ayar çekip, kendi kusurlarını örtme peşindeler. Göz önünde/arkasında, kendi sırça köşklerinde çok matahlarmış gibi; bütün dertleri bizlerle.

İyi de siz kimsiniz? Üstünüze ne vazife ki ölmekle yaşamak arası debelenen insanların hayatını, özelinin; dahası toplumun bir arada yaşama toleransının sürekli altını kazıyorsunuz?

Halkın içine indiğiniz mi var? Gün sonunda bizler birbirimizin yüzüne bakmakta, beraber de yaşamak zorundayız.

Halktan Beslenmek

Karakter yaratmakta, dış gözlem yapmakta oyuncu hayattan beslenir, halktan beslenir. Sizler gibi ışığı sönmeye yüz tutunca, sokağı boğmak için, kanal kanal gezip; nefret üretmez, bağnaz düşüncelerini insanlara dayatmaz…

Beslenmeyi mi yanlış anladınız? Yaşamlarımız üzerinden semirilmeye çalışmaz. Hele ki kendi sürdürmediği hayatı örnekleyerek…

Bütün başarısı es kaza tutmuş, uzun soluklu bir dizide, 3-5 sahnesi olan adamlar/kadınlar; başımıza bilirkişi kesilmekte, bizlere yaşam dayatmakta.

Sanki sizlere sorduk, fikrinizi merak ettik veya da başkaca toplumsal sorunlarda yanımızdaydınız, kavgalarımızda omuz oldunuz yahut…

Paralarınızı iştahı doymaz işkembelerinize, şatafatınıza harcarken, aç var mı, bu insanlar nasıl yaşar; içinde yaşadığımız topluma ne katarız derdiniz olmaz ve fakat kıyıdan köşeden nemalanma ihtiyacı olunca, birilerine açık ya da üstü kapalı mesaja gelince; ensemizde boza pişirmekte de asla geç kalmazsınız…

Neymiş efendim? Beyefendimizin olduğu metroda, kafede, bilmem nerede kimse sevgilisiyle öpüşemez, aşkın, sevginin en saf halini icra edemezmiş; yoksa efendi müdahale edermiş…

Kim olarak, ne sıfatla, benim üzerime vazife mi diye düşünmeye ihtiyacı yok. Bu ülkenin yasaları var, “Suç varsa polisi ararım”, müdahale hakkım yok gibi kaygıları hak getire…

Dahası çok iyi bildiği şey; selam çaktığı cenah, sırtını yaslamaya çalıştığı kapılar güç sahibi. Orada, onlar hep haklı, hep güçlüler…

Yükselmenin, bir yerlerden rol kapmanın; raconu bu, kodları böyle işliyor. Ne kadar bağnazlaşılırsa, hastalıklı fikirlerini birilerine empoze ederlerse; o derece yükseğe tırmanılıyor.

Size şimdi Süleyman Yağcı desem, isim kaçınıza tanıdık gelir, kaçımızın gözünde bir sima belirir? Ancak oynadığı “Çocuklar Duymasın” dizisinin, ‘Fıs fıs İsmail’i dediğim de belki okurlar için, bir anlam ifade eder…

Evet, 3. yahut 5. sınıf  oyuncunun bu açıklamasının, fikrinin ne önemi var? Aslında oldukça önemli! Bunu eş/dost meclisinde, kahvehane köşesinde yapmıyor; bir TV kanalında, herkesin izlediği mecrada söylüyor.

Belki hayranı bile yoktur lakin bunun da önemi yok; çünkü nefretin, kötücüllüğün hızla yayılma potansiyeli var. Hele de iyice bağnazlaşan topluma dönüşüyorken de üstelik…

Kendileri öylece örnek insan ki “Tosuncuk” lakaplı Çiftlik Bank diye bilinen; dönemin en büyük dolandırıcısının reklamında oynadığı söylenmekte. Tesadüf önüme düşen görselle öğreniyorum, özel ilgiyle araştırmaya ihtiyaç duymama gerek dahi kalmadı…

Acaba kendisi bu olay sonrası, sorumluluk duyup halktan özür dilemiş midir, suçluluk duymuş mudur ki? Hiç gözüme öyle bir haber düşmedi açıkçası.

Veyahut ünlenmesine yol açan dizide öpüşme sahneleri var diye, diziden ayrıldı mı? Onca ruhu inciniyordu, ahlakına aykırıydı; o projede niye rol aldı? Acaba o zamanların toplumu, şartları farklı mıydı? Toplumu bozduğunu iddia ettiği şey, o zaman için olağan mıydı?

Hanımefendi, Din Bu Ülkeye Yeni Gelmedi

Sanki Alevilik, Hristiyanlık, Süryanilikten mi bahsediyor, hayır değilmiş… Başkaca mezhepler, dinler bu ülkede baskındı; o sebeple inancını yaşayamıyor, ibadetini edemiyordu.

 Acep camiiler yoğun saldırı altında, belki kuytu köşelerde, apartman altlarında açılıyor; kaçak göçek, el yürekte  mi ibadetini ediyordu Sünniler? Azınlıkta mıydılar yoksa?

Eski manken/ oyuncu Tuğba Ünsal namaza başlamış, bunu da geçenlerde öğrendik. Ne mutlu, Allah kabul de etsin. Fakat eskiden namaz kıldığını söylemesi zormuş. Din bu ülkede kalıba sokuluyor, inançlı olunca açıkça ifade edemiyormuşsunuz vs.

Modernlik adına insanlara meditasyon, yoga dayatılasıymış… Sonra yoga ve namazın, secdeye eğilmenin aynı şeyler olduğunu keşfedesiymiş bla bla…

Duyan da bu ülkede okullarda dini eğitim, diyanet yokmuş; sadece bir mezhep için varını yoğunu harcayan iktidarlar, dini kurumlar bulunmuyormuş; burası Tibet, belki Vatikan sanır…

Belki de Müslümanlık bu topraklara son 15-20 senede geldi, biz habersiziz…

Şayet öyleyse, kelimelerinin arasında ifade ettiği kara çarşaflı babaannesi, nasıl yaşam buldu bu ülkede? Peki dini yaşamak yasaktı, namazı, duayı, ibadeti nasıl öğreti torununa?  

Tuğba’nın ya kafası karışık, olmadı yaşadığı ülkeye yabancı, belki de tarihten, gündelik olaylardan da bi’haber yaşamış tüm hayatını…

Tüm siyasetçilerin dahi dilinden düşürmediği “Bu ülkenin %99’u Müslüman”ken, nasıl inancını yaşayamadın?

Bilerek mi, bilmeden mi bilinmez ve lakin bir algıya hizmet ediyorsun. Siyasete malzeme oluyorsun, bilinçli mi yapıyorsun, o da seni bağlar…  

Hani sen bunları söyleyince, beni bir merak da almadı değil. Hafızanı az daha zorlarsan “Bütün camilerin ahır yapıldığını” da anımsarsın gibime de geliyor…

Salsanız Keşke Bizi

Cici hanımlar, beyler ne derdiniz bizlerin hayatı dertleri ne de sorunlarımız sizin sorununuz.

Sizlerin başka hesapları, öncelikleri var gibi durmakta. Şu an kimse dinini yaşayamamaktan -diğer mezhep, dini inançtan olanlar hariç-, şikayetçi değil. Diline pelesenk eden politikacıları, oy peşinde olanları da ayırırsak.

Halkın, tabanın iki temel sorunu var açlık ve bir arada yaşamanın gittikçe zorlaşması. Sürekli nefret pomlanmasıyla oluşan kamplaşma.

Hani bir şeyler söyleyecekseniz, bunlara dair konuşun. Ya da siz susun, bunca zaman sustunuz.

Hatta bi’ salın bizi. Halimize bırakın. Elinizi, dilinizi, nefretinizi üzerimizden çekerseniz; bizler, taban, halk bir yolunu bulur, beraber olmanın yollarını yeniden keşfedebiliriz.

Gün sonunda, başınız çok dara düşerse; hepinizin gideceği başka memleketler mümkün, planlarınız dahi olabilir. Çoğunluğun böyle bir imkanı, imkanın olanların da belki arzusu  yok.

Sussanız mı artık? Biz yokmuşuz gibi yaşamlarınıza dönseniz mi? Bu zor olmasa da gerek , bunca zaman öyle değil miydi? Neyse, bir sonraki ihtiyacınıza kadar, siz sağ, biz selamet…

Bir Cevap Yazın