HERKES BİRAZ SURETTİ BELKİ DE… O İSE ASLI…

El gitmeyen, nereden, nasıl başlanır bilinmeyen yazılar vardır… Cümlenin başını bulamazsınız… Doğru sözcükler hangileri? Tanıdığınız, sevdiğiniz, arkadaşınız olan birinin ardından uğurlamak, bir anlamda ona veda etmek için nereden başlanır ki?

Önce, nasıl tanıştığınızı falan anlatmak gerekir galiba. Yöntem bu ise; anımsamıyorum…  Yollarımız nasıl ve ne zaman kesişti?

Onca iç içe geçmişiz ki, sanki hep berabermişiz, doğduğumuz andan beridir tanışıyormuşuz da birbirimizin hayatında vardık… Aslı, hep varmış, oradaymış, orada olmalıymış da… Aksi; tanımsızlık, büyük bir boşluk…

EVİN HAŞARI ÇOCUĞU…

Onu düşündükçe; muzip, ‘büyümüş de küçülmüş çocuk’ geliyor aklıma… İçindeki çocuk ölmediğindendir belki de. Her an şaşırtabilir, hangi köşeden fırlayacağını kestiremezsiniz ya, öyle afacan bir kız çocuğu…

Biraz hiperaktif, tez canlı, tuttuğunu koparır cinsinden bir çocuğu gözlerinizin önüne getirin. Ha, o tam da Aslı işte… Yazarken bile; gülerken, gülümserken, yine ansızın fırlamalık yapacak gibi duruyor, gözlerimin önünde… Ahh, keşke…

Duyguları öyle yoğun, coşkusu öylesine güçlüydü ki; yaptığı hiçbir şey sizi şaşırtmazdı… Kâh bir şeyler için “çemkirirken” (bir şeylere kızmayı, söylenmeyi öyle tariflerdi) bulurdunuz veyahut da övgü dizerdi bambaşka bir şeye…

Konu ne olursa olsun, kendini yansıtan tarzı vardı. Gördüğünüz bir şeyden, daha kim söylemiş veya yazmış diye bakmadan; Aslı olduğunu anlayabilirdiniz… Övgüsü de sövgüsü de şahsına münhasır. Aslı gibi…

Dolandırmayan, direkt, dümdüz, pervasız ve sertti de dili… Sözünü sakınmayan, cesur, adını direkt koyan, net kadındı arkadaşım… Arada birbirimize “aşkım”, “sevgilim” derdik… Sevgisi de nefreti de net ve güçlüydü…

Dostluğu, arkadaşlığı güvenilir, sırtını yaslayacağın, başta ya “seveceğin” ya da “nefret edeceğin” kadar net olurdu duygularınız… Küçük esnaftı, geçim kaynağı takı yapmak ve satmaktı. İlişkilerinde, “esnaflığı” yoktu… Sivri dilliydi, onu Aslı yapan, belki de en önemli özelliğiydi de. Dedim ya: “Herkes biraz suretti belki de… O ise Aslı…”

İNANMAK ZOR…

İki gün önce, güne yoğun mesaj bildirimleriyle uyandım. Gözümü yarı aralamışım; afyonum patlamamış, gördüklerime anlam veremez hâldeyim… Yoğun şekilde, Aslı’nın adı geçiyor fakat ben okuduklarımı anlamakta güçlük çekiyorum… Öldü, ölmüş, öldü mü?

Uyku sersemliği sanıyorsun önce, sonraları fark ediyorsun ki; bilinçaltın sevdiklerinle o kelimeyi bir arada düşünemiyor… Aslı ve ölüm!

Manevi ailem olan dostlarımın olduğu, “Aile” Whatspp grubumuz var, oraya baktım, bir süre sonra. Orada da öyle bir kelime geçiyor “ölmüş…”

İlk reaksiyonum “hadi leyn!”  Sonra;”1 Nisan şakasının sırası değil” diye yazdığımı anımsıyorum… O arada, saatler geçmişçesine büyük bir boşluk…Sanırım 2-3 dakika geçmiş olmalı. Mamişkom (manevi annem) aradı. Toplamda saniyeler süren bir konuşmaydı, teyitledi doğruluğunu… Tepkim;” tamam kapat” oldu… Mamişkom son zamanlarda, ne çok acı haber verdi bana… Umut’u da mamişkomun “doğruladığını” anımsadım, o şok halinde…

Yakıştıramadım! İnan(a)madığım için, Aslı’mın Twitter hesabına, bakma arzusu doğdu… Son twiti,1 gün önce atılmıştı;” sanal olarak vergisini yatıramadığından şikâyet etmişti”, defalarca da denemesine rağmen…

Sonra kardeşinin, Melike’nin durumu izah eden açıklamasına rastladım… O ana kadar, “gerçekliğine” inanmak istemiştim fakat “doğruydu…”

Cuma gününe dair, aklımda net kalan iki şey var; saatlerce çıkamadığım yatak ve aslında Aslı’nın ölmeyebileceği gerçeği…

OLAYIN GERÇEĞİ…

Çok uzun süredir devam eden, kronik rahatsızlıkları vardı. Uzun ve yorucu tedavi süreçleri oluyordu. Tedavilerin çoğu da “ayakta” ve ilaçlarla evine gönderme şeklindeydi.

Özellikle son 1 aylık dönemde, ağrıları iyice artmış, yaşam kalitesini düşürmüş, 2-3 saatlik uykuyla geçen, kimi zaman uyuyamadığı, ağır bir süreç içindeydi…

Son dönemlerde, sıkça hastaneler taşınır olduğu halde, bir türlü de yatış, yatakta ve hastanede tedavi şansına kavuşamadı…

Kendi deyimi ile “araya soktuğumuz 7868576 kişi sayesinde, yatak bulduk. Yarın sabah yatıyorum…” Son paylaşımlarından birisi buydu.

O yatış, hiç olamadı… Bir gece önce ağırlaşıyor, hastaneden hastaneye dolaşıyor, yolda iken ambulans içinde, iki kez kalbi duruyor… Sonrası zati…

Aynı günün akşamı; anlamsız iki olay yaşıyoruz. İlki, il sağlık müdürlüğünün “gerekli koşullar oluşmadığı için yatırılmadığı” savı. Gerekli koşullar “ne olmalıydı”, “nasıl sağlanırdı”, kafamız iyice karışıyor…

Birkaç farklı hastanede gördüğü doktorlardan birisi “kesin yatış” derken, bir başka hastane doktoru “gerek görmüyor…” İl sağlık açıklaması, keza yine kafa bulandırıcı…

Hepsi bir yana, bu kadın günler öncesinden bakan beyi de etiketleyip, “20 gündür yatak bulamıyorum” çığlıkları atıyor, yitiriliyor iken; aynı günün akşamında İngiltere’den vip helikopterle, özel hasta taşınması… Evet, kimsesizlikten öldü… Karşı mahalleden olduğu için öldü… Halk olduğu için, gariban küçük esnaf olduğu için öldü… Tıpkı, hepimize reva görülebileceği gibi… Eh, biraz da ‘devletsizlikten’, yahut’ bizim de devletimiz olamayışından öldü…’

2 gündür, “AslıÖlmediÖldürüldü”, “Aslı neden öldü? Erdal Yetimova neden özel uçakla getirildi? İkisinin arasında vatandaş olarak, ne fark var?” Feryatlarına karşılık etkin bir soruşturma açılmadı ise, kamuoyunu tatmin edici cevaplar verilmedi ise; görünen köye, kılavuza da lüzum yokmuş hani…

YERİMİZİ Mİ BİLMELİYİZ?

 Almamız gereken ders nedir? Bizler de bu ülkenin vatandaşı değil miyiz? Hani “sınıf” yok anayasada ama, kaçıncı sınıf vatandaşıyız ülkenin?

Mesela, Aslı Özkısırlar vatandaşlık görevi için dertlenmiş; sanal vergi dairesinden vergisini yatıramamaktan şikâyet etmişti… Vergisini yatıracağı kazancı da aylık, taş çatlasın 2 ya da 3 bin lira…

Çoğunun aksine, üç kuruş kazancın vergisini ödeme derdinde olan kadın; vatandaş değil midir? Değil ise, kimdir vatandaş? Bizler de günün birinde “vip vatandaş” hakkı kazanacak mıyız?

Kesin tüm yazılan, çizilenleri okumuşsunuzdur. Bazı insanların dile getirdikleri: “yatakların kaçı, özel hastalara ayrılmıştır” sorularına, sebep olduğunuz algı, sizi rahatsız etmedi mi?  

SEVDİCEĞİM…

Bu satırları yazdığıma göre, artık “öldüğünü”, ben de kabul ediyorum sanırım” yavrum… Fiziksel olarak, aramızda olamayacağın gerçeği ile yüzleşme vakti geldi demek ki…

Ölüm, hepimizin gerçeği. Derdim ölümle de değil. Aslı’da ölebiliyormuş… Ölmenden öte, reva görülen şekline belki de… Birbirimizi hiç kandırmayalım ki, gidişin ne sistemi sarsacak ne fakirin ölüm şeklini değiştirecek…

Ailen, kardeşin davana sahip çıkıyorlar, eminim ki götürecekleri son noktaya da taşıyacaklar. Bizler; dostların, sevenlerin, yaşadığın haksızlıklara göz yummayan insanlar da yanlarında olacağız kuşku götürmez. Karamsar olmayı istemiyorum, en fazla önümüze piyonları atarlar sanki… Yanılabilmeyi çok isterim, sen anlarsın beni…

Ara ara, Twitter’da ürünlerinin tanıtımını yaptığında; reklam metni yazardım bilirsin. Beni, “reklamcı başın”da tayin etmiştin.  Bir değişiklik yapalım hadi. Sanki, en iyi dörtlüklerle, şiir ile ifade ettiğimi düşünürüm kendimi. Seni de böyle uğurlamak istedim. Kişiye pek şiir yazamam, bu da senin ayrıcalığın olsun…

Anla işte güzelim; kelimelerim tükendi… Anlatacak ne çok şeyim var oysa… Ne çok anı, bütünlediğimiz yanlarımız… Nadirdi de dostluğumuz… Misal; 29 Şubat, kaç kere var ki? Artık yılların, yanların bütünüyüz de… İstanbul yolculuğunda, Şubat’ı, 29 Şubat’ı beraber uğurlamıştık…

Şimdi benim çenem iyice düşer, methiyeler düzmeye başlarım; “kızım, duymuyorum seni” dersin… İşine gelmemiştir anlarım… Şımartılmayı pek sevmezdin… Utanırdın içten içe…

Zormuş be Aslı! İnsan, veda etmeye ne kadar alışkın olsa da… Son iki yılda, “veda mektubu” yazmakta uzmanlaşmış olmalıydım… Olamıyormuş! Hele hele sevdiklerin ise, sesine dokundukların ise… Daha da zor…

Güle güle! Dil henüz söyleyemese de el yazabiliyor… Başlayamamıştım, şimdi de noktalayamıyorum… Bitirsem; her şey uçacak gibi… Günler geçecek, belki daha az anımsanacaksın; unutulmayacaksın ama…

Kese kese mutluluk satardı;

İşlerdi oya oya,

Sahip olamadığına öykünürcesine.

Mutluluk,

Az bulunduğundan mı,

Bilinmediğinden midir bilinmez;

Ne aş oldu,

Baştan beri,

Yıldızının barışmadığından mıdır

Uğramadı ona da…

Bir sabah vakti;

Göçüp gitti,

Kese kese acı bırakarak…

Bir Cevap Yazın