HAYAT

Kimimize göre çok sıradan, tekdüze, rutin alışkanlıklar çerçevesinde geçip giden günler dizisidir hayat. Özellikle gençlik yıllarında yaşanan hiçbir gün pek kayda değer değilmiş gibi gelir insana. Oysa ki yıllar eskiyip bizler yaş almaya başlayınca sanki bir şeyler tamamlanamayacak, eksik, yarım kalacak düşüncesiyle çocukluk, gençlik, orta yaş günleri taranmaya başlar bellekte.

Bizim yaşadığımız dönemde TV dahil pek çok teknolojik aletler yoktu evlerde. Buzdolabı yerine evin en serin yerine konan tel dolapları vardı. Bazen mutfak bazen balkon… Yemekler günlük yapılır ve tüketilirdi. Zira özellikle yaz aylarında hemen bozulurdu her şey. Gaz ocakları vardı haznesinde gaz olan, ispirto sayesinde tutuşturulan. Öyle 3-4 yemek bir arada pişirmek bir hayaldi. Buzdolabı ve üçlü ocaklar ile 60’ların sonunda tanıştı evler. Radyo vardı, evde baş köşeye konan, ilk uyananın kulağını çevirip kısıtlı frekans ayarını yaparak eve ses getirdiği, haberleri öğrendiğimiz, şarkılar ile coştuğumuz…

Bir bayram günü ben ve babam

Hele ki radyo tiyatrosu… Okulda rol aldığım oyunları ilk radyoda dinlemiştim. Macide Tanır, Cüneyt Gökçer, Tomris Oğuzalp, Alp Öyken gibi sanatçıların isimlerini zihnime kazıyan “Arkası Yarın”lar. “Efekt” Korkmaz Çakar diye noktalanırdı. Görsel medya ile tanışmamız 70’lerin başına denk gelir. Tek kanallı TV akşam 19.00’da başlar, konserler, tiyatro oyunları, iç ve dış haberler ile devam eder, 00.00’da İstiklal Marşı ile kapanır.

Günlük gazetelerin yanında basılı yayınlar vardı. Haftada, ayda bir basılan Hayat, Ses, Artist mecmuaları ilk tanıştıklarım. Sonra TV’de 7 Gün gibi görsel medya haberlerini veren dergiler de başladı yayın hayatına.

Annemin arşivci bir yanı vardı. 60’larda eve giren mecmualar özenle saklanırdı. Biz okumaya başladığımızda çok iyi bir bilgisel arşive sahiptik. Mesela İran Şahı Rıza Pehlevi ve eşi Farah Diba’nın evlilik hikayesi fotoğraflarla evimize kadar gelmişti. Türkan Şoray, Ajda Pekkan, Cüneyt Arkın, Ediz Hun gibi Yeşilçam’ın baş artistleri Ses mecmuasının açtığı yarışma ile sinema perdesinde görünür olmuşlardır.

Ediz Hun’un Ses dergisinde taze yıldız olarak kapakta yer aldığı sayı, 1963

Sinema: Yazlık, kışlık her mahallede bir salonu olan, haftada bir değişen filmler ile bize bambaşka dünyaların da olduğunu gösteren beyazperdede, sanki bir tren ile gider, o yerlerde yaşar, bulunduğumuz yerlere geri gelirdik o bir saat içinde. Babacığım kısıtlı bütçeden sinema için mutlaka bir pay ayırırdı. Her hafta giderdik o hayal perdesinde kendi hayallerimizi kurmaya…

Tiyatro ile ilkokulda tanıştım. Sınıf öğretmenimiz Macit Karaaydın çok ileri görüşlü bir eğitimciydi. Kütahya gibi yobaz kitlenin yoğun yaşadığı bir ilde bize çok şey kattı. Hepimiz çok güzel yerlere geldik büyüyünce. Tabii ki önce iyi bir insan olmayı, tüm canlılara saygılı olmayı, yalan söylememeyi, söz verip yerine yerine getirmeyi, daha pek çok faziletli öğretiler onun sayesinde yerleşti beynimize. Tiyatro olmazsa olmazıydı. Her yıl bir oyun koyardı sahneye. Tüm sınıf yer alırdık o oyunda. Ama başrol, ama oyuncu, ama bir dekor olarak. Kostümlerimizi birlikte, sınıfta hazırlar, provalarda çok keyiflenir, yıl sonunda da velilerimiz ve okul yönetiminin karşısına çıkardık. Çok alkışlanır ve tarifsiz mutlu olurduk…

Sevgili Macit öğretmenimin sınıfında elişi dersinde

Kitap alabilme lüksümüz yoktu. Harçlıklarla aldıklarımız vardı ama kütüphaneler en büyük zenginliğimizdi. Her öğrenci üye olurdu kütüphaneye. Kimisi bir ayda bir kitap okur, kimimiz de haftada iki kitap bitirirdik. Sanki kitaplarla birlikte dünyayı dolaşır, hayal kurar, romanın kahramanının yerine geçer, maceralar yaşardık. Çizgi romanlar vardı Tommiks, Teksas, Zagor vb. Ben erkek çocukların tercih ettiği bu romanları pek bir severdim.

70’lerde, ortaokul-lise yıllarında ablacığım sayesinde önce fotoromanlarla tanıştım. Sonra Yaşar Kemal, Uğur Mumcu, Kemal Tahir, Vedat Türkali gibi değerli yazarlarla Tolstoy, Puşkin, Gorki, Hemingway, Steinbeck gibi dünya edebiyatının mihenk taşlarıyla tanıştım. Öyle hızla geçti ki 70’ler, ne olduğumuzu anlayamadan 80’ler geldi, Eylül ayında ülkede ve bizim evde her şey değişti.

Lise yılları, en soldaki ben

Ailece İstanbul maceramız başladı. Evlerimizde her türlü konfor vardı ama huzur azalmıştı. 70’lerin sonunda yaşanan katliamların yansıması bugünlere kadar gelip dayandı. 2000’lerden sonra bilgisayar ile bilişim teknolojisi hızlandı. Artık evlerde koca koca ekranlı, devasa kasalı bilgisayarlar yerlerini alırken, çok kanallı TV’lerin pabucu yavaş yavaş dama atıldı. Radyo ise bazı evlerde dekor işlevini yerini getirmekte. Tıpkı gramafon gibi… Nostaljik bir objeye dönüşmekteydi.

İçinde debelendiğimiz 90’lar, 2000’ler geldi geçti rüzgar gibi. Son 10 yıldır ise elimizdeki telefonlar, dizüstü bilgisayarlar, seyyar link hatları ile her yerde, her şeye erişebildiğimiz için olsa gerek, önce sinema salonları kapandı birer birer sonra tiyatrolar perdelerini indirdi.

Eminönü meydanında ben

Nereden nerelere geldik! 60 yıl dile kolay… Öyle çok anıyla, öyle hoş tatlar bırakan yaşanmışlıklarla, bazen acılarla akıp gitti yıllar. Bizler deneyimlerini gelecek nesillere aktarabilmenin telaşıyla dağarcığımızı karıştırıyoruz durmadan. Meselâ bayramları vardı çocukların #23Nisan, gençlerin #19Mayıs . Evlerde okullarda günler öncesinden hazırlanır, coşku içinde kutlardık son yıllarda devletin yok saydığı…. O günler mi çok güzeldi, içinde olduğumuz bu keşmekeş mi bilemedim. Yorumu sizlere bırakıyorum.

Yaşadığım her bir günden asla pişmanlık duymadan, keşkelerim olmadan bu günlere geldim. Hayat nerede ne yaşarsak yaşayalım her anından keyif alacağımız, ders çıkaracağımız, tadı damağımızda kalan günler olarak akıp gitsin bundan sonra. Hepimiz mutluluk, huzur, keyifle gülen yüzlerle bakalım artık yarınlara, gelecek günlere.

Bir Cevap Yazın