GÜNEY EGE’DEN

Sonbaharın ilk ayı olan Eylül’ün ilk iki gününü Didim’de, üçüncü ve dördüncü gününü Yatağan’da geçirdikten sonra, 5 Eylül’den beri Ortaca’dayım. İstanbul, Ankara gibi pek çok ilde sonbaharın belirleyicisi olan yağmurlu günler hüküm sürerken, burada hava sıcaklıkları hala 35 derecenin üzerinde seyrediyor. Eylül ayının son çeyreğinde 30 derecenin altına düşeceği söyleniyor ama bilinmez ki Mikail’in ne yapacağı…

Ben yerleşmek için ortam arayışımı sürdürüyorum hala. Ya şehircilikten tamamen vazgeçip köy hayatını tercih edeceğim ya da İstanbul’a geri döneceğim sonunda. Zira Marmara, Ege ve Akdeniz’de merkez ilçelerin hemen hepsi birbirinin aynı olmuş. Hızlı bir betonlaşma, 3-5 katlı binalar, yine insan kalabalıkları, ses, gürültü, telaş hakim maalesef. Hal böyleyken kurulu düzeni bozup yeni bir yaşam hayal etmek pek olası değil gibi. Kent yaşamından kırsal yaşama geçiş ise belli bir yaştan sonra bizleri hayli zorlar gibi görünüyor.

Evveliyatında bir birikiminiz yoksa tarlası, içine konduracağınız binası, su, elektrik, foseptik gibi temel ihtiyaçların karşılanması bile ciddi bir meblağ tutuyor. Emeklinin hali de ortada. Geçinmemiz ayın başından sonuna kadar kredi kartı desteğiyle sağlandığına göre kırsal yaşam bir hayal, ütopyadan öteye geçemiyor maalesef. Tabii bu durum benim için de geçerli. Yalnız yaşamaya alışan, bizim gibi özgürlüğünü ön planda tutan bireyler için birkaç arkadaşın bir arada hareket ederek ortam yaşam planlaması hayli zor görünüyor.

Sözün özü şu ki: Günümüz şartlarında bir adım öteye, iki adım geriye hareket etmek bile olası değilken gerçekçi olup dönemsel seyahatler ile kendi gücümüzün yettiği oranda ortam değiştirmenin yolları aranacak gibi. Kim bilir belki bir gün kavuşuruz hayallerimize. Olmaz mı yani? Eh ben de hazır buradayken biraz daha denizin, kumun, yeşilin tadını çıkarayım değil mi? Dostlarımın yanında huzurla birkaç zaman geçirmenin ne zararı olur ki. Hem yarın ne olacağı belli olmayan coğrafyada anı yaşamak kadar güzel bir şey var mı?

Ortaca’ya 20 dakika mesafedeki Köyceğiz’de daimi yaşama kararı alan neredeyse 30 yıllık dostumla neredeyse bir haftadır tadını, keyfini çıkarıyorum. Dostumun evi merkezde değil. Öyle olunca daha dingin, daha sakin geçiyor günlerimiz. Sabahları yaptığım yürüyüşlerdeki izlenimim ise geçtiğim her yerde rastladığım inşaat furyası burada da tam gaz devam etmekte.

Bir karış tarlası olan üzerine iki, üç katlık bina konduruyor. Bir katını kiralayarak bütçesine katkı sağlıyor. Zira bağ bahçedeki, tarladaki emeğin gerçek karşılığı yok artık. Üstelik çok da zahmetli bu işler. En iyisi hazır para gibi gelse de çok yakında hepimizin susuzluk, kuraklık ve açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalacağımızın bilincinde değiliz ne yazık ki. Keşke bunun farkında olabilsek…

Eylül ayının son günlerini yaşarken burada hala yaz sürüyor. Sıcaklık 35 derecelerde seyrediyor. Ben de yeni bir ortamda yeni arkadaşlar edinerek günlerimi geçiriyorum. Şimdilik büyük şehrin kaosundan, karmaşasından uzaktayım ama özlemim de git gide büyüyor. Sanırım Ekim başında dönüş yolculuğuna hazır olurum. Bu benim düşüncem tabii ki. Gelen günler neler getirir, hayat nereye evrilir, yol beni nereye götürür bilinmez. Gelecek kaygımız olmadan yaşayacağımız keyifli günlere kavuşmanın umudunu koruyan herkesin en kısa sürede dileklerinin gerçek olması temennisiyle yepyeni yazılarda buluşalım. Olmaz mı?

One comment

  • Her cümlesine yürekten katılıyorum arkadaşım… yerleşme fikrine minik bir katkısı olur mu bilmem, ama gecici de olsa çözüm olabilir kanaatindeyim…
    Köyde de kiralık ev ve bahçe vardır mutlaka. (diye düşünüyorum)

Bir Cevap Yazın