Görünmez Değilsin!

Öyle kendimize gömülü, öylesine dünyanın merkezine koymuşuz ki kendimizi kâinat, evren salt ‘ben’den ibaretmişçesine… Kendimizde değilse merceğimiz, en iyi ihtimal ‘at gözlüğü’ açılarımızı, baktığımız yönleri daraltmakta…
Boyumuzdan ve dünyada kapladığımız kütleden fazla kibre hiç girmiyorum bile. Ağası, paşası, kraliçesi, en bilmem nesi, enleri hep biziz… Dert, acı, hayattan tatminsizlik, yine ne ararsan hep bizde…
İlginçtir ki dünya tümüyle şu günlerde garip bir süreçten geçiyor, amma velakin kusurlu insanoğlu aynı terane. Her birimiz, ‘mütevazilikte’ birbirimizle yarışırız maşallah…
Seni Görüyorum! Görünmez Değilsin…
Öylesine kendimize ve ‘insan olmak’ durumuna yabancılaştık ki yapıp/yapmadıklarımızla hep bir ödül, ceza, beklenti halleri içerisindeyiz…
Tabiri caizse, ’çıkarımız yoksa, selam vermez’lere dönüştük. Verdiğimiz selamlar bile öyle büyük jestlerle, abartı deryası ki, birbirimize “dünyaları bağışlıyor” bile olabiliriz…
Kimimiz elde kamera, ünlüysek paparazziler olmadan, bir insanın ihtiyacına çare olmaz halde, ‘yaptığmızla’ da karşı tarafı iyice ezer, rencide eder haldeyiz.
“Teyze, teyze gı sana kurban eti getirdim” diye avaz avaz çığırmalar, yanındaki kamera yetmezmiş gibi çığlık çığlığa insanların onurunu rencide etme çiğliği sardı dört yanımızı…
Sanırım çağımız büyük bayağılıkla, göze sokma, insanı yerin dibine geçirme çağı. Büyük seslerle, acaba kime kanıtlamaya çalışmaktayız yaptığımızı? Adına “iyilik” denilen şey bu mudur? İçten gelerek yapılmadığı, alkış, taktir, övgü peşinde koştuğumuz için o çığlıkları kendimize mi duyurmaya, kendimizi mi ikna etme çabasındayız?
Hadi gelin, şurada bir anlaşalım dostlar: ”İyilik” diye bir şey yoktur… “İyi/lik” bir durum, güzellik, iyi olma hali, insani tavır, insan olmanın gerekliliğidir. İnsanın insana, doğaya, kendine ve hayata borcudur. Lütuf değildir!
‘Kör de gördü mü, sağır da duydu mu’ halleriniz nobranlık, çiğlik, görgüsüzlüğün dibidir… Büyük şovlarla yaptığınız hareketler, elbet bazılarının gurunu incitse de temelde kendi ayıbınızı gün yüzüne çıkarır…
Olamamışlığınızı sergilemek için bunca prodüksiyona ihtiyaç yok oysa ki. Kimlerin “yaralı parmağa işediği”, “miş gibi” yapmak için harcadığınız emekler, bir kilometreden sırıtmakta… Sonradan görmeliğinizi teşhirde yorulmayın. Sizden önde gittiğini bilin sadece…
Sevap Point İle Yola Çıkmayın
Din/ler/e, inanlara sözüm yok! Sözüm şu; Allah, Tanrı veya inandığınıza her ne ad veriyorsanız size akıl, kalp, düşünme yetisi verdiyse; ille de her şey için, sevap, günah gibi derinlemesine çizgiler çizmesine lüzum var mı?
Tanıdık/tanımadık insan ya da doğadaki bir canlının ihtiyacında yanında olmak, elini tutmak için ille de sevap kazanma peşinde olmak gerekli mi?
Yaratıcıların her konuda, yap/yapma listesine lüzum var mı? “En gelişmiş organizma, düşünen canlı” isem ensemde sevap/günah, yapma/etme sopasına lüzum var mı? Benim düşünme, idrak, analiz yetilerime ne lüzum var öyleyse ya da neden sahibiz?
Bağ Bağışlamıyoruz! Biraz Sakin…
Gerçekten bir insanın ihtiyaç halindeki birisine yaptığımızla hayat kalitesini ciddi anlamda değiştirmiyorsak, bunca yaygara, şovenizm niye? Aslında, onca göze sokmayla, kendi etiketimizi, ederimizi ifşa ediyoruz belki…
Kendimi alayım mercek altına. Artık, çoğu okurumun da bildiği gibi evsizler eksenli, dezavantajlılar üzerine çalışan iki derneğin aktif gönüllüsüyüm.
Bildiğim şu ki bizim verdiğimiz bir çorbayla, iki kap yemekle evsiz dostlar ihyâ olmuyorlar. O yemek bittiğinde insanlar gene aynı, gene sokakta…
Ben/biz, o an sadece o etkileşimde karınlarının bir nebze doymasını sağlıyoruz fakat bence daha da ötesi var. Orada olan ”görünmez değilsin, seni görüyorum, senin farkındayım” alt metni hakim. Olması gereken de bu…
Günlük bu motivasyon, çoğu kimsenin görmediği, görmezden geldiği sokağın insanına, “varım” ve “görünmez değilim”, “yalnız değilim” desteğiyle, belki de yeniden “özsaygı”sını kazanabilmesinde, hayatla kıyısından köşesinden de olsa bağ kurabilmesine destek olabiliyor.
Tüm olan biten bu. Ne eksik ne fazla! Belki o kişi/lerin gün içerisinde hayatla tek bağı sizsiniz. “Merhaba”, “nasılsın” sözünü, varsa sokaktaki birkaç tanıdığı insan haricinde sizden de duyuyor, o an sosyalleşme, iletişim gelişiyor. Tüm mesele bundan ibaret.
Birbirimizi daha çok görelim, görünür kılıp, görünür kılınalım. Dayanışma, dostluk, bölüşme veya adına ne diyeceksek, el tutarken, yanında olurken; beklenti içine girmeden, fırtınalar koparmadan, karşımızdakini örselemeden, empati kurmayı deneyerek yapalım.
Sebepsiz yere, biz de fazlası varsa, olanı bölüşmek adına yapalım. Sevabını, teşekkürünü düşünmeden, mümkünse fırsat vermeden de olması gerektiği için, “insan olma ödevi” gereği, “insan/lığ/ın” olmazsa olmazı olduğu için, acımadan, şovenliğe dökmeden yapalım…
İlle de çok büyük şeylere de lüzum yok. Karınca kararınca. Bütçemizin elverdiğince, emeğilizle, zamanımızla. O an yapabileceğimizin en iyisi şeklinde. Ölçülülük çizgisinde, kendimizi de zora sokmadan.
İnsan insanın kurdu değil, yurdu olsun. Görünür kılalım, kanat olalım. Sessizliğin, yalnızlığın değil, “merhaba”nın çığlığı olalım. Dostlukla, sevgiyle her birinize… Merhaba!
