GÖLGELER ARASINDA YOL BULMAK

Her kıvrımı bambaşka sokağa çıkan, anılarla örülü dönemeçler deposu beynimiz… Kapısına derin kilitler vursanız da kapı altından ışık almaya görsün, çepeçevre sizi kuşatmayan anılar yoktur…

Sanki izbe bir kahvehane beynimin içi… Acele işi varmış, kapanma saati gelince de sabaha toplarım telaşıyla, kaçarcasına olduğu gibi bırakılmış…Bazı anılar anıların üstüne yuvarlanmış, kimisine çoktandır el sürülmediği için varla yok arası; “acabalar” örtüsünün altında muğlak…

Bir süredir ışık sızıyordu kapının altından. Çoktandır anımsanmayı, kirinin pasının alınmasını bekliyordu, uğurlanma ihtiyacı mı doğmuştu bilinmez…

Hiç dökülmeyen küllükler gibi; ağır, ekşi kokusu başımı döndürüyor. Özlem yüklü, baş ağrılı, hafif bir mide bulantısı kaplıyor her yanımı… Hayatın kokusuna ihtiyaç duyuyor, beynimin ve benliğimin bir yarısı… “Yaşamımın önemli bir evresiydiniz, yaşandınız ama artık vaktidir gitmenizin” diyerek, uğurlanma merasimi ile birlikte; derin saygıyı da sunarak.

YER AÇMALI HAYATA, YENİ ANILARA…

Ağzımda kekremsi bir tat, uzun bir ‘akşamdan kalma ağırlığı…’ Sızı başımda mıdır yoksa içten içe yine yaralarım kanar da kalbimin ağrısı mı başıma vuruyor ayırt etmek zor… Önemi de yok aslında. Gerçek olan; düşünmenin de ayırt etmeninde zor olduğu.

Anılar garip işliyor. Milyonlarca da olsa, siz yine de son an’a, ağızdan dökülen/dökülmeyen ne varsa ona kitlenip kalıyorsunuz. Bazen öyle gerçekler ki, sanki ‘sahibinin sesinden kez be kez duyduğunuzda’ oluyor… Anıların mı, beyninizin mi yoksa depreşen özlemle sanrılara mı kapılıyorsunuz belirsiz…

Hem nasıl güvenebilirsiniz ki anılara veya güvenilir midir? Bir yandan unutmaya, derine gömmeye çalışırken, öte yandan da sıkı sıkıya tutunma telaşı arasında; hasar görmediklerini, aslında belki de anımsamak istediğimiz gibi, arzu ettiğimiz gibi görünmedikleri ne malum?

Seslere, kimin ne söylediğine odaklanmak isterken, tek şey kalıyor geriye; son bakış… O, son bakışa anlam yüklemeye, orada acaba bir mesaj vardı da atladım mı diye, uzun uzun son görüntüye fokuslanıyor beyniniz. Nihayetinde elde kalan tek şey de o…

‘Elde kalan’ kemiriyor sizi. İnsanlığın en ağır mahkemelerini kuruyorsunuz, sanığın siz olduğu, en acımasız yargılarla milyon kez müebbet veriyorsunuz kendinize; “dikkatsizlikle”, “görememekle”,” fark edememekle” suçlayıp, ilmiği defalarca geçiriyorsunuz boynunuza…

Bütün mahkumiyetler bir gün bitiyor bitmesine, beraat alıyor kimisi, tahliyeyle sonuçlanıyor bazısı veya da ömrü yetmiyor mavi gökyüzünün altına bazı mahkumların… Bitmeyen kendinize verdiğiniz hükümler… O, “son an”da asılı kalmaya hapsolduysanız, anahtarın yerini bulamaz oluyorsunuz bir süre sonra.

Birden ayağa fırlıyor, defalarca yıkıyorsun yüzünü, soğuk sudan medet umarak, ‘kendine gelmek lazım’; anılar bataklığından, özlemden, acıdan kurtulmaya çalışırken…

GÜÇ BULMALI…

Bugün, 1 Ocak. Saatler birazdan gece yarısını vuracak, bitişi ise tümden elimizden kaydığın tarih olarak, hayatlarımızın merkezine oturacak…

Artık nedenlerin, n’içinlerin anlamını yitirdiği; olma eylemliliğinden “oldu” gerçekliğiyle, bambaşka bir noktaya taşındık, o noktadayız. Şimdi ve şu anda,” bununla nasıl yaşanır”, “hayata nasıl tutunulur” aranacak cevaplar bunlar…

Yaşamaya çalışmak ne gidene saygısızlık ne de onu unutmak demek… Anılan dehlizlerinde kaybolup, ruh ve beden sağlığını yitirmemek, bir yandan da yaşam devam ediyorken, hayattaysanız şayet, kendinize ve de sevdiklerinize, çevrenize de yükümlülüğünüz. Şöyle ki; mental ve/ya fiziksel sağlığınızı yitirerek, birilerine yük yüklememek…

Yitirilen sevdiğiniz de sizin iyi olmanızı arzulardı, amacı üzüntüden kahrolmanız değildi. Evet, kayıp/lar zor bir süreç, acıları yoğun bir geride kalış da… Değiştirilemeyecek bir gerçeklik var; “o”, “onlar” yoklar, ne yapılırsa geri gelmeyecek ve yeni “gerçekliğimiz” de bu… Hoşlanmasak da böyle!

Çoğumuz, o acılı anlarda “ölmek” istedik, istiyoruz da. “Ölüm”, isteyince gelmiyor ise; bir noktada yol ve yöntemleri kişilere bağlı olarak değişecektir kuşkusuz ki yeniden hayatla bağ kurmanın, yaşamanın yollarını öğrenmek zorundayız…

Sevgili kızım, iyi ki yollarımız keşişti! Anneliği, dostluğu, ablalığı dahası yürek çarpmasını yaşattığın için de sana minnettarım. Acılı dönemlerimde, belki yeterince farkında değildim bunun ya da sen hayattayken sana yansıtabildim mi, dilerim ki öyle olmuş olsun fakat sonuçta artık yoksun.

Benim de bu gerçekliği değiştirme gücüm yok…  Seninle yaşamak, seni yaşamak; bazıları silinmeye yahut da kafa karışıklığına yol açan anılar demek değil. Günün birinde, o anılar silinse de hafızamdan, kalbimdeki izin, sana duyduğum sevginin değeri azalmayacak, kaybolmayacak.

Seni, sana olan duygularımı, “acabalara”, belki de beynimin bana oynadığı/oynayabileceği oyunlara hapsetmek istemiyorum. Aksi, güzellikleri ve de seni yok etmek olurdu.

Şimdi ve şu an da yaşamıma kattığın her şey için sonsuz minnetimi sunarken, can acıtsa da aldığın karara saygı duyarak uğurluyorum. Kişi olarak; dünyaya gelme özgürlüğümüz olmayabilir, nasıl ve ne kadar yaşamayı seçeceğimizin hakkı bize aittir.  Gücümüz o noktaya sürüklenişe karşı koymaya da yetemeyebilir…  

Seçimine saygı duyuyorum! Artık, kendimi hırpalamaktan, “keşkeler” açmazına düşmekten de azat ediyorum…  Seni sevmek, seni onurlandırmak, bir yandan da muğlaklığa düşmemek, kendine karşı müebbet verememek demek…

Sensizliğin ilk senesi acıyla, gözyaşı ile başlasa da şu an gülen yüzün gözlerimin önünde.  Sen de idare et, anneler de bazen güçsüz olabilirler, duygularına yenilebilirler, altında ezilebilirler… Neticede; varılan nokta önemli.

İyiyim, daha da iyi olacağım. Sevgin, annen olmak, seni tanımak güç katacak biliyorum, öyle olmuştu çünkü. Veda sadece anılarımıza, biz anılardan daha fazlasıydık… Seni seviyorum!  Sonsuza dek “mommy” olarak kalacak annen…

Bir Cevap Yazın