GEÇMİŞ BAYRAMLAR

Selam arkadaşlar. Nasılsınız? İyi misiniz diye soramıyorum, çok iyi olduğunuzu zannetmiyorum. İçinde yaşadığımız her şeyden yoksun, yasaklı ama yasak gibi olmayan, kimimizin geçen yıl olduğu gibi harfiyen bizlere dayatılan kurallara uyduğu, benim gibi anarşist ruhlu insanların ise sivil itaatsizlik yaparak yasakları deldiği günlerde yine de yavru serçe gibi tedirgin, sürekli ceza yer miyim endişesiyle alışverişe, yürüyüşe çıkıyor olsam da sevdiklerimden, sevenlerimden uzakta pek de mutlu değilim açıkçası. Hani derler ya “hunileri taktık”, benimki ikinci hatta üçüncü huniye doğru gitmekte. Ne olursa olsun, başıma ne gelecekse gelsin, yeter ki özlediklerime sarılıp, onları koklayıp öpeyim doya doya hallerindeyim artık.

Geçtiğimiz Pazar Anneler Günü’ydü. Günler bahane, herkes annesine ya da anne yerine koyduğu sevdiklerine ziyaretler yapmak, hem onları hem de kendilerini birbirlerinin kollarında avutmak, sarılıp öpmek istedi. Evleri yakın olanlar belki bunu gerçekleştirdi. Uzaktakiler de kargo şirketleri aracılığıyla sevgilerini sundular büyüklerine…

Bugün Ramazan ayının son günü. İnananlar bir ay süren oruç ibadetinin sonunda ödül olarak sunulan bayramı yarından itibaren 3 gün kutlayacaklar. Bir diğer adı da Şeker Bayramı olan bu bayram yarın yine hasretlik içinde, uzaktan kavuşma dilekleriyle kutlanacak. Eh ne diyelim… Yasakçı devlet eliyle bir kısım mutlu azınlık 17 gece 18 gün mutlu bir uzun tatil süreci yaşarken, evinde kalan yaşlılar ve çocuklar hasretle bugünlerin bitmesini ve kavuşmayı dileyecekler.

Amaaan içim şişti! Sizi de çok sıktım galiba. Hemen değiştiriyorum konuyu. Burada çocukluğumun, gençlik günlerimin bayramlarından iki örnek aktarayım size:

60’lı yıllara denk gelen çocukluğum, yaşanan kasvetli günlerin farkında olmadan kendimce mutlu mesuttu. Babam Kütahya’da valilik özel kalemine bağlı yarı açık cezaevinde memur olarak görev yapıyordu. Yine bir bayram sabahı annemle birlikte bizi anneanneme bırakarak amirlerine, müdürlerine ziyarete gitmişler. Ben o dönem 3-4 yaşlarında, fazlaca yaramaz bir çocuk olarak onları aramak üzere evden ayrılıp, epey uzaklaşarak ilin en işlek caddesinde kaybolduğumu fark edip yaygarayı basınca, görenler beni karakola götürüp teslim etmişler. Görevli polislerin -o vakitler çok iyi kalpli memurlar varmış demek ki- sorduğu sorulara yalnızca ismimi ve babamın hapiste olduğu yanıtını verdiğimden gün boyu karakolda misafir edildim. Orada hiç yemediğim kadar çikolata yedim.

Babamın memur olduğu cezaevinin bahçesinde ben

Ailemin kim olduğunu bulmak için yaptıkları girişimler yetersizdi. Beni ön cephesi tamamen camla kaplı olan karakolda bir masaya oturtarak tanıyan çıkacak mı diye beklerken bir gardiyan amcanın tanıyıp görevlilerle eve teslim etmesi ile gün boyu bir çocuğa sahip olamadım endişesi içinde gözyaşı döken anneannemin yüzündeki rahatlığı ve sevinci asla unutamam. Bu olay aramızda sır oldu. İkimiz ve gardiyan amca dışında kimsenin haberi olmadı.

O günler aklıma geldiğinde hala kendime sorarım neden böyle davrandım acaba? Hoş ben hep böyle başına buyruk ve asiydim. Çok az baş eğdim insanlara.

Ben, erkek kardeşim Nevzat, ablam Zeliha ve babamın memur olduğu cezaevinin bahçesinde ben

Derkeeen… 70’li yıllarda ilk gençlik günlerimiz geldi çattı. Benden iki yaş büyük ablam ile annemin izin verdiği komşulara bayram ziyaretine gidiyorduk. Babacığımın memur maaşından ayırıp komşu teyzelere diktirilen elbiselerimiz, bizden büyük ablaların artık kullanmayıp bize hediye ettiği çantalarımız, yenisi alınamadığı için hayli yıpranmış pabuçlarımızla ve tüm neşemizle… Bugün bayramdı ve biz çok mutluyduk!

Öncelikle çocuğu olmamış ya da çocukları çok uzakta olanların kapısını çalardık el öpmek için. Kimisi kapıdan şeker verir, kimisi mendil içinde harçlık ile beraber çikolata verir yollardı bizi. Bir de Fatma hala vardı. Bütün mahalle ona “hala” derdi. Ordu evine bitişik bir evde otururdu, göreve gelen bütün askerlere annelik ederdi. Bazen sohbetiyle bazen de hediyeleriyle. İşte biz de halaya gitmeyi çok severdik. Bize yaşımıza bakmadan bir yetişkin gibi davranır, kahve yanında likör ve çikolata ikram eder, bizimle sohbet eder, yarınlarımızda ne yapmak istediğimizi sorup biz fark etmeden bizi yönlendirirdi. Çok zarif bir hanımefendiydi kendisi. Kimsenin evinde çok uzun süre kalınmayacağı, genç kızların nasıl davranması gerektiğini anlatırdı ve harika mendiller arasına yerleştirdiği harçlıklar ile yolcu ederdi evlerimize. Yalnız bayramlarda değil, ne vakit gitsek bizi aynı şekilde ağırlar ve özel hissettirirdi.

Ablam Zeliha ve ben

Sonra mı? 80’ler geldi. Hani derler ya önce ekmekler bozuldu. Biz gençler hepimiz bir yana dağıldık. Kimimiz hayatını kaybetti, kimimiz evlendi, kimimiz çok farklı yaşamlar kurdu kendine. Kimimiz de vatanından uzakta… Savrulup gittik bir darbenin önünde. Bu geçen süreçte değişmeyen tek şey her daim yasakçı, baskıcı devlet ve onun getirdiği umutsuzluk, mutsuzluk… Devlette devamlılık esastır.

Ben ve ablam Zeliha

Anılar bazen mutlu ediyor bizleri, bazen de hüzün denizlerinde boğulmadan yüzmemize neden oluyor olsa da hepimiz dünümüz ve bugünümüz ile varız bu dünyada. Yarın yine yasaklar içinde yaşayacağımız bir bayram günü olacak. Biz her şeye rağmen gülelim, sevelim, dans edelim, mutlu olalım… Elbet bugünler de bitecek, sevdiklerimize, sevenlerimize sarılacağız gelecek bayramlarda…

Keyifle, neşeyle, sevgi dolu bayramlar!

Bir Cevap Yazın