FATMA GELDİ Mİ?

Sesine dokunduğunuz, yüzünü bildiğiniz, hele de az buçuk hikayesine hâkim iseniz artık bir tanışıklık, ahbaplık, bir ilişki başlamıştır. Merak eder, özler, kaygılanır, gözleriniz yollarda beklersiniz de… Tüm insani münasebetler için geçerlidir. Birbirinize, kalplerinize “dokunmuşsunuzdur…” Geriye dönüşü yoktur, bilindiktir, mimlemişsinizdir kafanızda, ruhunuzda…

“Ayy, hani şu geçen günki amca yok muydu, ayakkabısı delik olan. Sâhi o günden beri gördünüz mü?” “Çapa’dan gelen grupta gözüme çarpmadı kaç gündür? Sen görüyor musun?” “Dün geç kaldı, köpekli teyze. Yemeğe yetişemiyordu az daha…”

Yukarıdaki tümceler, ilk anda sizlere, satırları okuyanlara pek bir anlam ifade etmeyecektir, etmeyebilir de. Betimleme, tarifleme, anımsatma cümleleri aslında…

Evsizler üzerine sahada çalışan gönüllülerin, bizlerin aramızda geçen diyalogların bazılarıydı… Peki, insanlardan bahseder iken ismi yok mu bunların diyeceksiniz, bilmiyor musunuz? Bilinmemesi ayıp değil mi? Aslında evet, ayıp, hepiniz de haklısınız.

Çoğunuzun belki bilmediği şudur ki, sokakta yaşama mecbur olan dostların; mevsimsel olarak hem zorunlu göçer olmaları (il, bölge), hem 15-20 kişilik bir gruptan bahsetmiyor oluşumuz ve de gün be gün çığ gibi büyüyen bir kitleye de dönüşüyor olmalarının yanında; yemek, giysi gibi ihtiyaçlarını karşılarken herkesle tek tek temas kurma şansı bulamamamız da temel nedenlerden…

Bazı dezavantajlı insanlar ise, iletişim kurmamayı tercih edebiliyorlar. Sokağın insan ruhunda derin yaralar bırakma etkisi ne yazık ki… Bire bir küskünlükleri “bize” olmasa bile; hayata küskünlük, küstükleri insanlığın figürleri, orada bizler olduğumuz için, bize de yansıtabiliyorlar…

Temas kurmak, açılmak, iletişim de süreç isteyen etkenler, bunu da kişiler kendileri belirler. Zamanını, diyaloğun boyutunu evsiz dostlarımız belirliyor.

 Önemli bir şeyi atlıyordum;” güven!” Bunun içinde önce bizleri gözlemliyorlar, tartıp biçiyorlar… Belki, terk edilmeyeceklerinden de emin olmaya da çalışıyorlardır… Sanki mümkünmüş gibi?

ACILIYIZ, YASTAYIZ, EKSİLDİK YİNE…

Genç, hatta göründüğünden daha da genç bir kadındı Fatma. 1 seneye yakındır tanışıklığımıza rağmen, yaşını hiç konuşmamız da sebebiyle, sokağın insanı nasıl çürüttüğü, ne derece yıprattığının canlı örneği, meğerse gözümün önündeymiş…

Benim 45-50’lilerinde diye düşündüğüm kadın, 34 yaşındaymış… Orta yaşlı dahi değilmiş, Fatma’mız…  Oysa, yüzünde ne çok acı ne çok çizgi ne çok keder saklıydı…

Hayat ne sundu, neleri aldı elinden, o çizgileri hangi anıları, açıları barındırıyordu? Yüreğindeki derin yaraları, yüzüne mi nakşettin ah kuzum? Günler, aylar, yıllar senin hanene 3’er, 5’şer mi yazıldı?

Kim bilir neler umdun, ne buldun? Genç kızlık rüyaların var mıydı, hayal kurdun mu hiç? Sen hiç güldün mü Fatma’m? Güleçtin, sıcakkanlıydın, sevgiye susamış kedi kadar da sokulgandın ama tüm yüzünü kaplayasılık güldün mü hiç?  

Geceleri çuvalında yattığın çekçekten, yıldızlar nasıl görünürdü? Kayan yıldız görünce, dileklerin olacağına inandın mı? Parklar sana dost muydu? Onu hiç çözemezdim; boyundan büyük o çekçeği, nasıl sürerdin ah yavrum? Hele de silme dolu iken? Tüm dünya, acıların, hayat da o çuvalda mıydı? Kaç ton çekerdi ki yüklerin?

“Herkes kendi taşırmış yüklerini” kabul de seninki dünyayı taşımaktı; insanlığın hayırsızlığını, doymazlığını, arsızlığını taşımaktı… Hepimizi sen taşıdın be ablam… Ne küfeni yüklendik ne yer edinebildin küçücük bedeninle aramızda… Kuş kadar kadındın oysa…

İlk gördüğüm günü anımsıyorum. Kışa ya yeni girmiştik, sonuydu belki. “Ece, her akşam Fatma’yı da unutmayalım, görmedin ise de yemeğini ayır” demişti Serap.

Tam görememiştim yüzünü, profilden gördüğüm siluetin; ayaz yemiş, esmer, kuru, çelimsiz bir erkek çocuğu izlenimi vermişti…

Kadın olmak; cinsiyetsizleşmek, tüm göze batan yanlarını gizlemek, dişiliğini öldürmek demekti, sokakta yaşamaya mecbur kaldığında… Oldukça başarılıydın!

Gözlerim seni arayacak, bu Çarşamba, tüm Çarşambalarda… Yenik düştü gücenik kalbin, serçe ürkekliği gibi durdu ansızın… Günlerden Pazardı. Sıcağı sadece tenimizi değil ruhumuzu da yaktı, Ağustos daha girerken… Gittin temelli…

Bazen sırtından izlediğim, gözden kaybolduğun o sokağı da dönemeyeceksin artık… Bize geldiğin köşe başında, asılı kalacak gözlerimiz uzun süre…

GÖNÜL RAZI OLMASA DA UĞURLADIK SENİ…

1 Eylül’de 3. Senesini de dolduracak olan; Sokak Lambası Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nde, dün senin için dağıttık yemeğimizi. En sevdiklerinden de olan lahmacun vardı menümüzde, ayranı da eksik etmedik elbet…

Herkes buruktu, gözler ara ara nemli. Başkanından gün sorumlularına, yardıma gelen gönüllülerine hepimizde izlerin vardı; ardında bıraktığın anılarını yâd ettik…

Bir süredir, her gün dağıtımda bizlerle olan, sokağı en iyi bilenlerden ve öznesi de olan Murat dağıttı tüm yemeğini. Hiç durmadı, dinlenmedi. Seni çok tanımadığını söylese de bir evsizi uğurlamak, yemeğini ikram etmeyi kendince, görevi mi bildi? En iyi, yine bir evsiz mi bilirdi, duyguların dilini, yürekte bıraktığı tortuyu? Belki de öyledir…

“Bir evsiz olarak: Fatma Abla’nın arkasından çektiğiniz acıya, verdiğiniz değere şahit oldum. Bu beni çok mutlu etti. Kimsenin umurunda olmaz iken; değerli olduğumuzu hissettirdiniz, teşekkür ederim, yalnız olmadığımızı hissettirdiniz” dedi; Murat. Dağıtım sonrası, kapıda ayaküstü kısa sohbetimizde.

8 sene önce tanımış sokağı, 4 senedir de fiilen evsizmiş. Arada yatılı yerleri olan işler bulmuş. Özellikle son senelerde artan işsizlik, ekonominin kötüye gitmesi sebebiyle; ailelerin dağıldığını, daha çok kişinin evsizlikle, sokakla tanıştığından da dem vurdu…

Senin haberin geldiğinde dernekteymiş. Kimsesizler Mezarlığı’na defnedilmen, hele de yalnız gömülmen; içini yaralamış Murat’ın…

Genç olmasına rağmen; ölümü düşünmüş, ölüm gerçeğini anımsamış… Gömülürken yalnız olmak istemiyormuş… Kimsesizler mezarlığına ihtimali ise, iyice huzursuz etmiş…

Dağıtım bitiyor, temizlik yapılıp, yorgunluk çaylarını da yudumladıktan sonra; artık karalık çökerken “kapatıp yola koyulma vakti” diyoruz.

Gerçi, kapı önü sohbetimiz de oldu bir süre. Biraz birbirimize teşekkür ediyor, iyi dileklerde bulunuyoruz… Ayrılmak hep zor ya, kimden olursa olsun… Gönül birliği ettiğiniz, aynı amaç için emek verdiklerinizle, biraz daha zor… Yolu ayrılacaklarla vedalaşıyoruz.

Haftada 1 gün veya birkaç gün görmek ile, hiç aksatmadan, işinden çıkıp akşamları orada olan, her gün gören Sokak Lambası Derneği Başkanı ve dostumda olan Serap Irmak için; Fatma’nın artık olamayacağı fikrine alışmak daha da zor, zor olacak biliyorum.

Yol boyunca, iki dost, beraber çok evsiz dostu da uğurlamış insanlar olarak;” Serap, beraber çok kimseyi uğurladık. Artık daha mı kolay, yoksa zorlaşmaya mı başladı” diyorum?

“Keşke kolay yolu olsa. Atlatması kolay olsa…Layıkıyla uğurlayamadığınız için; hayatlar yarım kalıp, erken bittiği için hele de daha zorlaşıyor, gidenlere veda edebilmek…

365 gün gördüğünüz, hastalığında bildiğiniz, göremeyince telaşlandığınız, gözünüzün alıştığı, bir şekilde aile olduğunuz, parçanız da olan insanların yokluğuna alışmak, gün geçtikçe daha zorlaşıyor…

Elbise ihtiyacı için yanıma gelmişti. Yüzü gözü siyahtı. Sokakta yaşayan, kadının kamuflajıdır… Parkta yattığını söyledi. 50 kilo ya var ya da yoktu… Çırpı gibi kolları ile, her gün ekmeğini kazanmak için; kocaman arabayı çekerdi… Çok mutsuzdu, hayata, özellikle insanlara çok kırgındı… “

Serap’a hem sizlere anlatabilmek hem de biraz kendim de daha iyi tanıyabilmek için; Fatma’yı sormuştum. Dostum içini de döksün istedimdi de…

Yine yakın geçmişte veda ettiğimiz, İbrahim Abi’yi de kalp krizinden yitirmiştik. Onun kalbi soğuktan durmuştu, Fatma’nınki de sıcaktan.

Kalp krizi, düzensiz ve dengesiz beslenme sonucu çöken vücut ve metabolizma, donma; evsiz dostlarımızın sıklıkla yaşadığı ölüm sebepleri…

“Bizleri suçlu görüyorlar; hakir görüyorlar, yokmuşuz gibi davranıyorlar, değersizmişiz gibi davranıyorlar” demişti Murat…

“Sokak Çocukları”, “Sokakta Yaşayanlar” diyoruz da sokak çocuk doğurmaz ki… İşsiz, çaresiz, dışlanmadan önce, belki bizler onları küstürmeden önce; onlarında yuvaları, aileleri, hayatları vardı…

Toptancılık yapıyor muyuz, yok sayarak üstlerine yapışan “suça” biz de itiyor olamaz mıyız?

“Yetkililer, zenginler, halk görün artık, çareler üretin. 3-5 ay barınakları açmanız çözüm değil, duyun bizi, görün bizi” diye, mesaj yolladı Muratgiller…

Arkadaşlar! Yemek ne alemde? Herkes aldı mı yemeğini? Gelmeyen kimler, gözünüze çarptı mı? Fatma geldi mi, Fatma?

Bir Cevap Yazın