FAKİRLİĞİ ÖVMEK ARSIZLIKTIR

Geçmiş, geçmişte kaldı. Her çağın ve günün farklı gerçekliği var. Ülke olarak, son 2-3 ama özellikle de geçtiğimiz seneden beri, büyük bir uçurumun eşiğindeyiz. Uçurum; hepimizi içine çeken, gün geçtikçe de çoğunluğumuzu yutan fakirlik. Adı sanı, gerçekliği bu; toplumun büyük çoğunluğu fakirliği iliğine kemiğine kadar hissetmekte, görünen de yeni başladığı…

Artık sözü yuvarlamanın, eğik bükmenin zamanı değil. Herkesin hem kendine, yaşadığı topluma karşı da dürüst olma yükümlülüğü var.

Şey/lerin adını doğru koymak, söylemek, dahası her yerde dillendirmekle de yükümlüyüz; çünkü bu artık sadece bireyleri, ben seni ilgilendirir durum değildir. Geleceği, torun torbamızı, doğmamış çocukları da bağlar duruma geldi…

KÖY KÖYDE, GEÇMİŞ DE GEÇMİŞTE KALDI…

Ara ara hepimizin önüne birtakım fotolar düşer. Köy hayatından, sefaletle geçen çocukluk yıllarına dair fotolar; “özledik”, “daha mutluyduk” romantizmihavadauçuşur…

Saplı samanı, çağla, o zamanın gerçekliklerini karıştırmak ne bireye ne de yaşadığı topluma mutluluk getirmemekle beraber; yöneticilerin de beceriksizliklerini kamufle etmekte…

O kadar sobalı gecekonduların, kuzineli evlerin, köy hayatının özlemini duymaktaysanız; gidin efendim gidin köyünüze…

Hatta yaşam tercihlerinizi o yönde değiştirin, fakat bunun üzerinden romantizm yaratarak; genel kabule, toplumsal hoşnutluğa dönüştürmeye çalışmayın…

Fakirlik; nerede olursa olsun zordur! Fakirlik; insan onurunu ezen, ruhsal, fiziksel çöküntü yaratırken; ömrü kısaltan kara bataktır… Fakirlik; yaşam sevincinin, hayallerin, hayatla bağ kurabilmenin düşmanıdır…

Yokluğun, yoksunluğun, çaresizliğin insanlara neler yaptırabileceğini deneyimlememiş olabilirsiniz, çocukluk anılarınızda kalan 3-5 anekdotu mutluluk sayabilirsiniz; büyük hata…

O fotoların ardındaki gerçekliği; pisliğini temizleyen, dağdan odun taşıyan ana babalarınıza, büyüklerinize sordunuz mu? O yükün altında ezilen hayvanların acıları hakkında, fikriniz var mı?

Sofraya öğün koymanın, ne bulursa ondan yemek uydurmanın zorlukları nasıldı, hiç düşündünüz mü?

Yük hayvanlarının sırtında, haftada bir çarşıdan erzak çekmenin nasıl olabileceğini aklınız alıyor mu? Ekmeği bile motokuryeli istiyorsunuz üstelik…

Kabul; belki sizler köy ağalarının çocukları, torunlarıydınız da herkes sizler gibi şanslı değildi, bu aklınıza geliyor mu yahut?

İlle de çocukluk anılarınızı deşecekseniz; aşağı yukarı sadece bir tek babaların veya anneler de dahil, iki kişinin çalışmasına rağmen; görece daha rahat yaşandığı gerçekliğini vurgulayın, alım gücünü vurgulayın…

Şanslılardansanız; köyden, eş dost akrabadan gelen erzakları söyleyin… Tarım yapılabilir günlerde, dayanışmanın gücü ile ayakta kalabildiğimiz gerçekliğini gün yüzüne çıkarıp, bunu sorgulayın…

Köylerde, gecekondularda sadece odun sobası yoktu. Ayağınıza alınan lastik ayakkabıları, abla abi eskisi kıyafetlere büyüdüğünüz gerçekliğini de araya sıkıştırın… Yetmez; aradan geçen onca yıllara rağmen, neredeyse o günlere dönüşen yokluğu, yoksulluğu da dile getirin ama…

Üstelik de artık ailelerin bütün fertleri çalışıyorken, yine de getiremediğimiz ay sonlarını da vurgulayın…  

Şimdilerde köylünün, çiftçinin daha da fakirleştiğini, kimsenin kimseyi sırtında taşıyacak gücünün kalmadığını, artık dayanışmak için bile elde avuçta bir şey olmadığını da anımsayın, anımsatın da… Özellikle de yöneticilerinize, hoşnutsuzluğunuzu dile getirin…

YOLU SİZ AÇARSANIZ…

Sanmayın ki iktidar ve yandaşları olan bitenden, sosyal medyadan bihaberler, yazılan çizilen gözlerinden kaçmakta, kesinlikle hayır!

Sizlerin çocukluk romantizminiz; “hepimize elektrik, su, hizmet olarak geri dönüyor” hem de misliyle…

Trolleri; trollükten yükselen vekilleri, medyası, en yandaşından sanatçıları el yükselterek; fakirliğe sizleri alıştırıyorlar, genel rıza oluşturmanın zeminini hazırlıyorlar…

Hülya Avşar’ı “gerekirse simit yeriz”, Ahmet Özhan’ı “bir ekmek yiyorsak, yarım yeriz” diyebiliyorlarken; ballı börekli sofralarına geri dönmekteler…

Sonra sözüm ona bir akademisyen; “evinizi 21 derece değil de 20 derece ısıtsanız, evin bütün ampullerini yakmasanız, evde kaybolmazsınız…” diyebiliyorlar… Sanki doğalgazı açabilen, fatura korkusundan elektrik yapabilen mutlu azınlığız sanılmakta… Bizlerin ki kendi halinde ev, saray değil…

Doğalgaza %25, evde tüketilen elektriğe 150 kilowat altı için %52, üstü için %127, sanayi elektriğine %150 zam gelmişken; “yeni zam tarifesi” (Hürriyet) şeklinden ve günler sonra haber geçiyorken üstelik, ayağımızı denk atalım… Aman ha!

Bir gün önce; “ekmek arası soğan” haberiyle, sözüm ona bizi kış aylarına hazırlayan, düne de” vegan köfte” tarifiyle, başkaca bir paçavranın yaptığı; habercilik veya gazetecilik değildir… (Yeni Akit)

Zati durdukları yer, var oluş sebepleri; iktidarı legalize etmek, icraatlarını şirin göstermek olan yayın kuruluşları anlaşılabilir; siz de aynı yerde konumlanmaya razı mısınız peki?

Hayır, sizin köy anılarınıza, ekmek arası soğan yedirmenize, evimi bilmem kaç derece ısıtmam gerekliliği fikirlerinize karnım tok…

Önceliğim; emeğimin gerçek değerini almak, servetin eşit   bölüşümü, insanca yaşam standartlarına ulaşmak. Ayın başından; son güne dair kaygı gütmemek, doymak değil; dengeli beslenmek, bedenim kadar; ruhumu da besleyebilme hakkı… ayrıyeten; bu hakka da herkesin sahip olabilmesi…

Bu şartlara erişirsem; dilersem soframda soğan olur, istersem istediğimi, istediğim miktarda yerim, arzu edersem; köye yerleşirim… Ama ve fakat; razı olmak, mecbur olduğum için değil; kişisel tercihimden ötürü…

Lütfen bana (halk), kimse yaşam biçimi dayatmasın, fakirliği, yoksunluğu şirin göstermeyin, sizin doğrunuzu empoze etmeyin. Buna ne hakkınız var ne de haddinize!

Önce her konuda şartlarımızı eşitleyelim, sonrasına bakarız gülüm… Bana akıl verme; önce edep, irfan sahibi ol…

Bir Cevap Yazın