ENDÜSTRİYEL YANGIN

Ülkede son dönemlerde anlaşılması güç, aslında gündemin ilk sıralarında  yer verilmesi gereken ama üzerinde bile durulmayan tuhaf şeyler oluyor. Mesela endüstriyel yangınlar. Dışarıdan bakıldığında bu vakalar ihmal ya da kaza gibi görünüyor. Ne var ki; endüstriyel yangınların sıklaşması ile ekonomik kriz arasındaki paralellik, sabotaj iddialarını güçlendiriyor. Sanayinin üst üste yanması, üretim araçlarının ve tesislerin küle dönmesi nereden bakılırsa bakılsın ekonomik krizi derinleştirme potansiyeli taşıyor. Bu konunun ivedilikle ele alınması gerekli. Çünkü herkesin bildiği gibi üretim ekonomisi ve kalkınma arasında güçlü bir bağ var.

Türkiye ekonomisi kötü yönetim nedeniyle yokuş aşağa sürüklenirken; endüstriyel yangınlar bu tabloya tüy dikiyor. En son endüstriyel yangın haberi ise Bursa Kestel’den. 15 Ekim günü tekstil fabrikasında çıkan yangın sonucunda iş yeri binası ve üretim bantları kullanılamaz duruma geldi. ‘Aman ne olacak?’ ‘yangındır çıkar.’ diyebilirsiniz. Fakat tekstil fabrikası vakası münferit olmaktan çok uzak. Gazetede, televizyon ya da sosyal medyada -salt benim takip edebildiğim- 10 günde bir endüstriyel yangın haberlerine rastlıyoruz. Muhteşem medyamız ise bu haberleri, detaylarını öğrenmeden sadece duyurmakla yetiniyor. Ancak kazın ayağı öyle değil. Bu yangınlar gelecekte yaşanacak bazı olumsuz ekonomik gelişmeler bakımından işaret fişeği olarak yorumlanabilir.

Ekonomik manzara

Aslında ekonomik manzarıyı anlatmak için yeterli jargona sahip değilim. Herkes gibi gelişmeleri takip ederek olanı biteni anlama çabam var sadece. Ancak; alışverişe gittiğimde 50 TL’den aşağı harcama yapamadığımı görünce pahallılığı iliklerime kadar hissettim. Geçen sene yarı fiyatına alabildiğim öteberiyi bu sene alamıyordum. Elime geçen para aynı olmasına rağmen gelir gider dengesinde çok ciddi sıkıntı yaşadığımı farkettim. Sanırım yalnız değilim.

2021 yılında 71 bin 344 esnaf kepenk kapatmış. Bu dengenin bozulmasında yanlış uygulanan para politikaları sonucu Türk Lirası’nın değer kaybetmesinin payı çok büyük. İflasların 2020’ye oranla %63 artış gösterdiği söyleniyor. Bu durum ekonomik bilançonun ülke açısından bozulduğu anlamına geliyor. Sanayi özelinde döviz kurunun artışı, ihracat anlamında olumlu yorumlanacak bir gelişme olsa da hem üretim maliyeti hem de rekabet gücünün kırılması açısından bir daralma yaratıyor. İç piyasaya mal üreten şirketler ise talep daralması tehdidi ile karşı karşıya. Söz gelimi yerli otomobil üretilse bile cebinde para olmayan bir kişi otomobil alımını ertelemesi beklenir. Üretim enflasyonu nedeniyle eskisi gibi ara mal tedarik edemeyen üreticinin döviz borcu katlanarak çoğalırken mal sattığı uluslararası odaklar fiyat kırma politikasına başvuruyor. Özetle oynak döviz kuru, üreticinin kapasitesini düşürürken kar marjını daraltan bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Tabii; reel sektörün içinde bulunduğu açmaz döviz kuru ile sınırlı değil…

Reel sektör üvey evlat mı?

Aslına bakılırsa devletimiz reel sektöre kaynak aktarıyor. Ancak, ne demişler?.. Hazıra dağ dayanmaz. Türkiye’de sanayi başından beri sorunlu bir alan. İfade özgürlüğü, hukuk güvenliği, maliye politikaları ve dönemsel olarak sektörler arası uygulanan çifte standart reel sektörün kronikleşmiş sorunları arasında yer alıyor. Bilhassa gider kaleminde enerji arzının büyüklüğü üretim verimliliğini etkiliyor.

 İşkur destekleri geçici hibeler düşük faizli krediler, yatırım araçlarının herbiri üretimin devamlılığında kısa vadeli palyatif çözümler sunmaktan öteye geçmiyor. Çünkü reel sektörün özellikle sanayinin en büyük gider kalemi ara mal ithalatı. Diğer giderleri arasında istihdam, enerji girdileri, depolama, lojistik ve vergi yükü yer alıyor.  Ayrıca devletin sanayiciler için uzun vadeli bir strateji belirlenmediği açık. Ve en önemlisi reel sektörün üretim kapasitesi ve ticaretine ilişkin elimizde sağlıklı bir veri bulunmuyor. Örneğin küresel ekonomide büyük bir durgunluk yaşanıyor. Bu durum karşısında ihracatın  devamlılğı için bir eylem planı olup olmadığı bilinmiyor. Pembe bir tablo anlatılıyor fakat sanayimiz sınıf atlayamıyor. Dövizin yükselişi ile kar marjı düşüyor. İnşaat sektörüne verilen imtiyazların, seferber edilen kaynakların söz konusu sanayi olduğunda belli bir düzeyde kaldığı gözlemleniyor. Artan işsizlik, sübvanse edilmeyen ara mal ve daha da mühimi üretimde hem sürdürülebilirlik hem de verimlilik anlamına gelen endüstri 4.0 stratejisi konusunda şeffaf bir yol haritası sunulmayışı. Altyapı ve inşaat sektörü için yaratılan kaynak ve verilen imtiyazlar sayesinde ekonominin büyümesinde ipi göğüslerken; sanayi sermaye yeterliliğinde sınıfta kalmışa benziyor. Nereden mi anlaşılıyor? 2018 ile başlayan ve pandeminin de etkisiyle(!) artarak devam eden batık kredi oranları bu fikri uyandırıyor.

Peki şimdi sanayici ne yapacak?

Tüm bu yaşananların rejim değişikliği ile bağlantılı olduğunu görmemek için kör olmak gerekir. Kuvvetler ayrılığı, bürokrasinin özerkliği ve serbest piyasa koşullarına göre bağımsız hareket kabiliyeti olan sermaye gurubu artık bizim ülkemiz için bir hayal. Bunların yerine hiçbir konuda insiyatif alamayan,  bürokrasi, özgürce karar veremeyen yargı ve denetlenemeyen bir ekonomi aldı.  Serbest piyasanın bilinen kuralları işlemiyor. Türkiye’nin belli çıkarlarlar uğruna kurumsal yapısının bozulmasının zararını başta imalat sanayisi olmak üzere reel sektör ödüyor. İstihdamın yaratılmasına en çok katkı sunan imalat sanayisi cazibesini kaybediyor. Gerek borç yükü gerekse ekonomideki keyfi yönetim neticesinde gelen istikrarsızlığa bağlı olarak gelişen ekonomik öngörülemezlik karşısında üreticinin eli kolu bağlanıyor. Ek olarak  sorunlara çözüm üretecek bürokrasinin kadükleşmesi ve hukuksuz bir biçimde ayaklar altına alınan mülkiyet hakkı ve eşit vatandaşlık da cabası… Bu ve bunun gibi daha uzayacak olan sorunlar listesi nedeniyle iş insanları bir bir üretimi terk ediyor. Kayrılan kesim hariç üreticilerin ve üretimin geleceği qkaderine terk edilmiş durumda. Özellikle de KOBİ’lerin.. Tüm bu veriler ışığında  şu sorunun sorulması zorunlu hale geliyor: Endüstriyel yangınlar böyle bir vaziyetin sonucu mudur? Çünkü esasında yanan orta sınıfı var eden sanayimiz yani milli servetimiz.

Bir Cevap Yazın