EKMEK BULAMAYAN SİMİT, EMEKÇİLER DE TOKAT YESİN

Son günlerini yaşadığımız 2021 bitse de 2022 gelse diye düşünürken, gelen yılın geçen yıldan hiç de iyi olmayacağını bilinciyle artık her şeye hazır bekliyoruz yarınları. Hafta başı 17 bin liradan dolar, 20 bin liradan Euro rakamlarıyla ekonomide bir kat daha fakirleştiğimiz gerçeğine gözümüzü açarken, sosyal medyada ne var ne yok diye baktığımızda yine bir sürü absürtlükle midemize sancılar girdi.
Ben yayınlanan videoyu tıklayıp ne dediğini bile dinlemedim. Ama bir şarkıcı-oyuncu, yine döktürmüş. Habere yapılan yorumlarda herkesin öfkeyle yanıtladığı konu, yakınlarda fiyatı 3 TL’ye çıkan baş tacım, en sevdiğim yiyecek olan simitle ilgili. Kadın büyük bir heyecanla, “Her şey yolunda değilse, gerekirse simit yeriz” demiş. Simit onların “gerekirse” yediği, bir lokantaya girip karnını doyuramayan dar gelirlinin 2 çay bir simitle bir günü geçirdiği, neredeyse en sağlıksız beslenme şeklidir. Bunu yaşayan bilir. Öyle serpme kahvaltı sofralarında alternatif getirilen simit buna örnek olamaz.
Şaibeli bir güzellik kraliçeliğinden sonra önce sinema, sonra müzik hayatında kendince bir yer edinen, aslında birlikte olduğu erkek bireylerin sırtına basarak sahne ve sinema hayatında ciddi paralar kazanan birisi, bu konularda en son konuşacak kişidir bence.
Bu yaz Ayvalık’ta marinadaki marketten alışverişe giderken karşılaştım bu kişiyle. Kendisi Ayvalık nüfusuna kayıtlıdır, hatta oradan bir ada bile almıştır. Yanında koruması ile yürüyüşe çıkmış. Öyle görünce aklımdan geçen ilk şey şuydu: “Harcayıp bitiremeyecek çok parası var ama ne huzuru ne özgürlüğü var, çok yazık.” Sonra onun adına üzüldüğüme güldüm geçtim. Yaşantımız kendi tercihlerimiz doğrultusunda gerçekleşir. Bunların tercihi de bu yönde demek ki ne diyelim.
Aslında böyle yozlaşmış toplulukların yaşadığı ülkelerde belli aşamalardan geçip hasbel kader belli yerlere gelmiş yaratıklar olur. Son dönemde bunlar o kadar çoğaldı ki iyi ki sosyal medya var, cesur insanlar var da hepimiz sektörlerde yaşanan haksızlıkları anında öğreniyoruz. En son yaşanansa bir TV kanalında yayınlanan, duayen diyebileceğimiz bir gazetecinin birlikte çalıştığı muhabire tokat atmasıydı. Ki o tokat, sanki gazetecelik yapmaya çalışan, aslında belli konumlara gelmiş kendini bilmezlerin her türlü hareket ve tacizleri altında günü tamamlayıp, evlerine üç kuruş götürme telaşında olan ışık, ses, görüntü teknisyenleri ve karda, kışta, yağmurda, soğukta haber peşinde koşan muhabirlerin, kısacası tüm basın emekçilerinin suratında patlamıştı.

Ben de bir vakitler video-aktivist ve yurttaş habercilik yaptım. Bir basın kartına da sahibim. Tabii ki hiçbir kurum tarafından kabul görmeyen ama uluslararası kriterleri olan bu karta sahip olanlar, alanlarda, meydanlarda canı pahasına mücadele eder gerçek haberi çekip aktarabilmek için. Ulusal kanallardaki kameraman ve muhabirler kendi pozisyonlarının daha üstün olduğunu düşünerek, bizleri küçük görüp hepimizin önüne geçerek çekim yapmamızı engellemek isterler. Onları uyarınca da haberi akşam haberlerine yetiştirmeleri gerektiğinden dem vururlar. Aslında onlar da çok iyi biliyorlardır ki çektikleri görüntüler önce sansüre uğrayacak, masa başındakiler tarafından kesilip kuşa çevrilecek, anlamsız bir hale gelecek. Belki de hiç yayınlanmayacak. Oysa aktivistler hem ilintili oldukları kuruma aktarım yapıp hem de kendi hesaplarından olayı anında canlı yayın hızında aktarırlar.
Kızım Gökçe’nin ana akım deneyimlerinden bire bir yaşadığımız haksızlıklar, kurum içinde kendini kral kraliçe sanan sunucular, kısaca üst seviyedekilerin altında çalışan emekçiye her türlü mobingi uygular. Belli yerlerde tanıdıkları olan bu elemanlar kendilerine yapılan mobingten çok fazla etkilenmezler. Ne olursa arkası zayıf olana olur. Herkesten çok çalışan, aynı oranda ezilen emekçilerin çoğunun sendikalı olmalarına rağmen arkası kollanmaz.
Sol medya dediğimiz personelin tüm haklarını teslim etmesi gereken kurumlarda da garip bir işleyiş vardır. Çoğu muhabir asgari ücretle çalıştırılmak üzere kadroya alınır. Kimisinin sigortası başlar, kimisine deneme sürecinde sigorta yapılmaz. Hesabına yatırılan asgari ücretin bir kısmı da elemandan geri alınır. Bunu herkes bilir ama çalışmak zorunda oldukları için hiç ses çıkarmazlar. Sigorta veya diğer haklar konusunda ısrarcı olanlar anında işten çıkarılır.

Yurt dışı fonlarıyla beslenen haber portallarının hemen hepsinde işleyiş böyledir. Bunu sendika da bilir ama ne yazık ki pek ses çıkardığı söylenemez. Personel ile kurum arasında arabuluculuk yapmak ve gözaltına alınan gazeteciler için özgürlük talep ede basın açıklamaları dışında pek bir işe yaramaz bu sendikalar maalesef. En son Cumhuriyet gazetesinde yaşanan olaylar, hala gizemini korumakta.
Yalnız basın sektörü değil, maalesef bankacılık, özel eğitim kurumları ve benzeri yerlerde de durum hiç iç açıcı değil. Onca eğitim almış gençler, ya asgari ücreti kabul edip eve ekmek götürecek ya da işverenin bütün taleplerine boyun eğecek. Buna tokat, tekme, küfür, taciz de dahil. En tepedekilerin agresif tutumları hemen her gün ekranlardan taşarken, kurumlardaki kendini bilmezlerin hak odaklı olup huzurlu bir çalışma ortamı sunması beklenemez herhalde. Ne diyelim ki gün olur devran döner, kısa çöp uzun çöpten hakkını alır elbette… Mi acaba? Bu gidişle biraz zor ama bekleyelim görelim, daha kimler döktürecek.
