DİN, DEVLET VE PAMUK

Din; bireyle yaratan, Allah arasında olan, belki de olması gerekli, öznel alanlardan birisi… Hele de 3 büyük kitaplı din, sayısız mezhep, inanış, ritüeller, inançsızlık örülü 8 milyara yakın insan topluluğu varken. Ülkemizde 83 milyon nüfus, keza onca dinsel çeşitlilik de görülmekteyken…

Devlet; sınırlarla çevrili toprak parçasında yaşayan herkesin refahı, mutluluğu, ihtiyaçları için kurulu organ, yönetim biçimi. Devletin tanımından yola çıkarsak; herkese adil, eşit, tüm bireyleri “biricik hissettirme” göreviyle de kuşatılı…

İki tanımdan da hareketle “eşitlik” gereği, devletlerin ya dinle arasına mesafe koyması ya da yurttaşlarının inandığı bütün inanç sistemlerine aynı mesafede durması gereklidir. Aksi durumda; baskın olan grubun inancı önceliklendirilirse, ruhban sınıfının doğumuna kapı aralar iken coğrafya içerisindeki diğer dini inanışlar, mezhepler yaşam şansı bulamayabilirler ve de eşitlik terazisi yanlı kaymaya yol açar…

YÜZDE DOKSAN DOKUZUNUN…

Ülkemiz tanımlanırken; 83 milyon Türk’ün yaşadığı, %99’unun Müslüman olduğu, Avrupa ve Asya kıtalarını birleştiren diye devam eder…

Bahsi geçen %99’un ise Sünni olduğundan yola çıkarak, onun  yayılması, yaşatılması ilkesinden hareketle %1’i kapsadığı ima ettikleri azınlıkların inançları yok sayılmakta, resmen yok sayılmasalar bile, ibadethaneleri, dini ritüelleri görmezden gelinip, ihtiyaçlarında da  kaderlerine terk edilmekte…

Hâl o noktaya geldi ki devletin desteklediği dini organ; birçok bakanlığın bütçesinden daha büyük bütçeye sahip, genişleyen, yayılmacı, nerede ise küçük bir devletçik özerkliğinde; hayatın her alanına dair fikir beyan eden, politikalar üreten, dizayn etme amacı da güden, halktan yana meselelerde “kulağının üstüne yatan” kuruma dönüştüler…

DİB Başkanı’nın yerli yersiz demeçlerine, toplumun çoğu kesiminin olmakla birlikte; özellikle de kadın+’ların hakları, LGBTİ+ ‘ların hakları ve hedefe almalarına da fazlası ile aşinayız…

KULAĞI GEÇEN BOYNUZ VE KANTARIN TOPUZU…

Geçen senenin en gürültü kopartan, toplumun ve dünyanın genelinde yoğun tepkilere yol açan olayıydı; Ayasofya’nın müze vasfından arındırılarak, ibadete açılmış olması. Hele de pandemi sürecinde, yoğun kalabalıkla…

Marmara Üniversitesi’nden ilahiyatçı bir profesör, imam olarak görevlendirilmişti. Göreve geldiği ilk günden itibaren; görevi yansıra, her konuda fikir beyan etme, tarafgirliğe soyunurken, beri yandan da aktif bir sosyal medya kullanıcısı olmuştu.

Kâh faiz üzerine söyledi konuştu, imzamızı çektiğimiz İstanbul Sözleşmesi sonrası sevinç nidaları attı, arada AKP’li kadın vekilelerden Özlem Zengin’le polemikleri derken; görevde kaldığı kısa süreçte, oldukça faaldi…

“Görevden affını” talep edip, okuluna geri dönmüştü. Yaklaşık bir aydır da sessizdi, ta ki dün geceye kadar… Görevde kaldığı süreçte, muhalif halk kitlesinden çok fazlaca tepki de almıştı. Fakat, görevden ayrılıp, gitmişti…

Ne oldu ne tetikledi, neden bunca zaman sonra edep sınırlarını, haddini aşan bir paylaşım yaptı, emin değilim.

“Merak etmeyin ey güruh, haram(!) ettiğiniz vergilerinizden, bana düşen hisseden; hepinize kaliteli pamuk aldım. Artık helal edersiniz, ne yapayım…”

Bahsi geçen zatın paylaşımı, kelimesi kelimesine böyleydi… Vergilerimizden maaş almak mı kanına dokundu, hazımsızlığı sonradan mı nüksetti bilinmez; hepimize kaliteli pamuk almayı akıl etmiş…

Hani denir ya; “imam yellenirse, cemaat pislermiş”, okumuş, yazmış, ilim, irfan sahipleri dediklerinin durumu bu ’dur… 1 saat sonra, önce paylaşımı sildi, sonra kilitli hesabını kapattı. Yedek hesabıyla, olanı biteni gözledi bir süre… Sabaha doğru, kapattığı hesabını yeniden açtı…

Beyzadede kafa çok karışıktı tüm gece… Sonra; kendince üslup yumuşatarak, dert anlatma adında; tüy dikti kısaca…

Bu tavra sert karşılık veren, eleştiride ölçüyü kaçıranlar olmuş mudur, mümkün. Birilerinin hukuksal boyutta, canının yanma ihtimali de söz konusu.

Elbette ki küfrü, hakareti savunmuyorum. Demek istediğim; tahrik edenin, hiç mi suçu yok?

Geçmiş dönemde, devletin memuru olmuş; söyleminden anladığımız kadarı ile vergilerinden maaş aldığı halka, hadi memurluğu, maaşı da geçtik topluma bu derece ölçülü aşan sözleri nasıl ve ne hakla söyleyebiliyor?

Konu; muhalefet, muhalif kesim olunca, çocuğundan yaşlısına dakika sektirmeyen adli merciler, o şahıs hakkında da işlem yaparlar mı? “Düşünce ve ifade hürriyeti” sadece ve de sadece birilerine mı has?

Hoş, daha ağır sözler, hakaretler, tehditler, fiziksel darplarda da terazi bizden yana ağır basmamıştı ya neyse…

İç huzuru, gönül rahatlığıyla uyuyabilirim… En azından pamuğum, hem de kaliteli olanından hazır bari… Daha ne ister insan?

Bir Cevap Yazın