DİASPORADA BİR DİVA: DENISE TÜRKAN

Gözden ırak olanın görünmezliği mi, trans olduğu için mi bilinmez; Denise yokmuş, başardıkları önemsizmiş gibi bir algı var Türkiye basınında ve kamuoyunda da. Eften püften oyuncuların, 3-5 günlük şöhretlerin, ayı bile doldurmayan yurtdışı gezilerinde; nerede ise kapılarında kamp kurulmakta oysa ki… İkircikli tutumun nedeni ne ise artık? Neyse!

Göçerliği öncesi ahbaplık, tanışma şansımız olamamıştı. Sosyal medyadan takipliyor, başarılarını takdirle izliyordum. Röportaj teklifime de çok sıcak yaklaştı, o süreçte bir de Türkiye ziyareti ortaya çıkınca; hem tanışıp kucaklama, aynı zamanda da sorularımı yüz yüze sorma şansı yakaladım ki, tanışmak en büyük arzumdu da.

Denise Türkan, kendini kendi anlatsın. Siz de tanımış olun. Öte yandan da girizgahımdaki, sitemimde de ne derece haklı olduğuma şahitlik edebilesiniz.

  • Hoş geldin! Hele teyzem kızı, ayağındaki “Kırmızı Halı” tozunu, bana doğru silkele hele🙂 Biraz seremoniden, Hollywood’dan, Kırmızı Halı töreninden bahsederek başlayalım mı?

Öncelikle, bu benim ilk Hollywood filmimdi. 2018 yılında oynamıştım, pandemi süreci vs. ancak vizyona girdi. Başrol oyuncularından da birisiydim. Filmde, iki çocuklu, lezbiyen bir kadını oynamıştım. Tamamen lezbiyen kadınlardan oluşan, 40 yaş üstü bowling takımının oyucularından birisiydim. Filmin baş rollerinde, iki tane trans erkek oyuncu vardı.

Death And Bowling” filminin, benim açımdan bir başka önemi, ilk dram filmim olmasıydı da. Komedi oyunculuğu, bir anlamda üstüme de yapıştı aslında… Oyunculuk yelpazeme dramayı da katabilmek güzel oldu. Bu anlamda, örnek aldığım iki tane kadın vardır: Perran Kutman ve Binnur Kaya. Her rolü oynarlar. Bir de Demet Akbağ’ı da eklemeliyim.

Filmin bir başka özelliği; oyuncularından kamera arkasına, tüm ekibin LGBTİQ ’lardan oluşuyor olması idi.  Sanırım, oyuncusundan kadrosuna tamamı LGBTİQ ’ların olduğu ilk film de. Film tamamen Amerika yapımı, yönetmeni yine trans bir erkek.

Dediğin gibi de Türkiye seyahatim öncesinde; “OutFest” adında, çoğunluğu LGBTİQ temalı ya da oyuncuların filmlerini olduğu, festivalde filmin galası yapıldı. Kırmızı Halı töreni ile Hollywood’da büyük bir gala ile vizyona girdi film.

Çoğunluğu önemli LGBTİQ’ lardan, trans oyunculardan oluşan, hayli renkli ve ünlü bir gala da oldu. Kimler vardı kısmında; Ru Paul ve onun yarışmalarına katılmış ve de oyuncu da olan Bianca Del Rio gibi, artık dünyaca da bilinen isimler, ilk aklıma gelenlerden.  Yine, Times Dergisine kapak olan, ilk trans erkek oyuncu Elliot Page (Juno, The Umbrella Academy) vardı.

  • Hazır Amerika’dan bahsediyoruz madem: Deniz’den Denise yolculuğuna geçelim mi? Nasıl karar aldın, sıfırdan ve başka ülkede hayat kurmak korkutmadı mı? Amerika’da olmak nasıl hissettirdi?

Ben oğlak burcuyum. Macerayı seviyorum, ağır da basar bu yönüm. Sıfırlanmayı, yenilenmeyi seviyorum. Yeni şeyler öğrenmeyi seviyorum. Mesela, bana arkadaşlarım şey der: “Bıkmadın mı okula gitmekten”, eğitimi ve gelişmeyi, yeni şeyler öğrenmeyi seviyorum yani. Geri döndüğümde, pandemi süreci normalleşmeye de başladı, öğrenmek istediğim bir oyunculuk tekniği var; okullar da yavaş yavaş açılıyor, ona başlayacağım.

Aslında eğitimi sevmem, yeniliklere açık olmam, Amerika yolculuğumun temellerini de attı. Biraz yabancı bir ülkede oyunculuğu merak etmek, biraz dil öğrenme amacı, kararımın altında yatanlar.

Bir de Türkiye’de oyunculuk sektörüne de küsmüştüm. “Olacak O Kadar” gibi bir ekipte oynamamış oyuncuya; 15-20 saniyelik “otoban sahnesi”, ya da derinliği olmayan ve repliği nerede ise yok denecek “hayat kadını”  rolü teklifleri ile gelmeleri de küskünlüğümü doğurdu. Prototip rollerin gelmesi, hayli yorucuydu…  Oyunculuk geçmişimin, emeğimin göz ardı edilmesi; herkesin oynayabileceği rollerle gelinmesi, beni iyice bezdirmişti de.

Öncelikli olarak, 6 aylık dil kursu için gelmiştim. Yetmediğini fark ettim, süreyi uzattım. Devamında o arada, Türkiyelilerin işlettiği barlarda, sahne aldım, şarkıcılığımı geliştirim, assolistlik yapıyorum. Oyunculuk yapma fırsatı, çevre oluşması derken; 11 yıldır buralı, 2 senedir de vatandaşı da olmuş, Denise Türkan’ım artık.  

Buranın oyuncu için artıları da eksileri de var. Göçmen ve aksanlı oyuncu olunca; bazı rolleri alma şansınız olamıyor. Öte taraftan da trans kadın olmanız; natrans bir kadını oynamanıza engel değil. Role girebiliyorsanız, “ille de sen transsın, sadece transları oynayabilirsin” gibi bir durum yok…

Amerika’da da çok fazla trans kadın oyuncu var, bu anlamda rekabet ortamı çok yüksek, ki; hepsi konservatuar mezunu, dans eğitimi olan vs. sayısız meziyetleri de olan oyuncular. O sebeple gerçekten çok iyi ve farklı oyunculuk tekniklerine sahip olmak da gerekli. Türkiye’de öyle değil! İsim vermek istemem; bazı arkadaşlar, her şeyi yapmanın yanında oyunculuğa da soyunuyorlar veya teklif alıyorlar… Öyle olunca; sizin geçmişinizi, emeğiniz de anlamı kalmıyor… Zati sahneler veya televizyon kanalları translara kapalı mı bilemiyorum ama; Bülent Ersoy’a veya Ayta Sözeri’ye değil… Belki de çok ünlü olmak lazım…

BEN TRANS OLDUĞUMU UNUTTUM!

  • Sen, Türkiyeli trans bir kadınsın, Türkiye’de trans kadın olmanın da nasıl olduğunu deneyimledin. Amerika’da trans kadın olmak nasıl?

Ben, burada trans olduğumu unuttum! O kadar “normal” ve olağan bir hayatım var ki, translığım hissettirilmediği içinde, çoğu zaman unutuyorum… (Yazar durumu hayal edemedi…)

İnsanlar sana bakmıyor, iş bulma imkânın yeteneklerine bağlı, her şey olabilme şansınız var… Şehrin her noktasına, toplu taşıma ile gidiyorum.

  • Transfobi yüzünden, liseyi birinci sınıfta bırakıp; yıllar sonra açık öğretimle liseyi tamamlamış, şimdi de 3. Üniversiteyi okuyan trans bir kadınım. Geldiğim noktanın geri planı bu. Biliyorum ki, sen orada öğretmenlik de yaptın. “Dönmeden öğretmen mi olur” diye, okulu başına yıkmadılar mı, taşlamadılar mı okulu? 😊

Güzellik uzmanlığı eğitimi aldım. 2018 yılında, mezun olduğum okuldan öğretmenlik teklifi geldi. Önce biraz şaşırdım! Sanırım, geçmişte (Türkiyeli yıllara gönderme) biz translara, her şeyi yapamayacağı öğretilmiş, beynimize kazınmış, şaşkınlığım ondandı…  

Teklifi kabul ettim. Görüşmeden çıkınca; öyle şaşkın ve de mutlu idim ki hemen sosyal medyamda paylaştım… Türkiye’de bunun hayalini kurmayı bırakın; bir transın öğrenci olması bile  zorken… Dürüst olmak gerekir ise, günün birinde öğretmen olacağımı; hele de bir devlet kurumunda olacağını, hayal bile edemezdim… (Trans öğretmen görmüş, saf dönme şaşkınlığı ile dinlediğimi , çok da belli etmedim umarım…) 🙄

Öğretmen olarak; oldukça iyi övgüler de aldım. Disiplinim ve işime özen nedeniyle, arkadaşlarıma örnek de gösterildim… Sonra başka bir okuldan teklif geldi. Şimdi ise, daha iyi bir yerden, aynı alanda başka bir teklif aldım.

Ama şunu da söylemeliyim; bu galiba  New York için böyle… New York’ta, Amerika değil aslında, başkaca bir gezegen gibi sanki… Orta Amerika’da bırakın trans olmayı, LGBTİQ olmak zor… Oralarda da horlanma, itilip kakılma, fobiklik hâd safhada… Cinayetleri söylemeye zati, lüzum yok…  Ben mesela; New York, Los Angeles, Chicago gibi büyük şehirler dışında bir yere gidemem, yaşamayı da düşünemem…

  • Şöyle bir soru sorsam; Denise’in beklentileri çok mu ütopikti, Türkiye’de gerçekleştirmesi çok mu zordu da Amerika’ da? Bir yandan da sıfırdan hayat kurmayı da seviyorum dedin, geri dönmeyi düşünür müsün?

Hollywood’da büyük prodüksiyonlu bir film yerine, ülkemde yapabilmeyi isterdim. Kırmızı Halı yerine, ülkemin insanına kendi anadilimde, kendimi, oyunculuğumla anlatabilmeyi isterdim.  Burada yapabildiklerimi, başarabildiklerimi ülkemde de yapabilmiş olmayı isterdim de…

Evet, kendime koyduğum bir süre var, sonrasında da dönmeyi istiyorum. Şarkıcılığımı geliştirdim, burada dersler aldım, Türkiye’de de dersler alıp, sahne alabilirim. Bir menajer arayışındayım. Belki, her iki ülkede birden yürütebilirim oyunculuğumu.

Oyunculukla burada kendimi kanıtladım ama; basından ilgi yok. Sanki ya görünmezdim ya da inanmıyorlar mı acaba bilemiyorum da? Brodway’ in göbeğinde, “OffBrodway”de (Koltuk sayısı 100-500 arası olan sahne) oyunlar oynayan, Hollywood’da büyük bütçeli bir filmin oyuncularındanım fakat; yine de ilgi yok… Türkiye’den ya uzak oluşum kaynaklı  mı veya yüzüm mü unutuldu; destek görmüyorum…

Bir dönem, konuk oyuncu olarak yer aldığım, “Orange Is The New Black” dizisindeki rolümü paylaşmıştım.  Bir magazin sitesi haberleştirince; hemen sonrasında da Kutlu Ataman’dan, bir filmde rol teklif gelmişti. Her şey tamamdı, o süreçte vatandaşlık hakkını kazanamamıştım ve gelemedim. Yerime de arkadaşım Seyhan Arman oynadı.

Bir sanatçı için, alkışlar ve tanınırlık önemli sonuçta. Bir magazin sitesinin haberiyle, rol teklifi gelmesi gibi. Yeni jenerasyon, beni tanımıyor da mesela.

  • Hazır adı da geçti, “Orange Is The New Black” dizisinden ve oradaki rolünden de bahsedelim mi?

Öncelikle severek izlediğim bir diziydi. Ajansım dizide 3 bölümlük ama iyi bir rol olduğunu söyledi, “oynamalısın ”da dedi. Bırakın oyunculuğu, sette kameranın yanında durabilmek bile benim için çok önemliydi aslında, oyuncusu olma şansını yakaladım. Dizi LGBTİ eksenli . Kadınlar hapishanesinde geçiyor. Yaşlı kadınların, akıl sağlığı yerinde olmayan kadınların ve iki trans kadın için açılmış olan, C Koğuşu’ndaki, trans kadınlardan birini oynadım.

  • Hadi biraz siyaset konuşalım mı? Malum trans ve Türkiyeli de trans bir kadınsın. Yeni evin de olan ülkede, şimdilerde de açık kimlikli, trans kadın bir senatör (Sarah McBride) var. Nasıl hissettirdi, hissettiriyor da?

Böyle şeyler duyunca veya da LGBTİ+larla ilgili güzel haberler alınca; direkt aklıma doğduğum ülkem geliyor, “ya keşke, keşke benim ülkemde de olabilseydi” diyorum…

 Türkiye’de, LGBTİ+’ larla ilgili haberlerin altına; “ama sizde normalleştiriyorsunuz”, “çocuklarımıza kötü örnek oluyorsunuz” vb. yorumlar bırakıyorlar, çok üzülüyorum, kızıyorum. İnsanları tanımadan yorum yapıyorlar, önyargıyla hareket ediyorlar.

Ben mutaassıp bir ailede büyüdüm. Rahmetli babam da annem de hacıdır. Ama; beni öyle bir bağırlarına bastılar ki anlatamam. Belki de açık fikirli, en modern trans bireyin ailesi bile o derece sahiplenemez.

Şimdilerde kamuoyunda, voleybolcu kadın üzerinden fobiklik ve nefret kusuyorlar. O kadın n’apıyor ki? Oyununu oynuyor, kime ne kötü örnekliği var ki ayrıca?

İnsan beyni örnekle, hareket eden bir yapı değildir. Öyle olsa idi, çocuklar televizyonlarda katilleri, hırsızları, sapıkları görüyorlar…  Cinsel yönelim, cinsiyet kimliği rol modelle olacak şeymiş gibi… Aileden iyi eğitim ve terbiye alırsa, kimse kimsenin çocuğuna kolay kolay örnek olamaz, zorla kötü yola çekemez.

  • Yakın zamanda, Türkiye’de Onur Haftası kutlaması diyemem ama; dehşeti yaşandı. Oradan bakınca nasıl görünüyordu? Senin Türkiyeli olduğunu bilenler, “Denise orada neler oluyor” diye sordular mı ya da?

Pride/Onur Haftası’nda, burada polis bizimle yürüyor, gökkuşağı bayrak taşıyor. Orada da bayrak taşıdı diye, insanları copluyor, dövüyor, göz altına alıyorlar…  

Onları gördükçe, geçmişte yaşadıklarım da aklıma geliyor… Bir gün evden çıktım, sahne aldığım mekâna gideceğim, taksi bekliyorum. Motorlu polisler geçerken, bağırarak; “N’apıyorsun sen burda? Çabuk içeri gir…”  Sana ne, sanki sokağa çıkmam yasak?

Trans kadınlığa adım attığım süreçte, ailemin tepkisini de kestiremediğim için, evden kaçmıştım. Sonra aramız düzeldi, görüşmeye başladık. Babam hacı demiştim: uzun sakallı da bir adam yani. Şişli’de oturuyorum. Babam da taksi ile beni evime bırakıyor. O kadar da iyicil düşünüyorum ki; “Polis diyorum, beni niye çevirsin? Niye bir şey yapsın?” Ben taksiden indim, binaya doğru giriyorken, sesleri de duyuyorum.  Arkamızdaki polis arabası, babamı çevirdi. Çok affedersin, “Senin, o ibne ile ne işin var? Sakalından da mı utanmıyorsun” dediler. Hem de babama…  Ben, “O, benim babam” diyorum; babam da “O, benim evladım” diyor, ona rağmen bağırmaya devam ettiler… Kimliklerimizi verene kadarda inanmadılar…

Hâl böyle iken; Amerika’da da polis bize” Merhaba hanımefendi! Nasılsınız” diyor…  Tabii Amerika derken, New York’tan bahsediyoruz, altını yeniden çizeyim.

Temel de söyledikleri; Türkiye’yi güvensiz buldukları, seyahat etmeye kaygı duydukları. Orta Doğu sanıyorlar, ora gibi sanıyorlar…  Aslında büyük şehirlerin görece daha güvenli olduğunu söylüyorum. Cinayetlere alışkınlar. O, dünyanın hiçbir yerindeki transları şaşırtmıyor… Dediğim gibi; Orta Amerika’da da çok vahşice cinayetler oldu, oluyor da… Konu translar olunca; tüm dünya, biraz da birbirine benziyor sanki…  Gelirken, hep dediler mesela;” korkmayacak mısın”, “yok canım niye korkayım” dedim…   İnsanlar, iyiden çok, biraz da kötüye daha çok inanıyorlar sanki…

  • Havaalanından, evine gelene kadar, fazlaca gözlemlemişsindir. Bıraktığın Türkiye mi, çok fazla değişmiş mi veya değişim ne yönde?

Aslında o farkı, geçen sene daha çok hissetmiştim. Uzun yıllar sonra, ilk gelişimdi.  En göze batanı; çok fazla Arap görmek, her yerde Arapça duymak şaşırtmıştı. Görünüm itibariyle, şehir bazında daha gelişmiş ve daha temiz İstanbul gördüm. Bu sene öyle bariz bir fark hissetmedim, belki de aradan uzun süre geçmediği içindir.

  • Hadi devamında da Türkiye’de neleri özlüyorsun? Ülkeye yoğun bir özlem duyduğunun farkındayım da…

En çok yemeklerini özlüyorum. New York’ta da Türk yemeği yapan yerler var ama tadı aynı gelmiyor.   Tabii ki başı ailem ve arkadaşlarım çekiyor, özlenenler listesinde.

Geçen sene de fark etmiştim ama; bu sene daha bariz fark var. Çok pahalı bir ülkeyiz! En küçücük şeyler, yemekler 50 ₺… Arada şaşırıp, “oha”lı cümleler kurduğum oluyor…

Tam ben dolar üzerinden harcama yapıyorum da “bu insanlar nasıl geçiniyorlar” diye kafamdan da çok sık geçiriyorum.. Dün, eh basitinden bir yere girip, yemek aldım; 60 lira. “Ne aldım ki ben” dedim? Öyle çok etiket veya marka bir yer de değildi…

Amerika, insanı yalnızlaştırıyor! Tamam, orada da arkadaşlarım var; fakat herkesin çalışma temposu, saatleri farklı. O sebeple, arkadaşlar ve aile özlemi  çok fazla. Havasını ve güzelliklerini söylemeden geçemem

  • Yurt dışında yaşamayı tavsiye eder misin? Önerilerin neler?

Ben en iyi New York’u biliyorum, o sebeple buradan bahsedeyim. Öncelikle, burası da pahalı bir şehir. Başlangıçta ev tutmak vs. lüks. Oda tutarak başlıyorsun hayatına. İzin belgesi, çalışma belgesi bunlar kesin şart derim. Kesinlikle dil bilmek, olmaz ise olmaz!  Cepte para ile de gelinmeli! Kaçak göçek çalıştığın zaman, zati durumunu bilen kişiler de sömürüye gidiyorlar…

Ben de ilk geldiğimde, 700 dolara oda tutmuştum, şimdi daireye çıktım ama; o zaman öyle gerektiriyordu şartlarım. Nereye gidilir ise gidilsin; artık Google var, veya sosyal medyadan yurtdışında yaşayan insanların deneyimlerini paylaştıkları sayfalardan, iyice araştırmak da lazım.

  • Finali tatlı bağlayalım. Aşk var mı? Biraz da dedikodu ver, hadi bana😊

Gıybet kadını değilim, malzeme çıkmaz Ece’ciğim😍 En son, Türkiye’de flörtleşmiştim.  Anlamı; aşkta yok şimdilerde. Gerçi, geldiğimi duyan bir kaç bey aramadılar da değil. İlgi var fakat, çok zamanım olamayacak. Bazıları da Amerika’dan geldiğim için, “özel ilgi” göstermekteler… Eskiden beğendiğim ama ilgilenmeyenler, şimdiler de “yemeğe çıkalım”, “bir içki içelim” gibi ısrarcı da oluyorlar… Herkes öyle değil yine de.

Bir de ben oğlak burcuyum, aşktan önce iş geliyor galiba. Ayaklarımın üstünde durmaya, geleceğim ve işim için çabalarken, ilişkiye de fırsat kalmıyor sanırım… Tüm güçlü kadınların, ayakları yere basan kadınların yaşadığı  gibi; bu erkekleri biraz korkutuyor da sanırım. Ya taşımamaktan ya da güçten mi korkuyorlar, ilişki kısmı da zora giriyor…

Denise ile çok keyifli bir sohbetti, açık yüreklilikle bütün sorularıma da cevap verdi. Satırlarımı noktalarken; tanışma ve söyleşme şansı yakaladığım için, çok teşekkür ederim de yeniden.

Ayrıca, filmi Türkiyeli hayranları da izleyebilecekler; 25 Eylül’de Ankara, 1 Ekim’de de İstanbul’da  @pembehayatlgbti ‘nin düzenlediği, @kuirfest ’te gösterimde olacak. Bilet ve davetiyeler için; adresler üzerinden iletişime geçebilirsiniz…

Güzel kadın, dilerim ki hayallerini,  çokça özlemini duyduğun ve doğduğun topraklarda da gerçekleştirebilesin. Alkışların, ödüllerin bol olsun. Kırmızı Halı ile başladın, Oscar’a açılsın yolun. Hazır film ilk festivalinden, “Seyirci Ödülü” nü de almışken, neden olmasın ki?

Belki bir sabah uyanırız; herkes sevdiği, doğduğu, belki de mutlu olduğu topraklarda gönlünce yaşar, kendi olma şansını yakalar. Kendini gerçekleştirebilir ise, başarının önünde hangi engel durabilir ki? Mutluluk; tam olarak, bundan başka nedir ki?

Bir Cevap Yazın