DENİZ BİTTİ Mİ?

Son zamanlarda, alışkın olmadığımız şeyler oluyor; sessizliği ile, yandaşlığı ile bildiklerimizin sesleri herkesten çok çıkar oldu. Susmanın marifet olmadığını, kendi cepleri küçüldükçe, canları riske girmeye başlayınca fark eder oldular.

Geminin gidici olduğundan mıdır, yerleri mi doldururdu, yoksa ihtiyaç hasıl olunmadığından mı bilinmez; artık onlar da “biz” gibiler…

Adları, etiketleri, paraları kapı açamaz, zırhtan duvar öremez; korunaksızlığın, çaresizliğin, sıradanlığın neye benzediğini tattıkça, “nerede bu devlet”, “polis yok mu” yaygaralarından geçilmiyor.

SESİNİ BANA DUYURMA DEMET…

Dün, şarkıcı Demet Akalın, kişisel sosyal medya hesabı İnstagram’dan bir video paylaşarak, yardım çığlığında bulundu.

Sahibi olduğu restoranda, eşinin rehin alındığını ve can güvenliği olmadığını belirtti. Öyle, sen ben gibi, halk gibi, tutunacak başkaca dalı yokmuş gibi “polis”, “emniyet nerede” şeklinde feryat figandı.

Söylemlerine göre; yan yana komşu olan iki dükkân arasında çıkan kavga ve sonucunda da eşinin dükkânlarında rehin alındığı.

Devamında paylaştığı ikinci videoda; gazetecileri olay yerine davet ediyor, kocasının can güvenliğinden kaygılandığının altını çiziyordu yine.

Adalet kendilerine de lazım olunca; hak, hukuk, polis, can güvenliği, eşkıyalıktan tutun da “burası dağ başı mı” noktasına geldikten sonra;” kadın başıma ben de oraya gidicem” şeklinde ajitasyonun dibini de sıyırmaktan da geri durmamış…

SEN DE Mİ DEMET?

Eşinin karakol sonrası açıklamalarında vurguladığı, diğer tarafın “cumhurbaşkanının berberi” olduğu…

Karı koca, başkanlarına toz konduramadıklarını fakat bir berberin kendilerine bunları yaşatmasını yediremediklerinden de dem vuruyorlardı…

Nasıl oldu, ne oldu da berber büyüktür Demet’ten noktasına gelindi? Sırlarını bizim çözmemiş zordur, kuşku götürmeyen gerçekliği bu.

Şimdi Demet’im, burası hep böyle idi…

Adalet; sana başka, bana başka işliyordu…

Sıradan insanın, can güvenliği uzun süredir yoktu…

Parası, gücü olanların canı isterse; polisi içeri sokmuyor, kâh polisle evinden aldırıyor, kimi zaman da her birimizi okşatıyorlardı… Tatlı tatlı, yumuşacık polislerin şefkatli ellerine, özel ilgisine itiliyorduk…

Gerçi sen o zamanlarda; saraylarda, konaklarda baş köşelerdeydin… Daha da olmadı; herkese yasak, sana serbest barbekü partilerini gözümüze sokuyordun…

KADIN BAŞINA…

Güzelim; biz kadın başımıza çok dövüldük, sövüldük, sürüldük, öldürüldük…

Kadın başımıza; “kadınlar ölmesin” derken, her birimiz düşmana reva görülmeyecek şeylerin öznesiydik…

Barbekülerinin keyfini sürerken; çoğu kadın çarşı pazardan, çöpten ekmek topluyordu…  Çocukları ısınsın diye fönü açıp, yan odada ilmeği boynuna doluyordu…

Bizler de “kadın başımıza”, böyle şeyler yaşadık. Karizmanın çizilmesi kadar, değerimiz olamadı her birimizi üst üste yığılsaydık da…

Sanma ki öfkem sana, servetine, gücüne… Hayır bebeğim; körlüğüneydi, suskunluğunaydı… Kendini, çıkarlarını herkesten, halktan üstün tutman, üç maymunun oynamaktan haz duymanaydı…

Aramıza hoş geldin! Bilemem, sıradanlığımızla, seni rahat ettirebilir miyiz? Buralarda hukuktu, adaletti pek bulunmaz, her saniye polis koruma sağlamaz…

Yol yakınken, geldiğin mahalleye geri dön, var ise öyle bir şansın. Özür mü dilersin, etek mi öpersin yap bir şeyler işte…

Baktın hiçbiri olmuyor; Bebek’te üç beş tur at… Aman, fazla da şikâyet etme; her zaman karşındaki “altı üstü berber” olmaya da bilir…

Sen buralarda yenisin, dikkat et bebeğim…  Sarıldım, kucakladım. Kendine cici bak!  Seni seven, bir dost…

Bir Cevap Yazın