DAYANIŞMA MI, HÜKÜMRANLIK ALANI MI?

Sapla samanı; insanlıkla/insan olmayla, dayanışmayla, koşullu desteği birbirine karıştırmaktayız. Birine el uzatmak, çığlığını büyütmek… bize; o kişi hakkında ömür boyu söz söyleme hakkı tanımaz. Dahası; o insana boyunduruk vurma, elde cetvelle bekleyen sıfırcı hocası, aba altından sopa gösteren ebeveynleri, erki olma alanı açmaz, açmamalı da…
Her insan vücut bütünlüğüyle yaşama, eşit haklar, kendi hayatı/bedeni üzerinde özgürce karar alma, dilediği yönde ilerleme hakkına sahiptir… Kendisi için istediğinin adı “hata yapmak” ise; herkesin de o hakkı vardır. Hangimiz ne tarz hatalar yapmadık, yapmaktayız ki?
Yaşamak adına; hayatın çizdiği yönde ilerlemek, kalbin sesini dinlemek, aşk, sevmek yahut da başkaca koşullarla kararlar alırız; kimisi iyi, bazısının sonuçları da kötüdür…Ben olmak; tüm bunlarında toplamı değil midir zati?
Deneyimlerimiz, hatalarımız, sevaplarımız, edindiğimiz dersler, çıktığımız yol, yolda ki sınavlarımız ve başkaca bir sürü şey; karakterimizi, hayattaki duruşumuz, kişiliğimizi oluşturmak da öte yandan da…
ÖZÜ KAÇIRIYORUZ…
Genç bir kadın; âşık oluyor, ilişki kuruyor, ayrılıyorlar ve sonrasında da ayrıldığı ‘adam’ tarafından yüzüne kezzap atılıyor…
Yüzündeki yanık, yara izlerinin yanında; bir gözünü komple yitirirken, diğer gözünde de görme yetisi %30’a iniyor. Yani, o gözde de sadece bulanık görmek şeklinde.
Bunu yapana verilen cezaysa; sadece 13 yıl… “Kasten yaralama” suçundan almış o cezayı… Öncelikle burada bir kusur, sorun yok mu? Bir hayatı karartmaya çalışmak, elinden alma çabası, kadının ruhunda, bedeninde, geleceğe dair kaygıları üzerinde kalıcı hasar bırakmasının karşılığı bu mu olmalı? 13 yılın ne kadarını yatıp çıkacaktı?
Süreç içerisinde; barışma, kadının affetmesi, davayı geri çekmesi, evlenme noktasına kadar geliyor olaylar. Nedeni, nasılı, hangi şartlarda bu noktaya gelindiğinin, kendi adıma çok da önemi yok… Kimsenin de üzerine vazife değil!
Yaşayanı, öznesi ben değilim… Bu karar ne tarz sebeplerle alındı bilemem… Aşk, korku, kaygı, baskı… bunlardan birisi, belki hepsi… Bilemem, kimsenin bilme şansı yok, önemi de yok…
Burada önemli olan; bizim nerede durduğumuz, duracağımız? Olayın özü; yardım çığlığı vardı, bir kadının başına gelen vahşet vardı, hukuksuzluk vardı… Karşısında olduğum, sunduğum destek bunaydı… Yine olsa yine yapacağım, yapmak gereken de bu… Durulması gereken yer, anlamamız gereken nokta sadece ve sadece bu…Ne daha az ne de daha fazlası.
SOPA GÖSTERMEK…
Bu kararı ben alır mıydım? Belki hayır belki de evet… Özne ben değilim, olayın üzerimde bırakacağı her türlü tahribatı kestirebilmem mümkün değil. Şartlara dair fikrim yok. En önemlisi de artık; yirmili yaşlarda olmadığım…
O yaşlarıma bakınca, bir sürü pişmanlık yok mu; var… Sevmeyi, aşkı; sahiplenilmek, kıskanılmak, fiziksel/psikolojik şiddete göz yummak sandığım, kimi zaman da sarılmak zorunda kaldığım yılan olmadı mı?
Gündüz vakti, şehrin göbeğinde sevgili terörü de yaşadım. O zamanlar neden affettim, neden çekip gidemedim bilemiyorum? İlişkinin, erkeğin, sevginin belki böyle olduğunu sanıyordum…
Hoş; genetik kodlarımıza işlenmiyor mu alttan alta? Kadın olmak; baba evinden gelinlikle çıkıp, kefeniyle dönmek değil mi bu topraklarda? Ailenin, çevrenin onaylamadığı ilişkilerde, hatalarda yalnızlaştırılma, aforoz edilme gerçekliğini göz ardı edebilir miyiz? Bunu cinsel yönelimlerden ayrı tutmak mümkün de değil; sıklığını kadın+ların yaşıyor olmasına da rağmen.
Tüm bu gerçeklik ortada dururken, üstelik bu sadece buz dağının görünen yüzüyken de benim o genç kadına sırtımı dönmem, kendi kararı “faturasına da katlansın”; demek gibi bir hakkım yok…
Ne gerekçe ile olursa olsun; alınan bir karar, adı hata bile olsa karşılığında şiddet görmeyi, buna karşın da sessiz kalmayı haklı kılmaz…
Hem belki de bu kararın altında; bizlerin sunduğu koşullu desteğin bilincinde olmak da yatmıyor mudur? Bu kaygı ile, bundan sonra başına gelebileceklere susmasını, sinmesini getiremez mi?
Hiç düşündük mü, sineye çeken kaç kadının sessizliğinde; bizlerin “ben demiştimciliği” yatmakta? Hem bizler kim oluyoruz, hep doğru kararlar alıyor, hayatta hep başarılı oluyor, her şeyi biliyoruz da sadece elimizi çektiğimiz kadın/lar mı kusurlu, kabahatli?
“Haklı olmamız”; bir hayattan daha mı önemli? İçimizdeki erk’i dinlemeyen herkesin felaketine, göz mü yumacağız? “Kendi düşen”; “düştüğü an da” bütün hakkı, hukuku, dahası yaşam hakkını yitirmeli mi?
Pardon da biz halen kendimize, “insan” demeye devam edebilir miyiz, sessizliğe gömüldüğümüzde? Tutun ki, kadının çaresizlikle, kaygıyla, korkuyla, yalnızlıkla aldığı karar; sadece kişiyi mi bağlar, suç sadece ona mı aittir?
Ölüm/öldürmek; sadece bir cisimle, bir/birkaç kişinin fiili eyleminin sonucu mudur? Yalnızlaştırma; ölüm sayılmaz mı?
