Çocukluk mu? O ne?

Ayşe’nin hikayesinde nereyi anlatsanız bir yanları hep eksik kalır.

Bir röportajcı ve yazar için de zor anlar vardır. Bir dostla söyleşmek, hele de yaralarını kanatma pahasına… Her cümlenin kara deliğe biraz daha çekmesi pahasına… Ayşe dört yıla yakın bir süredir olmazsa olmazım. Ayrı kalınan zamanlarda en çok özleneni.

Suruç’ta hayatları sönen gençler için yolumuz kesişmişti. O zaman içinde olduğum oluşum sokakta yaşayan evsizlere her akşam dağıtılan çorbanın yanında helva da olsun istemiştik. O nedenle o zamanlardaki adları Çorbada Tuzun Olsun olan ve ŞefkatDer öncülüğündeki ekiple Ayşe Tükrükçi ile –ki projenin başlatıcısıdır- temas görevini üstlenmek bana düşmüştü. Öyle başladı Ayşe abla ile, Ayşe ile serüvenimiz.

Ayşe’nin hikayesinde nereyi anlatsanız bir yanları hep eksik kalır. Neşteri nereye vursanız onmayan yaraları kanar. Adını duymayanınız var mıdır pek bilinmez ama yine de yakın dostum olan kadını biraz tanıyın istedim. Tanıtırken de projeleri odaklı değil de insan yanı öne çıksın, nasıl bir geçmişe ve acılar yumağına rağmen ‘Hayata Sarıl’a, nerelerden bugünlere gelmiş, gücünü nereden alır biraz bunlar öncelikli olsun istedim. Şüphesiz ki hayatına dokunurken projelerinden de ayrı anlatılamazdı Ayşe. Sohbetin tamamının Ayşe’nin evinin salonunda geçtiğini de belirtmek isterim. Ayrıca Ayşe´nin hayatını karartan o erkeklerin isimlerinin baş harfi küçük olarak geçecek, zira özel isim değeri verip önemli hale getirmek kanımıza dokunur. 

Bu hayat senden ne çaldı?

Bu hayat benden hiçbir şeyimi çalmadı! Hayatımı çalmadı, onurumu, kadınlığımı, gururumu… Bu hayat benden hiçbir şey çalmadı. Hayat benden çocukluğumu çaldı. Başını sola çevir, ne görüyorsun? Orada küçük bir ayıcık var, kalbinde de çikolata… Onunla kimler oynar? Yanında ne var? Horoz şekeri. Yanında başka ne var? Pamuk şekeri. Yemem ama bozulacak diye yerdim. Bunları kimler yer en çok? Biz biliyorsun 4 senedir tanışırız. Senin de dikkatini çekmiştir çocuksu ve çocukluğa dair her şeyi isterim. Yaşanamayan çocukluğun etkisi elimde olmadan. Hayat benden çocukluğumu çaldı Ece!

Bir çocuk gördüğünde ne hissediyorsun?

Annelere hep söylerim. Hani derler ya çocuklarını severken ‘Ben seni yerim’. Çocuğunu yeme, onu içinde sakla. Çocuğu severken elini kolunu öpme, saçını öp, saçını kokla. Saç olmazsa baş olmaz, baş olmazsa da hayat.

Anne sözcüğü desem, gerisini tamamlasan?

Sen benim evimde annemin resmini gördün mü hiç? Gerçi galiba bir ya da iki tane var da görünmeyen yerdeler. Anne var bir de annecik var. Gurbet çocuklarına baktığımda aileler çocuklarına mal, mülk kazanmaya çalışırken, en önemli şeyi esirgiyorlar: Sevgi! Mal, para önemli de onlarla açığı kapatamazsınız, yokluğunuzu telafi edemezsiniz… Ben annemi yedi yaşımda tanıdım. Babaanne büyüttü. Biz Antepliyiz. Doğuda anne sözcüğü derleyen, toplayan, sarmalayıcıya denk düşer. Onları yaşamadım! 9 yaşında ali rızanın tecavüzüne uğradım. –Babaannesi yalnız kalmak istemeyince Ayşe’yi Türkiye’ye geri yollar ve o süreçte amcası kendi kızının da olduğu odada Ayşe’ye tecavüz eder.- Sonrasında Almanya’ya dönünce, okuldaki öğretmenlerimin de fark etmesiyle Almanya’da yurda alındım. Bununla ilgili mahkemede iddialar okunup hakim bana sorular sorduğunda annem ‘Hayır yalan söylüyorsun’ dedi. Bana ‘O… onun bunun altına yatıp iftira atıyorsun’ dedi. 52 yaşına giriyorum, hala annemin bana neden inanmadığına anlam veremiyorum. Kendimce fikirler de üretiyorum. ‘Elalem ne der, tecavüze uğrayan kızlar için söylenecekler, namus kirlenmesi.’ Yurda alındığım için aileden kesilen çocuk yardımı. ali rıza’ya güvenip belki de onun böyle bir şey yapacağına inanması gibi konularda kendime açıklama yapamıyorum.

Annen bütün kardeşlerine karşı mı böyle?

Ablam ve en küçük kardeşime karşı böyle değil. Ben ve bir büyüğüm Tuncay abime sadece. Tuncay abim de Almanya’da yaşıyor ve yüzde 78 engelli. İkimizi yok sayıyor.

9 yaşında bir çocuk annenin deyimi ile ‘O… olabilir mi? Sen kendini böyle hissettin mi?

Ben dokuz yaşında tecavüze uğramak için de doğmadım, genelevde çalışmak için de. Değilim ama devletin verdiği vesikam var! 1993 yılında Mersin genelevinden. 365 gün çalıştırıldığım, sigortamın bile tam yatırılmadığı, primin günü gününe kesildiği. Kelimeyi tartışmak lazım. Kime denir, öyle ya da böyle bedenini kiralayana mı? Yoksa genelevlerin kapısını bekleyen, vergi alanlara mı? Bir yanda Manukyan’ın altına halı sererek vergi rekortmeni belgesi verilmesine mi? 12, 13, 14 yaşındaki kardeşlerin tecavüzüne göz yumulup onları genelevlere satanlar mı? Çocuk bedenlerinin genelevde sermaye olmasına göz yumanlara mı? Veya kurban keserek davul zurna ile genelev açanlara mı? Beni doğururken bana sormayanlar, bakma yükümlülüğünden kaçanlar, hayatımı, kadınlığımı, onurumu çalanlar kimler? Bedenimde nemalananlar kimler, beni yaftalayanlar kimler? Diyeceğim o ki evlerinizde ayna var, görmekten utanmazsanız!

Annene dair güzel anın var mı çocukluğundan anımsadığın?

Anneme dair güzel anım… Cevap çok zor… -Bir dakikaya yakın derin bir sessizlik ve anımsamaya dair çaba oluştu- İki gün öncesinde iş arkadaşlarım bende kaldılar. Tesadüf bir fotoğraf bulmuşlar. Bu kim dediler. O kadın dedim, annem…

Hiç ‘o kadın’la yüz yüze geldin mi? Mesela bir gün senden özür dilese tepkin ne olurdu?

Ben 6 senedir kanser tedavisi de görüyorum. Zaman zaman nüksediyor, doktora gidip aldırıp geliyorum. Doktorum da Gaziantep’te. –Aile mezarlıkları Antep’te. Ölürse aile mezarlığına, babasının yanına gömülmek istiyor. Doktorunun Antep’te olmasının sebebi.- Genelde kaldığım otelde onların evinin karşısında olur. Bir gece benim odanın ışığı kapalı, onlar içeriyi göremezler, neyse gece yarısı ışıklar yandı. Bizim orada dost derler gayrimeşru ilişkiye. Birinin dostu geldi. Kadın birkaç bina ileride bir pavyonda sanırım konsomatris olarak çalışıyor. Bana ‘o…’ diyen kadın pavyonda çalışan kadının ayağına terlik verdi. Özür dilese de önemi yok. Ondan önce ölmemek için direniyorum. Arkamdan konuşamasın, konuşamasınlar ‘Öldü de kurtulduk’ diyemesinler.

Genelev zindanın nasıl başladı?

İlk evliliğim yürümedi. Bu ülkede dul kadın olmak en ağır cezalardan birisi. Dulsan gezemezsin, dolaşamazsın, yaşayamazsın, hele de bizim oralarda… Boşandıktan bir süre sonra bahri ile tanıştım. O zamanlar bir avukatın yanında çalışıyorum. Avukat ağır cezaya ve özellikle de gurbetçilerin dosyalarına bakıyor, benim de Almancam var. Tanıştıktan 3 ay kadar sonra istettiler ve imam nikahı ile evlendik. Sonra ise büyüklerine el öpme ziyaretleri başladı. Bazı aileden olmayan ama aile büyükleri dediği aslında genelev sahibi veya vekilleri falanmış. Sonraları tanıdıkça kimin kim olduğunu öğrenecektim. Sık sık el öpmeye gidiyoruz, bazen kadınlar da oluyor, çoğunlukla erkekler. Otellerde kalmaktan, gezmekten yoruldum da bahriye ‘Artık dönelim, resmi evlilik için süre dolmadı mı?’ diye de söylenip duruyorum. –Kadının yeniden evlenmesi için bir yıl beklemesi gerekli. Şayet hamileyse babalık hakkı anlamında yasal zorunluluk.- bir gün bahri önüme boş bir kağıt uzattı ve imzala dedi. O zaman ve hala da bazı küçük kasabalarda vardır da daktilocu dilekçe yazar, devlet ve mahkeme işleri için. Meğerse kedi fermanımı imzalamışım, genelevde ‘gönüllü çalışmak’ için izin dilekçesiymiş. Mersin’de Kasım ayının 15’inde biz ‘evlilik kağıtlarını’ dolandırıyoruz. Kan veriyoruz, oraya buraya gidiyoruz. Sonra bir yere geldik, kapının aralığından odayı gördüm, bayıldım. ‘Amaaaan, ne güzel oda’ dedim. Odanın kapısında ‘AH-LAK ŞU-BE-Sİ’ yazıyor, ne olduğunu anlamadım. Odada kocaman bir masa var, arkasında bayrak ve Atatürk’ün resmi. Burası ne ki dedim içimden. O zamanlar da Türkçe’yi böyle heceleyerek okuyorum, bazı şeylerin de anlamını bilmiyordum. İçeriden çağırdılar, girdim. ‘Ayşe sen misin? Dedi, ben de ‘evet’ anlamında başımı salladım ve cevap verdim. Adam da bana ‘Tamam çık dışarı da bekle o…’ dedi. Neden öyle dediğini anlamamıştım, çok canımı yakmıştı o laf. Sonra bahri ile çıktıktan sonra arabaya bindik, Mersin otogar civarından geçtik. Bir yerde yavaşlar gibi olduk. Bir anda yüzümde tokat patladı. Sonra bir tane daha. Burnumdan kan akarken bahrinin sesi geliyordu. “1. Bundan sonra senin adın Seda, ben aradığımda işini bırakıp telefona geleceksin. 2. Ne derlerse yapacaksın. 3. 6 ay sonra gelip seni alacağım, evleneceğiz.” Hem sayıyor hem vuruyordu. Üzerimdeki beyaz gömlek ve pantolon kandan kıpkırmızı olmuştu. Yandan geçen arabadan ‘Adaletin bu mu dünya?’ çalıyordu. Sonraki geçen arabadan da Hakkı Bulut’tan İntizar. Bir yere doğru yürüdük, kapısında polis vardı. Polisi görünce sevindim. Çocukken benim babam da mahalle bekçisiydi. Mahalle bekçisi, genelev bekçisi değil. Bir an rahatladım, polise doğru yönelip yardım isteyecektim ki ‘Zamanla alışırsın’ dedi. Şap şap omzuma vurdu. Neye alışacaktım ben? Böylece ‘alışacağım yeni yuva’ma adım atmış oldum. Adanalı Burhan’ın evine satılmış oldum. Satılmak neydi? Kendi isteğimle satılmış oldum. Kitabımda da vesikamın resmi vardır, ‘kendi isteği ile’ yazar. –Ayşe’nin biyografisini anlatan, Hayatsız Kadın Ayşe adında bir kitap var. Kibele Yayınları’ndan ya da Hayata Sarıl Lokantası’ndan temin edebilirsiniz, tanışırsınız da. Kitap gelirini hayatsız kadınlar ve çocukları için bağışlanmakta.-

Hiç kaçmayı, kurtulmayı denedin mi?

İki buçuk ay kadar sonra tesadüf kapı önünde tanıdık bir yüz gördüm. Emin olmak için Almanca konuştum. O zamanlardan hoşlandığım bir çocuk vardı Almanya’dan, oymuş, 18 yaşlarımdan falan. Kısaca anlattım. O sonra müşteri gibi geldi odaya. Üç beş kere daha geldi. Vizite ücretini ödüyor, odaya giriyor ama bana dokunmuyordu. Son gelişinde dedi ki ‘Yakın arkadaşlarım gelecekler, müşteri olarak odana girecekler. Her biri sana bir ey bırakacak.’ Kimisi poşette gömlek getirmiş, kimisinde pantolon var. Birisinde de yumurta topuk erkek ayakkabısı, yanında kömür getirmiş birisi. Oradan kadın olarak kaçamazdım zaten. Son çıkandan sonra hızlıca üstümü değiştirip, yüzüme de kömürü sürdürüp evden çıktım. Arkadaşlarım kapının önünde cazgırlık yapıp kavga çıkardılar ki ben rahatça kaçayım diye. Kaçarken çantam falan orada kaldı hep. Kimliğim de yok zaten, 40 gün kadar öyle yaşadım. Kaç kovala şeklinde. Adana’da kimliğimi kaybettiğimi söyleyip kimlik çıkartmak için başvurmuştuk. O zaman faks çekiliyor, işlemler uzun yani. Kimliğimi alacağım gün Mersin’de satıldığım evi ileten adamın vekiliyle burun buruna geldik. –Vekil genelev patronunun evini çalıştıran, kızların iller arasında naklini yapan, yanlarında giden, genelevde de kasada oturan kişi.- ‘Gökte ararken yerde buldum seni o…’ deyip birkaç tokat attı. Polisler onun tarafını tuttular tabii! Polis otosuna bindirdiler, yola çıktık. Mersin’e getirdiler. Dört gün aşağıda bodruma hapsettiler. 3 güç işkence, zincir, kelepçe ve tecavüz! Tecavüzcülerin kimdi diye sorma. Rahmime ve göğüs uçlarıma elektrik verildi diye hiç demedim say zaten. Şu gün bile ben evimde fön makinesi takarken şalterleri indirip takıyorum. Vücudumda elektrik direnci çok düşük… Türkiye’de yedi ilde tanıştım! Sen hiç ölüyle yattın mı? Adam üzerinde ölüp kaskatı kesildi mi? Cenazeyi çıkarıp ölüm yerine Küçüksaat (Adana’da bir yer) yazdılar… Neden acaba? Ölen ‘vesikalı arkadaşlarımızı’ neden kimsesizler mezarlığına gömüyorlar?

Mutlaka ki hepsinin hikayeleri çok can acıtıcıydı. Her biri ayrı dramdır eminim. Peki genelev sürecinde senin en çok canını acıtan portreler desem?

Hmmm! Kafa bedenden ayrılır mı Ece? Hangisinin acısı daha az ya da çoktur? Eniştem bana müşteri olarak geldi. Kalmadı ama geldi. Adana’da çalıştığım zamanda kardeşine müşteri olarak geleni gördü bu Ayşe… Arzu anne mi desek? Nurten Kaşıkçı’yı mı sorsak acaba? Şu an meşhur sanatçıların hangilerinin dostlarıydı mı desek ya da? Nurten abla bende çok özeldir mesela. Beden köleliği dönemimin ilk günü 27 adamla yattım. Üçüncüsünden sonrasında acıdan hissizleştim. Çığlıklarımı ve gece ağlamalarımı duydu. Rahmimdeki acıyı hafifletmek için kendince bildiği yöntemleri söyledi. O zaman Nurten abla 60’ından fazlaydı yaş olarak.

Ayşe neden milletvekili adayı oldu?

O aslında kan kardeşim dediğim Hayrettin Bulan’ın fikriydi. Hayatsız kadınların sesi olmamı istedi. O dönem AİHM’de de dava açacağımız sürece denk gelir 2007 yılı. Konya’dan vesikamı sildirmeye gittiğimde bir gece telefonda Hayrettin söyledi bağımsız milletvekili adayı olmamı. Sonra apar topar bir basın açıklaması yaptık. Adaylığımı açıkladık İstanbul’a dönünce. Çok kadın örgütü, feminist kadın örgütleri, sosyalist kadınlar tüm çalışmalarımda yanımda oldular, benimleydiler. O günlerden bir anım vardır. Üniversite öğrencisi bir çocuk yurttan çıkıyor, planı geneleve gitmek. Taksim Meydanı’nda bizim korteje denk geliyor, sonra olayın iç yüzünü öğreniyor derken geneleve gitmekten vazgeçiyor. Çocuk bunu bana anlatmıştı, epey sonra. Yıllardır da çok iyi arkadaşız. O an farkında olmadan birinin bakış açısını değiştirmişim. Adaylığımı açıkladık ama Yüksek Seçim Kurulu kabul etmedi. Bir dönemlerde hüküm giymiş kişiler vekil seçilemiyordu. Genelev sürecinde bir olay yüzünden 23 gün hüküm giymiştim. 2002 yılında o zamanki birini vekil yapabilmek için yasa değişti. Siirt adayı istifa edip onu seçtirmişlerdi? Adına lüzum var mı? Değişen yasadan YSK haberdar değilmiş sözüm ona! İtiraz dilekçeleri sonucunda adaylığım kabul edildi. Kırk bine yakın il ilanı dağıttım Beyoğlu’nda. Aynı dönem İstanbul birinci bölgeden Saliha Ermez vardı. Deşifre programı sayesinde genelevde çıkan! Ben ikinci bölgedeydim. Yoğun kamuoyu desteği, dünya basını röportajları sayesinde girilen seçimden 2.720 oy almıştım. Seçim çalışmaları yaparken ‘Aaa genelev de mi var’ diyenler oldu mesela.

Babanla sonraları aranız düzelip bir ilişki başlamıştı değil mi?

Evet. Babamla ilişkimiz düzelmişti. Esra Ceyhan’ın programında dış haberler ekibinde çalışıyordum. Bir gün babam da bendeydi. Röportaj çekiliyor, hayatımı anlatıyorum. Kardeşinin yaptıklarını anlatırken dinliyordu. Salonun öbür ucunda paravanın arkasında da olsa hepsini duyuyordu. Başka bir gün babamı benim kitabımın karşısında ağlarken ve kitaptan özür dilerken görmüştüm. Babam kardeşinin yaptığını, yapabilme ihtimalini kabul etmişti de bir tek annem inanmadı…

Ayşe sen bir evsizliği de yaşadın. Hele bir de kadın için evsizlik ne demek?

Konuşmacı olarak gittiğim yerler de hele de doktorlar varsa söylediğim şey ‘Refaketçilerin tuvaletlerinin musluklarından birisinde sıcak su aksın’. Aciller de hastanelerde evsiz olarak kaldığım zamanlarda orada yarı duş alıyordum, pet şişeye su doldurarak. Adet döneminde ped alacak param da yoktu, iç çamaşırımı ters düz giyerdim. Su bulduğum yerlerde sürekli pantolonumun önünü arkasını silerdim ki kiri gözükmesin. Tuvaletlerin taret musluklarından pet şişeyi doldurup saçımı yıkıyordum, el sabunu ile. Tabii bu yıkamaysa.

Yaşadıklarının çok azıyla bile yıkılan insanlar var. Sen nasıl bu kadar güçlüsün?

İnat! Yaşama inadı! Tecavüze uğrarken ölmedimse, genelevde ölmedimse, inat ettim yaşayacağım. Bara ‘O…’ diyen, iş vermeyen, aş vermeyen insanlara inat yaşıyorum ve güçlüyüm. O söyledikleri kişi şu an onların dert etmediklerini ediyor. Dezavantajlı grupların, evsizlerin yanında olmaya çalışıyor, onlara aş ve iş üretecek projeler için uğraşıyor.

Çok da başarılar sığdırdın hayatına.  Ayşe’nin bu başardıklarının yanında ‘şunu da yapsam’ dediği ya da ‘şunu kesin yapmalıyım’ dediği şeyler ya da?

Özel olarak başardığım bir şey yok aslında! Olanları beraber başardık, arkadaşlarımla, sevenlerimle, bana inananlarla. Belki şu olabilir: yaftaladıkları kadının ne kadar güçlü olabileceği, kıymetsiz ve değersiz olmadığını göstermek! Önyargı ve yaftalamanın, fırsat eşitsizliğinin kötü olabildiğini kanıtlamak belki de… Evsizlik dönemimde en çok ihtiyaç duyduğum banyo ve kirli çamaşırlarla gezmenin acısıydı. O sebeple evsizler için ve onlardan 3-4 tanesinin de çalışacağı bir çamaşırhane. Bir de rehabilitasyon merkezi.

Çok merak ediyorum. Biyografiden bir kesit oyunlaştırılacak. Arkadaşımız Nilgün de seni oynayacak. İzleyecek misin, nasıl hissedersin?

İzleyemem! Altın Portakal alan belgeselimi de izlemedim. Yaptığım, hakkımda yapılan, benimle ilgili olan hiçbir şeyi izlemem, okumam… Oradaki et benim çünkü.

Tüm hayatını da düşünürsen erkeklere nasıl güveniyorsun, güvenebiliyor musun?

Benim hayatımı erkekler yakmadı. Benim hayatımı annesizlik yaktı, sevgisizlik yaktı, sahipsizlik yaktı…

Ayşe’yi başka bir gözle, bir dostu gözüyle tanıtmak istedim. Şimdi biliyorum ki aldığım en hatalı kararmış. İçselleştirmeden yazabilmek, tarafsız kalabilmek, bir insanın, bir kadının hele de can parçanın yaşamına karşı dışarıdan biri gibi davranabilmek belki de en zor şeymiş! Ara ara zorlandığım anlar olmuş, özür dilemem çünkü dostumun acılarıydı. Bu röportajın deşifresi yaklaşık 15 gün sürdü. 3 kere ara verildi günleri bulan şekilde. Toplamda 2 buçuk saatlik bir kaydı çözümleyip sözcüklere dökmesi ömre bedeldi demek abartısız kaçar.

Bir Ayşe Tükrükçü olmak, güçlü ve dimdik durabilmek herkesin harcı değil. Sonsuz sevgi, hoşgörü, sabır, emek ve çelik gibi bir irade ister Ayşe olmak…

Güç güç diyoruz ya geçen sene dünyanın en güçlü elli kadını arasında, ortalarda yer alan bir kadından bahsediyoruz. Yurt içinde ödül almadığı üniversite, kurum, kuruluş kalmadığı gibi yerli ve yabancı röportaj yapmayan, yazılı ve görsel basın yok!

Yakındım, sızlandım farkındayım ama başta onun dostu olmak, onu bir dostu olarak anlatabilmek, belki hiç adını duymamış –ki hiç sanmam- birisine bu sözcükler vesilesiyle ulaşabilmek, elbette ki onu en iyi şekilde anlatabilme mutluluğuna erişmek, benim için başlı başına bir ödüldür.

O ‘o…’ simdik ayakta ve insan oğlunun gözlerinin içine bakıyor. Masum ve erdemli olmanın haklılığı ile… Peki bizler bakabilecek miyiz? İlk taşı atabilecek var mı aranızda?