BÜYÜK ÇARESİZLİK DÖNGÜSÜ

Başlıkta döngü dedim; her doğal afette, felakette yaşadığımız, her yeni hissedilen çaresizlik duygusu ise öncekileri katlar şekilde… Kırılamaz bir döngüye, yazgıya dönüştü çaresizliğimiz, yalnız bırakılışımız…
Dere yataklarımız imara açılır, ormanlarımız talan edilir, sele, erozyona, kaymaya yol açar ama yaz veya kış hep bir felaketin, çaresizliğin, basiretsiz yöneticilerin beceriksizliği, ihmali altında ölür gideriz, canımız malımız telef olur.
Ehil yöneticilerin başta olmayışı, en küçük birim müdürüne, amirine kadar işe siyaset, dalkavukluk karıştırmamız; başta sahadaki kurtarma ekipleri olmak üzere, büyük can ve de mal kayıplarına yol açar…
Çığ bölgesine helikopterle gidip, poz verme uğruna; katliam gibi ihmallere dönüşmesi de bize özgüdür…
YİNE SINIFTA KALDIK…
Hoş, sınıfı geçebildiğimiz afet yönetimi var mı, anımsamak da mümkün değil? Uzunca bir süredir, tüm dünyanın sorunlarından, en büyüklerinden de olanı; iklim krizi gerçekliğimizvar.
Doğadaoluşturulan tahribat, yeraltı ve üstü kaynakların yağmalanması, artan nüfus ama en çok da tüm ülkelerde görmek ile beraber, bizdeki göstergesi daha yoğun olan iş bilmezlik, ihmal ve de liyakatsizlik getirisi kötü yönetimlerin sonucu; ektiklerimizi biçiyor, doğaya yeni düşüyoruz…
Yaz ikliminin kuraklığa, ormanları tutuşturmaya sebep olacağını bilmek için, müneccim olmaya veya da 100 tane okul bitirmeye lüzumu yoktur.

Yönetimlerin, devletlerin büyüklüğü ve başarısı; doğal afetlere ne derece hazırlıklı olduğunuz, kriz yönetim birimlerinizin çeşitli senaryolara çalışmış olması, dahası müdahale için elinizdeki alet edevat, teçhizatlarının yeterliliğiyle de ölçülür.
28 Temmuz’da başlayan, eş zamanlı olarak önce güneyde görülen orman yangınlarına, 1 yangın söndürme uçağıyla müdahale etmek (Orman Bakanı Pakdemirli’nin demecinden), 1 uçağının olması sadece ve sadece acizlik, başarısızlık, yönetemektir…
Yangının, çoğu yeri yakıp kül ettiği, artık nerede ise sıçramadığı il ve noktanın kalmadığı, ilk haftasının bitimine doğru; saraydan yapılan açıklama ile öğreniyoruz ki, yangın uçağımız 5-6’ya çıkmış… Devletin envanteri vardır, orada da tam sayılar yazılır; ya 5 ya da 6’dır… Pardon, fakat uçaklar bizim değil “kiralık”, öyle olunca da “bizim” denmez…
Böyle bir yönetim boyunduruğu altında iseniz, yangına müdahale edebilsin diye; 5’lik pet şişelerle, tanker doldurursunuz… (Fatih Portakal)
Hani, hikâyede vardır ya; karınca taşıdığı suyun yangını söndüremeyeceğini bile bile taşır, görüp sorana da “tarafımız belli olsun” der …
Oysa bu ne hikâye ne de taraf bildirme lüksümüz var. Buz gibi gerçeklik! Yanan orman ile birlikte, belki de bir kıvılcım sıçraması sonunda da yanacak yaşam alanımız, hayatlarımız, hayallerimiz, yongamız …
Siz bakmayın: “Büyük başsa büyük baş, beyaz etse beyaz et… Zararı ne ise ödenir” dendiğine… Zararla giderilemeyecek ziyanlar var; ölüm gibi, ormanların ekosistemine dahil kurt, kuş türevi yaban yaşamı, doğal hayat gibi… Her şeyin bedeli ödenemez, ‘oy gibi her şeyi de satın alamazsınız… ‘
YANGIN YANSIN, YEN İÇİNDE KALSIN…
İlk günden beri; elbette ki sahada olan ekipleri yaralanan, ölen itfaya erlerini unutmuyoruz, hakları ödenemez bilincindeyiz. Yaralılara şifa, yitirdiklerimizin ailelerine ne sabır dileriz, emekleri çok büyük.
Onlara destek sunan, organize çalışan sivil halk ve kurtarma ekiplerini ve sağladıkları katkıları da göz ardı edemeyiz, başarılarını yok sayamayız.
Tüm süreç boyunca, 38 ile yayılan, büyük bir çoğunluğu kontrol altına alınan yangınlarda, sivillerin dayanışmasını, başarısını da kimseye çiğnetmeyiz, biline…
15-20 pet şişeyi, sırtına sarıp, sahaya su taşıyan insanları da kimse görmezden gelemez!
Tabidir ki, sahada ayak bağı olan; egosantrik, bilinçsiz insanlar yok muydu, 3-5 fotoğraf uğruna emekleri, çabaları zora sokanlar? Vardı, evet. Kimisi içeriden izler, kimisi de uçak ile havadan… Kokuyu duyunca, balığın başına batmak gerekli…
Biliyoruz ki, sivilleri uzaklaştırma çabanız yetersizliklerinden değil; yüzünüze “hükümet istifa” denmesini engelleme çabasından…

Acılı; yaralı, gücenik insanların insani refleksine bile, orantısız güç göstermeniz, cezalandırma hevesi, çaresizlik duygusu ile atılan “Help Turkey” çığlıklarını boğmaya çabalarınız; bitmeyen kibriniz, sarsılan karizmanız sonucu… Sınıfta kaldınız! İlk kez de değil, her felakette üstelik. Ders alacağınız daa şüpheli…
İstiyorsunuz ki, ölelim, canımızı malımızı yitirelim ama; susalım, yanan yansın yen içinde kalsın, konuşulmasın, yazılmasın, aman ha kimseler duymasın… Konuşana, yazana, teşhir edene; polis, cop, RTÜK eliyle göz dağı…
En çok ama en çok da ne var biliyor musunuz? Bizler yanıp kül olur iken; Somali’ye hibe ettiğiniz 30.000.000 dolarcık var ya, işte o, taşıran son damla oldu…
Bize dağıtılamayan 3-5 maske var iken, dünyada bilmem nereye “hibe” ettiğiniz maske vs. türevi teçhizatlara da benzemiyor bu…
Her şeyini yitirmiş, iç göçe mecbur olan 40 bine yakın insanınız, biten hayatlar gerçeğine rağmen, bu savurganlık, hele de vergilerle cebimizden çıkanı, bol keseden dağıtamazsınız…
Evi yandığı için, konteynıra geçen insanlara ilk icraat olarak, kapılarına elektrik sayacı takıp; “ismi açıklanmayan” iki tane dağıtım şirketinin borcunu, yeniden yapılandıramazsınız…
Sizden biraz insanî yaklaşım görmek için ne yapmalı? Somali’ye mi iltica etmeli, trilyonluk şirketler mi kurmalı? Bizim olanı, bize de harcamanız için hangi yolu denemeli? O şansa erişemecek miyiz acaba?
