BÖYLE OLUR MU?

Yine dost ziyaretleri, yine gezmeler, yine yeni yeni keşifler. Bir haftadır Antalya’dayım. Can dostlarımı ziyarete geldim. Şubat ortası olmasına rağmen hava sıcaklıkları 15-18 derece arasında değişiyor. Kışlık kaban, manto olmadan gezmelerin keyfi de bir başka oluyor. 

Arkadaşımın oturduğu semt, deniz kıyısına yürüyerek 20 dakika mesafede. Böyle olunca da ben her güneşli havada kendimi sahile atıyorum hemen. Temiz havayı ciğerlerime doldurmanın keyfi, hazzı tarif edilemez ancak yaşanır. Şehirlerde sıcaklıklar yükseliyor ama dağlarda kar hala yerini koruyor. Beydağları’ndaki görüntüsü muhteşem. İnsanın oralara gidip dönmeyesi geliyor bazen. Sabahattin Ali’nin dizelerindeki gibi “Başım dağ saçlarım kardır, deli rüzgarım vardır, ovalar bana çok dardır, benim meskenim dağlardır dağlar”. 

Anadolu’daki her ilin tarihinde bir dini sembol, bir kahramanlık öyküsü bulunur. Antalya’nın eski tarihi de Kaleiçi’nde toplanmış. Yivli Minare, 3 Kapılar, Saat Kulesi, Karatay Medresesi, Kesik Minare, Aya Yorgi Ortodoks Kilisesi, o dönemi yansıtan cumbalı taş evler görmeden dönülmemesi gereken yerlerin başında. 

Yine Kaleiçi’nde Suna-İnan Müzesi ve Oyuncak Müzesi Pazartesi hariç her gün ziyaret edilebiliyor. Oyuncak Müzesi’nde sergilenen oyuncaklar beni yıllar öncesine, çocukluğuma götürdü. Tarihi yapının içinde sergilenen oyuncaklar, 7’den 70’e herkesin ilgisini çeker diye düşünüyorum. Pandemiden dolayı uzun bir süre ziyaretçi kabul etmeyen bu ören yeri ve müzeler artık ücretsiz gezilebiliyor. Yolunuz düşerse görmeden dönmeyin derim ben. Yat Limanı bildiğimiz gibi. Gezi tekneleri arzu edenleri kıyı boyunca dolaştırıyor. Tabii bir İstanbul tekne turuna benzemez ya neyse. Bütün bunlar gezinin güzel olan tarafı. Biraz da olumsuz yönlerinden bahsedeyim isterseniz. 

Kaleiçi’nden Yivli Minare’nin oradan girilen sokaktaki Mevlevihane ve o dönemin din büyüklerinin mezarlıklarının bulunduğu külliyenin karşısına bar ve meyhaneler dizilmiş sıra sıra. Madem ki tarihimiz, geçmişimiz bu kadar değerli, yasaya göre de dini binaların 100 metre çevresinde alkollü içecek satışı yasak iken buradaki bu saygısızlık neden? Bu karmaşa neden?

1920 yılından bu yana harap bir halde depo olarak kullanılan, 1991 yılında Kıraç Ailesi tarafından finanse edilerek restore edilen Aya Yorgi Kilisesi, şimdilerde Antalya Müzeler Müdürlüğü’nün sergi salonu olarak işlevini sürdürüyor. İyi ki bu tarihe, bu dokulara, bu güzel yerlere ilgi gösterip onları restore ettiren güzel insanlar da var bu memlekette. 

Yat Limanı’na inen sokakta sağlı sollu hizmet veren mağaza ve dükkanların işletmecileri bu turistik yere hiç uygun değiller bence. Maalesef garip bir Kapalıçarşı mantığıyla hizmet veriyorlar. Zaten esnafın pek çoğu İstanbul ve çevre illerden gelmiş. Limanın çevresi bu konseptle dolmuş. Kalenin bütün oyuk kısımlarına bir esnaf yerleşmiş, ürünlerini estetikten yoksun bir şekilde sergiliyor. Aslında belediyenin burada geniş çaplı bir iyileştirme yapması gerek. Karman çorman, iç içe geçmiş dükkanlar boşaltılıp kale silüeti daha görünür hale getirilebilir. 

Biz Kaleiçi’ni gündüz saatlerinde gezdik. O nedenle bütün çarpıklıklar bu denli gözümüze takıldı belki de. Hani gece bütün ayıbı örter diyorlar ya işte tam da burası için söylenmiş gibi. Gecenin ışıltısında bütün bu olumsuzluklar görünmüyor. Tarihi dokunun sokakları, yükselen karmaşık müzik, bardak, tabak, çatal sesi arasında yapılan sohbetler, hafif çakırkeyif olunca atılan kahkahalar ile dünü, yarını düşünmeden geçip gidiyor. Sabaha kadar sürüyor bu. 

Hani yolunuz düşerse bu yazdıklarım aklınıza gelir belki. Siz de benim gibi daha dikkatle bakarsınız etrafa. Belki sizin de daha farklı fikirleriniz, önermeleriniz olabilir. Ne dersiniz? 

Bir Cevap Yazın