BİZİ KİM ÖLDÜRDÜ?

Geçtiğimiz hafta sonu Moda Sahnesi’nde sahnelenen “Babamı Kim Öldürdü?” isimli oyunu seyrettim. Fransa’nın genç yazarlarından Edouard Louis’in kitabından uyarlanan oyun Onur Ünsal’ın şahane performansıyla bezenmiş. Bir işçi babasının erkeklik, aile yaklaşımları, işçilik normalrı üzerinden yaşadığı anıları ve ölüm döşeğindeki son zamanlarını oğlunun ağzından izliyoruz.

Oyunun etkileyici bütünlüğünün yanında en vurucu anı “Otobiyografilerde neden bu isimler geçmez?” diye sormasıydı. Yazarın babasının fabrikada çalışırken iş kazası sonucunda sakat kalması, sonrasında alınan siyasi kararların insanları ölüme nasıl yaklaştırdığını sorguluyor. O kadar hikayenin içinde insanın yüzüne gerçekleri balyoz gibi indiren bir replikti.

Sahi Neden Yazmaz?

Yaşadığımız toplum ve dünya şartları neticesinde hepimiz bir sistemin, bir devlet sisteminin parçasıyız. Yönetenler sadece ülkenin geleceğini değil, bireylerin de yaşamlarını şekillendiriyor. Evimizden çıkarken atacağımız adımdan nasıl öleceğimize dair tüm yönergeler bu kararların sonucunda ortaya çıkıyor.

Tüm bireylerin birer otobiyografisi olsa, bu biyografilerde hayatımızı kurgulayan siyasetçilerin isimleri geçmemeli mi? İlkokula başlarken hangi okula gideceğimizi kısıtlayan Milli Eğitim Bakanlığı, hastalandığımızda kuyruklarda bekleyerek acımızı arttıran Sağlık Bakanlığı, hakkımızı ararken ya da yenilerini talep ederken bizleri sindiren Adalet Bakanlığı, modern bir hayat içinde var olmaya çalışırken rejim değişikliklerini dayatan hükümet kararları etkili değil mi dünyadaki kısacık ömrümüzde?

Çevre sorunları etkilemez mi ömrümüzün kalitesini? Her geçen gün artan küresel ısınmanın etkileri, sanayi bacalarından çıkan zararlı gazlar, birkaç bina uğruna kesilen ormanlardan alınan oksijenin kesilmesi öldürmez mi bizleri? Bunların tüm sorumlusu bireyler midir? Hayır, hepimizin otobiyografisinde olması gereken yönetenler değil midir sorumlusu?

Nasıl Başa Çıkabiliriz?

Artık sokakların bireylere dar geldiği, sömürü sisteminde sadece yaşamaya çalıştığımız bu düzenle nasıl başa çıkabiliriz? Yüzyıllardır şartlar değişse de bu soru hep aynı kaldı. Kendi egolarını ön plana alan ve dünyayı yöneten devletler, tüm mutsuzluklarının içinde bireyleri de çaresizliğe sürüklemekten başka bir yol bırakmadı.

Belki de bunun çözümü bireyselliğe daha çok yönelmek. Öldüğümüz, öldürüldüğümüz bir toplum ve dünyada bireysel sağlığımızı korumak kadar önemlisi yok artık. Toplumsal normların içinde katıldığımız bir etkinlik, tatmin olduğumuz bir iş, kendi normlarımızı yarattığımız bir hayat yaratmamız gerekli. Tabii bunu yapmak da artık “lüks”…

Lüks Algılarımız Değişiyor

Lüks dediğimiz şey aslında huzur ve mutluluk içinde yaşamak. Her gece aç yatmamak, yolda güvende olmak, sevdiklerimize özgürce sıkı sıkı sarılmak. Yaşanan ekonomik koşullar her ne kadar lüks kavramlarımızı an be an değiştirse de sınırları yıkmaya çalışmak gerekiyor. Herkes için mümkün olması bir ütopyadan ibaret olsa da yapabilenler değiştirebilir belki de bu düzeni. Ya da en azından mutlu ölmek olabilir amacımız.

O İsimleri Bilelim

Çabalamadan, emek vermeden başkalarını suçlamak çok kolay. Aynı zamanda öğrenilmiş çaresizlikle boyun eğmek de öyle. Her ikisi de mahvediyor hayatlarımızı. Mücadele etme yöntemimiz kısıtlı olsa da bizi öldüren isimleri bilerek hareket etmek, onlara “rağmen” hayatlarımızı kendimizi yönlendirmek zorundayız.

Gelin bizi öldüren düzen içerisinde nefes aldığımız alanlar yaratalım.

Bir Cevap Yazın