BİR KAPISI OLMALI İNSANIN…

“Ben geldim” diyebilmelisin… Gün, gece, hal nice olursa olsun… Geçiyordum uğradım ya da… Alıp tüm acını kaçacağın, dağılmış yüreğini sereceğin, anlatmazsan sormayacak, suskunluğunun dilini bilecek bir kapın olmalı… Yüreğin gibi bildiğin bir yürek…
Zor bir tarifleme mi yaptım? Bu devirde, böylesi zor mu? Kaldı mı öyle dostlar? Kim kimin kapısını böyle kolayca çalabiliyor, çalan çalıyor da öyle, kapıyla birlikte yüreğini de açan var mı?
Kuşkucu olmak, hep biraz tereddütle yaklaşmakta haklısınız… Nâdirler mi? Evet. İmkansız mı? Hayır! Zati, herkes böyle olsaydı; o, ender canlılar, bu derece parlamazlardı… Canlı dedim; günümüz “insan prototipi” hepimizin malumu…
ŞANS BANA GÜLDÜ…
2013 Haziran sonlarıydı. Gezi Direnişi yeni bitmiş, kısmen evlerimize dönmüştük. O ruhu, dayanışmayı, edinilen dostlukları yitirmemek adına, bağları koparmamak için Haziran’ın son günü Twitter hesabı açma kararı almıştım.
O zamanlar, bana akıllı telefon hâlen uğramamış, görece de özgür olduğum günler… Hoş, arada alanlarda eksikliğini hissetmedim de değildi… Neyse; akşamları ve evdeyken kullanarak başladığım sosyal medya macerama kapı aralanmış da oldu…
Facebook’um vardı ama orayı hiç haber takibi gibi durumlar için kullanmamıştım. Sanki, orası eski okul arkadaşlarını, aile üyelerini ve bir de flört bulmak için kullanılıyor gibi bir algı oluşmuştu kafamda. Çok da yıkılmadı yine de.
Evlere çekilmişiz fakat yine de anmalar, toplantılar sürüyor. Bu durumları takip etmek için çeşitli mecralardan, haber sitelerinden okuduklarımı paylaştıkça “hacının hacıyı tekkede bulması” gibi, aynı pencereden bakanların da bir şekilde yolları kesişiyor… Takipleşmeler, çevrenin genişlemesi… Gerçi, kime anlatıyorsam?
Böyle süregelen süreçte, ortak sohbetlerde tanışmıştım bu hatunla. 9 ay sonra falan, akşam yemeğine evine davet almıştım sarışından. İsim kullanmayacağım, “sarışın” dediğimde, ortak tanıdıklarımızın çoğu kim olduğunu anlayacaktır zati… Yolları kesişmemiş olanlar, tanımayanlar ise “rumuzu” ile okumaya devam edecekler. Rumuzun sebebi; biraz özelimi kendime saklama, biraz da bu yazının ona da sürpriz olacak olması…
VE KAPI SONUNA KADAR AÇILDI…
Üst başlık, biraz sihir, büyü veya gerilim filmini çağrıştırdı eminim ki. Meraklanmaya da başlamışsınızdır. Kapı aralandı; Pandora’nın kutusu açıldı. Artık hayatım, eskisi gibi olamayacaktı…
Evin dış kapısı açıldı fakat içeriden yoğun sesler geliyor. Ayakkabılarımı çıkarırken, beni de merak sardı elbet. Hafifçe “alacakaranlık kuşağı” etkisi de oluşmadı desem yalan olur…
Çatlamayın be, meraklılar anlatıyorum. Gerilim katmıyorum, anımsadığım anlarımı, tarife uğraşıyorum. İçeride çoğunluğu kadın 8-10 kişi kadar var. Saliselik “nereye düştüm” gerginliği de belirdi, o da başka gerçek.
Ev sahibemiz sarışın; içten sarıldı, kucakladı, kırk yıldır dost gibi… Gönlünü gönlüne kattı sanırsın… O an anlamalıydım; o kucak, o yürek, sonraları baş köşem olacaktı artık… Buna devam edeceğiz nasılsa.
Yemeğin diğer konuklarını tanıttı, hepsinde yoğun bir sıcaklık, içtenlik… Hepsi de Twitter’da ahbaplık ettiğim ve ilk kez karşılaştığım insanlar… Yine de durumda bir gariplik var. Biraz kraliçe edasında karşılandım… Anlamsız da gelmişti…
Sanal sohbetlerimizin birisinde, laf arasında doğum günüm konuşulmuş. Ah! Sarışın seni. Unutmamış ve bana sürpriz doğum günü hazırlamış meğerse…
Yüreği yüreğime değdi, ömrüme güneş kattı. Acılarla, kavgayla, dirençle, gözyaşlarıyla, neşe ile geçecek, başımı yasladığım omuz, çoğu kere yüreğimin yeşil ve güneşli bahçesi olduğu yıllara doğru yol alacaktık…
Annem gibiydi… Dostumdu… Kız sohbetleri de yapabildiğimizden mi nedendir; daha çok havalı ve güzel bir teyze, bir yaş kaç büyük ablam, kız kardeşim kimi zaman…Tek birinden öte “matruşkam”, hep daha da fazlasın… Artarken; girdiği yüreğe ferahlık katanım…
Şimdi, ben böyle anlatıyorum da keramet bende değil. Kadın, tanıdığı, hayatına giren herkes için böyledir. Cinsiyetten, yaştan öte; o bitmeyen anaçlığı, insancıllığı, güzel yüzüyle, en kurak bahçede bile ot bitiren tavrı ile çok kimsenin annesi, ablası, dostu, ahbabı her şeyi olmuştur, devamında da olacaktır…
Dokunduğunda mucizeler yaratan, sihirli değneğiyle kanatları kendinden meleklerdendir… Sizle yolları kesişir ise veya az olan benzerlerine rastlarsanız/rastladınız ise bolca şanslı, belki biraz da iyi birisinizdir… Her birimize melek dokunuşu denk düşemeyebiliyor…
OTACIM, YÜREK SARANIM…
Çok acılarımda yanımda oldu; az kahrımı çekmedi, öyle “dost gönüller gibi” de değil, kendi yüreğini sarar gibi, şefkatle aksi mümkün değilmiş, hayatın olağanıymış gibi…
En çok da belki bilmeyenleriniz vardır; geçen yıl manevi kızımı yitirmiştim. Ciğerimin pare pare olduğu dönemdi. 36 saatlik uykusuzluk, içeri kanayan bir kalp…
Yine elinde yüreğinle, kalbimin dermanı sendin. Evin evim gibi, yuva gibi, ana kucağı gibi geldi; yarım saat de olsa, sende uyudum… Delirmelerime engel sendin…
KAYBETTİN İSTANBUL…
Hayat hepimizi çok yordu, her yanımız can kırıkları… Albenin kadar, kahrında çok İstanbul… Gelenin kadar, tası tarağı toplayıp kaçanın da …
Sözün özü; artık bir eksiksin, çok eksiksin de sen bilemeyeceksin, nazlı yârim İstanbul… Sarışınım, dostum, ana yüreğim, azdan çok edenim de küstü sana. Terk-i diyar ediyor, belki yüreğine ayaz vurduydu da vakti gelen göçer kuş gibi; güneye, Akdeniz’e çevirmiş yönünü.
Yüreğim hazan yeri, yüreğim can çekişiyor… Meleklerimi ya toprağa kaptırıyorum, kimi de alıp başını yeni limanlara yelken açıyor… Daha Aslı’mın acısı kanıyorken, can paremi de uğurluyorum… Vah ki vah bana dostlar!
Gözün aydın Antalya! Çoğalıyor, çoktan da çok oluyorsun. Sana asil bir yürek yolluyoruz. Tepeden tırnağa zarafet, insan gibi insanı kaptırdık…
Yüzümü güldürdün, acımı dindirdin, yollar dost olsun sana sarışınım. Gittiğin yerler çiçeğe dursun, şenlikler kurulsun. Nasıl bir misafire kavuşacaklarını bilseler; halılar sererlerdi yollarına…
Değeceğin çok yürek, dindireceğin çok acı vardır. Onurum, mutluluğum, neşem oldun. Yüreğimin yarasını da götürüyorsun demiyorum; tanış yüreklere üç beş adım neylesin…
Az biraz daha büyük atarım adımlarımı, ha Anadolu Yakası ha da Akdeniz… İnsan evine giderken yüksünmezmiş. Ban da dağları aşmak düştü; vuslata erer gibi… Olduğun yer; yurt bana, yuva bana…
Güle güle yüreğim! Gönlü bana kapısız olanım… Güle güle! Kalbin gibi; gittin yerler de seni ısıtsın, ruhun huzur bulsun… Güle güle, gönlümün çiçeğe duran yanı… Baharım… Güneşim…
