BİR DEV(R)İ UĞURLAMAK…

Evet, bir çağın daha kapandığını, perdenin indiğini de tasdiklenmiş oldu. Bir devirle, bir devi de uğurladık. Son yıllarda, çok göz önünde olmasa, seyircisiyle buluşamasa da vardı ve hayattaydı. Artık yok!

“Zaman makinası” terse işleyen nådir ülkelerdeniz. Ayan beyan tastikli. 70’li yılların sonuna doğru, TRT’nin siyah beyaz olduğu, televizyonların henüz her eve giremediği yıllarda, yine de ülkesinde herkesçe öğrenilen bir isimdi; Huysuz Virjin.

Popülerliği yakaladığı yılları düşününce; oldukça protest bir yanı da vardı. Hele de şimdilerde mümkünlüğünün olmayışı düşünülünce…

Zaman zaman, frapan kıyafetleriyle kâh seksapel kadın, bazen de daha ‘erkeksi’ sahne şovları sergilese de drag (sahnede kadın olarak performans sergilemek) bayağı cesurca bir hareketti.

Kültürümüzde Çok Yeni Sayılmazdı

Kadınların ya da Müslüman Türkiyeli kadının sahneye çıkma yasağı olduğu yıllar, Afife Jale’nin henüz bayrağı göğüslemeden önceki senelerde; sahnede kadın rolleri erkeklerce oynanırdı. Zennelik, çok da dışımızda olan bir durum değildi.

Ermeni kadını tiplemesiyle başlayıp zamanla evrilen, kantolarla, sepsapellitesiyle göz dolduran, lafazan, nüktedan, ince zeka örneğiyle; bolca taşlama barındıran tam bir sahne kadınıydı Huysuz.

Bir Beden, İki Hayat

Sahnede olmadığı zamanlarda, oldukça mütevazi ve mazbut bir hayat sürdürüyormuş, Sevgili Seyfi Dursunoğlu. Ölümü sonrası, tesadüfen dinlediğim bir radyo program konuğu; yeğeni olan kadının anlattıklarına göre” dayısı gündelik hayatında oldukça ciddi, mesafeli, kesin sınırları olan” bir kişiliğe de sahipmiş.

İçinde yaşam bulan, bastırmak zorunda kaldıklarını Virjin’le mi yaşadı? Belki de öyleydi… Tanışma şansım olmadı, çok ortak tanıdığım da yoktu. Sadece öngörümü dillendirdim.

Yaşadığımız toplumu, son yıllarda performansı üzerindeki baskılar da düşünülürse; ikili bir yaşam sürmeyi seçtiği çok anlaşılabilir bir durum gibi de.

Fobikliğin ağır bastığı, nefretin kol gezdiği ülkemizde, özel yaşantısıyla, sahne hayatının taban tabana zıtlığı, role girip rolden çıkarak kendine koruma kalkanı oluşturmasını anlamamız mümkün…

Uzun yıllar drag olarak sahne alıp, başarıyla devam ettirerek, kendine alan açmış olması zaten farkındalık yaratmak, bir mücadele yöntemiydi, benim için. O sebeple, sokakta olup olmaması, Pride’da görünmesi-görünmemesinde çok anlam aramıyorum, yüklemiyorum da.

Durduğunuz Yer Önemli

Durduğunuz yer, seçimleriniz, size kapı araladığı gibi kitlenmenize de yol açabilmekte. Bir yanda baş köşede ağırlanan, trans kadın sanatçı, öte taraftan önü kesilen drag Huysuz…

RTÜK’ün aba altından sopa göstermesi, ”çocuklarımızın izlemesi uygun değil” gerekçesiyle, ekran yasakları, yaşının  ilerlemesinin de kısmen etkisiyle, son yılarda seyircisi mahrum kaldı huysuz ve tatlı kadından.

Oysa, söz aralarında “tühh kakaa” yaptığımız ABD’de drag queenlerin barbi bebekleri bile yapılmakta… Dünyanın en ünlü draglarından olan Ru Paul’un bırak bebeklerinin yapılmasını, şovlarında Obama’yı yerden yere vurmakta sakınca görmemektedir…

Herkes düşünce ve ifade özgürlüğüne sahiptir! Kişi, hele de sanatçıysa, sanatını özgürce icra edebilmeli, talep görüyorsa da sahnede, televizyonlarda yer bulabilmelidir. Kan, vahşet, şiddet dolu mafya dizileri ‘çocuklarımızı olumsuz yönde etkilemiyorsa’, gündüz kadın programlarındaki Palu Ailesi “toplumun örf ve ahlakını” bozmuyorsa, bir drag sanatçısı, sahnede kadınını oynayan bir erkek nasıl bozmaktadır? Akıl alır gibi değil?

Hoş, toplum olarak da yönetenlerimizden pek de farklı değiliz o da ayrı bir acı… Sokakta linç ettiklerimizi, çuvalla para ödeyip sahnelerde izlemekte, ekranlarda yer bulanlarıysa en önden izlemekteyiz…

Belki de, Huysuz Virjin bu toplumsal ikiyüzlülüğü en iyi bilenlerden olarak; iki ayrı kimlikle yaşıyor olmasındı? Sahnede taptıkları kadını, gündelik hayatta, içimizdeyken hor gördüğümüz, aşağıladığımız, öldürdüğümüz için mi; ‘kadını sahnede soyunup’ ruhsuz , tek düze, ‘biz gibi’ sevdiğimiz için mi , aramıza öyle karışmaktaydı?

Şen kahkahalarıyla, kantolarıyla, Katina’sıyla, aldı başını gitti huysuz ve tatlı drag. Salt kendi gitmedi, nefes alabildiği günleri, aydınlık diyebileceğimiz yılları da beraberinde götürdü… Açtığı devri, ‘acaba bir şeyler değişebilir mi’ mümkünlüğünü de ustasıyla beraberinde tabutuna gömdük…

Öncüsü olduğu çağdaşlığa, aydınlığa özlemiyle yumdu gözlerini. Sahne hayatındaki anılarını yanında götürürken, kazandıklarını ise, yaşamındayken ve içinde yaşadığı eve kadar ÇYDD’ye (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği) bağışlayarak göçtü bu karanlıktan…

Kendi kapattı perdesini, sizden önce, sizler daha da karalamayın diye. Son programında; peruğunu çıkararak veda etti. Maske detaydır, içindeki de altındaki de benim. Ben huysuzum, huysuz da ben… Maske sizin işiniz, ‘ben her şeyimle benim’, ‘ben olmaktan utanmıyorum’ dercesine veda etti…

“Olmama” izin vermediniz; ‘arka kapıdan dolandım’ dermiş gibi, hepimize nanik yaparak, iki yüzlülüğümüzü yüzümüze vurarak, avuçlarımız patlayıncaya kadar alkışlatırken, belki de o ince zekasıyla hepimizle geçtiyse dalgasını?

Biz tek tip, tek formatta değiliz. Renklerimiz, dillerimiz, inançlarımız, kimliklerimiz, yönelimlerimiz, cinsiyetlerimiz…

Başka başkaca

Bırakın hissettiğimiz gibi, olduğumuz gibi yaşayalım. Tüm farklılıklarımıza, ayrılıklarımızla, aynılıklarımızla insanca yaşayalım.

İnsan olmakla kazandığımız temel haklarla, adil, özgür, eşit bir yaşam herkesin, doğuştan getirdiği ve de olmazsa olmaz hakkı… Vatandaşlık görevlerimiz beklenirken var sayılıyorsak, haklarımızı kullanırken de saygıyı beklemek elzemdir.

Neşenle, hicvinle, nüktedanlığınla, onurunla, haklarınla gittiğin yerde gönlünce yaşa. İyi ki ucundan bucağından da olsa, güzelliklerini görme şansını yakaladım. Renk kattın renklerinle, varlığınla. Güle güle huysuz ve tatlı drag! Özlenecek, aranacaksın…

 

Bir Cevap Yazın