BELKİ DE VEDADIR

Geçen hafta Netflix’te “Social Network” isimli, 2010 yapımı, üç Oscar’lı bir filme denk geldim. İlk 15 dakika biraz sıkıcı gelse de güzel bir film bence. Vaktiniz olursa izleyin derim. “Sözü nereye getirecek” diye bekliyor olabilirsiniz. 2004 yılında kurulan ve 2006 yılında tüm e-postalara gelen bir maille yaşamımıza giren Facebook bizde pek bilinmiyor, hatta pek ilgi çekmiyordu o dönem. Yine aynı şekilde Twitter, meraktan uygulamayı indirenlerin pek azının PC’lerinde, sonraki yıllarda akıllı telefonlardaki yerini aldı.
Malum toplum olarak hepimiz teknolojiyle yaratılmış olduğumuzdan balıklama atladık tabii hayatımızda büyük yeri olacak yeni oyuncaklara. Benim bütün bunlarla tanışmam 2011 yılının sonlarına denk geldi. Çocukların bilgisayarlarında görünce 2012 yılında bir akıllı telefon alıp Facebook, Twitter ve Instagram uygulamalarını edinerek kendimce bir portföy oluşturdum. Ara sıra çiçek böcek paylaşıp, güncel haberleri takip edeceğim beni oyalayan bir oyuncağım vardı nihayet.
2013 yılındaki Gezi Parkı olayları ile bu mecraların hayatımızdaki yerleri vazgeçilmez bir hale dönüştü. Herkes birbirini bu sosyal ağlar üzerinden buluyor, zorluk yaşayanlara anında desteğe gidiliyor, günler boyunca yaşananlar, telefonlarımıza anlık olarak haberlerle akıyordu. 2015 genel seçimleri, 2016 yerel seçimleri büyük çaplı mitinglerin yanı sıra sosyal medyada yayınlanan içerik ve propagandalarla artık elimizin altında, cebimizde, çantamızdaydı.
Hashtag çalışmalarıyla partiler, adaylar destekleniyordu. 2018 yılında artık rejimi değiştirmeye yönelik atılacak son adımlardan biri olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu mecranın önemi iyi artmıştı. Toplum neredeyse üçe bölünmüştü evetçiler, hayırcılar, yetmez ama evetçiler diye. Bütün hünerlerini sosyal medyada sergilerdiler ve sonunda bir başkanımız oldu. İstesek de istemesek de… Şu an başımızda ve 2023’e kadar böyle maalesef. Sonrası ne olur bilinmez.
Bütün bu yazdıklarımın hepsi topu topu 10 yıl içinde yaşanmış ve son 6 yıldır da çok yoğun bir şekilde sosyal medyada aktif olmuşuz. Şimdilerde ise bu mecralar büyük göz tarafından izleniyor olduğu için muktedirin hepimizi evlere tıkıştırıp klavye başında kurtuluş arayan bireylere dönüştürmesini, sessiz sedasız kendi yaşam alanlarımızda beklediğimiz için kendime çok ama çok öfkeliyim.
Bu saatten sonra sokağa çıkan olur mu? İnançlı bir grup genç ve kadınlar dışında siz kimseleri gördünüz mü? Ha bir de doğa için direnenler… Günlerce bir ağaç için dağ başını bekleyenler… Sokak canlıları zarar görmesin diye canını dişine takan aktivistler… Bence konforlu alanlarımızda elimizde çay, şarap, rakı bardakları; yumuşak koltuklarda klavye kahramanlığı yaparak desteklenmemeli.
Pandeminin de katkısıyla iyice asosyal olan bizler, artık kabuklarımızı kırıp yine devasa gruplar oluşturup başta doğa, yaşam, özgür düşünce, insan hakları için ekran arkasından değil, muktedirlerin varlığımızı daha net hissedeceği, bizi yenemeyeceği şekilde direnmeliyiz. Ama birlikte. Görünerek, kendimizi gösterip şiddete başvurmadan ne istediğimizi anlatırsak belki daha farklı olur yaşamlarımız, ne dersiniz?
Neredeyse bir yılı aşan sürede sizlere içimi döküp derdimi paylaştığım, bazen gezdiğim gördüğüm güzellikleri anlattığım, bazen çocukluğumu gençliğimi, bazen istek ve arzularımı, olmasını istediğim dileklerimi paylaştığım yazılara biraz ara veriyorum. Belki bir soluklanma, belki daha çok doğa, belki daha çok eşitsiz canlıya ulaşma dileği… Belki de bir veda.
Son dönemde asıl amacı yitirilmiş, Instagram gibi paylaşım yapılan, fikrini söyleyene tahammül edilemeyen, aba altından sopa gösterilen, yetmezse hemen bir etiketle hedef gösterilip adli makamlara şikayet edenlerin çoğaldığı bu sanal mecralardan uzaklaşmayı planladım. Bu süre zarfında birbirimize katlandık. Birbirimizi sevdik, sevmedik ama hep iyi insan olmaya gayret ettik. Bu mecrada saygıyla sevgiyle birlikte bir şeyler paylaşmaya çalıştık. Ne kadar oldu, ne kadar olmadı bilemem. Lakin diyorum ki sevgiyle kalın, sağlıkla kalın, hoş kalın, hoşça kalın. Hepinizi seviyorum!
