BAŞA SARMAK

Bir kara delik var; siz ne yaparsanız yapın, merkezinden ne derece uzaklaşsanız da yoğun bir güç tarafından içine olmasa bile merkeze doğru çeken, yutamasa bile bireyi “hiçleştirmeye”, kuşatıp aynı zamanda yok etme hedefi güden…

3-5 ayda, olmadı “sorun çözememe” tavan yaptığında, kendi meziyetsizliklerine perde için kullanılan; azınlıklara karşı nefret söylemi, ötekileştirme, kutuplaştırma politikası. Temcit pilavının ana malzemesi de ekseri LGBTİ+’lar.

Cinsel yönelim/cinsiyet kimliği; her sahaya sürüldüğünde kabul gören, turnusol kâğıdı görevini fazlasıyla da yerine getiren, kullanışlı da malzeme… Kimlikleri üzerinden bireyleri düşmanlaştırma, her tarafı kana susamış azgın güruhlarla çepeçevre sarılı ringin ortasına atmak…

ORTALIK ÇOK “BULU”TLU…

2 Ocak 2021 tarihli Cumhurbaşkanı kararnamesiyle, ülkenin 5 üniversitesine rektör ataması yapılmıştı. Boğaziçi Üniversitesi de atama yapılan okullardan birisiydi.

Artık, 6. haftasına doğru da yol aldığımız, tansiyonu sürekli yükselen; akademisyeninden, öğrencisine, mezunlarına, siyaset dünyasında, vatandaşa kadar, antidemokratik yöntemlere karşı yoğun tepkilere dönüşen atanmış rektör/ler/e, yeni Boğaziçi Üniversitesi rektörü Melih Bulu’ya, Bululara haklı itirazlar.

Yükseköğretim, üniversiteler, b/ilim kurumları özerk yapı, kendi yöneticisini seçme, yönetimde de söz sahibi olmak istiyor. Dayatmacı politikaların eğitim, öğretim, özgür düşünce, üretim sürecini baltalamasına karşı en yüksek perdeden de seslerini yükseltiyorlar.

Hayatın her noktasında olduğu gibi, üniversitelerde de LGBTİ+’ ların varlığından, LGBTİ+’lar öğrenci kulüplerinden, bu kulüp ve de bireylerinde, en demokratik haklar konusunda itiraz etmeleri, alanlarda olmaları birtakım çevreleri fazlasıyla rahatsız ediyor.

Hele de yüksek puanlarla girilen, son 2-3 seneyi saymazsak, “Dünyanın En İyi Üniversiteleri” sıralamasında ilk 500’lerde kendine yer bulan, bir okulun öğrencileri olma başarısını gösterebilmeleri, dahası göz önünden silinme çabalarına rağmen; LGBTİ+’ ların kendilerine alan açabilme başarısı, kimlik bazlı varoluş mücadelesi, birilerine saç baş yoldururken, fazlasıyla da çileden çıkarıyor…

Boğaziçi Protestolarının ilk günlerinden beri, sürekli kriminalize edilme, her kesimce hedef gösterilmeye, yoğun baskılara, fiziksel şiddet dozunun son raddeye ulaştığı göz altılara kadar yine gündemlerden düşmeyen konu: LGBTİ ’lara, LGBTİ+ öğrenciler/öğrenci topluluklarına linç, sindirme, toplumdışına itme gayreti…

Yatıyoruz kalkıyoruz nefretle, fobikliklerle, azgın güruhlar içeresinden bazılarının nasıl yok edilmemiz, üzerimizdeki çirkin fantezileriyle, toplu imha/katliam arzularıyla güne başlıyor, bitiriyor bunlar arasında da ruh sağlıklarımızı koruma zorunluluğuyla; günlük rutinlerimize, hayatımızı idâme ettirme gayretini sürdürmeye çabalıyoruz…

YALNIZLAŞTIRMA, YALNIZLAŞTIRILMA…

Başta Onur Haftası gibi, tüm alanlarda, hak savunularında, gerek biz LGBTİ+’ olsun, gerekse tüm “sınıf temelli” mücadelelerden de koparılmaya, omuzdaşlık gösterdiğimiz her kesimi marjinalize etme, taraflar arasına derin uçurumlar örerek; en başta bizlerle beraber, halkın tüm kesimleri “yalnızlaştırılmaya” itiliyor…

Şu, çok rahatça söylenebilir ki; konu LGBTİ+ olunca, en sağından/soluna, tüm ötekileştirilenlerin de ötesine düşüyor sathımız… Toplumun her kesimince de buna çanak tutulduğu, çanak tutmanın gün geçtikçe artığı, inkâr edilemeyecek gerçeklerden…

Bizlerin (LGBTİ+) penceresinden görünen, tam da bu ne yazık ki… 2-3 ay da bir, “LGBTİ+’ ları Hakları İnsan Haklarıdır” diyorsak, öyleyse göstermektedir ki; kimlik savaşını salt özneleri, öznelerle küçük bir topluluk vermekte.

Fatma’nın, Kürdün, Alevi’nin, Rum’un, işçinin, kadının, canlı her varlığın verdiği var olma; diliyle, ırkıyla, diniyle, rengiyle tüm ayrılıklarımızla, aynılıklarımızla tanınma, doğuşla gelen insan olarak kazanılan haklar, benim (LGBTİ+) haklarım da bütün ve de iç içe…

Barınma, eğitim, sağlık, çalışma, tanınma, eşitlik gibi an temel haklar her birey için olmaz ise olmaz, öncelikli haklardır. Yok olan canlı türleri, insan eliyle değişen habitat, bir kadının kıyafeti, başka bir insanın ırksal varlığının tanınması arzusu ne derece elzemse; başka taraftaki cinsiyet kimlik mücadelesi de her birimiz için şarttan da öte zorunluluktur…

Yok olmamak, yaşam ve insandan bahsedebilmek, her birimizin temel ve de zaruriyet arz eden hakları için, yaşanabilir dünya, mutlu bir geleceğe giden yol; birbirimize saygı duyarak, eşitlenerek, yan yana durmaktan geçiyor… Aksi, her bir topluluğu, savunuyu görünmezliğe iterken; dağılmış, yenilmiş, güçsüzleşen bireylere dönüştürmeye yol açar…

Benim varlığımın, köklerinin nereye dayandığı, nereden geldiğimin önemi yok.  Tıpkı senin gibi… Tek gerçek; var olduğum, var oluşumla “barışık olma” zorunluluğu, bununla yaşamayı öğrenme, ödevimi yerine getirdiğim vatandaş sayılmam mecburiyeti… Kalanı, lafügüzaf!

Bir Cevap Yazın